Dinin güncellenmesi meselesi

Dini manada icma, din âlimlerinin dini bir konuda fikir birliğine varmaları demekken, kıyas ise hakkında ayet veya hadis bulunmayan bir konuyu, benzerlerini göz önüne alarak, hakkında ayet veya hadis olan başka bir konuyla karşılaştırarak hüküm vermeye çalışmak demek. İlk akla gelen örnek, ayetle de sünnette de haram kılınan şarapla kıyaslanarak, sonradan icat edilen ve hakkında hüküm bulunmayan biranın da insanları sarhoş edebileceği sebebiyle şarap gibi düşünülüp haram olduğudur

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı 0 yorum
21 Mart 2018 Çarşamba

“Devletin dini alanı düzenlemesi, Cumhuriyet’in ilanıyla gelen bir yöntem değildir” demiştik, mürekkebi kurumadı ki bizzat Cumhurbaşkanı, kafasına göre ahkâm kesen ‘hocalar’ hakkında konuştu: “Bu tür adamlar konuşur, alanı boş bırakırsa ortaya böyle zaaflar çıkar.” Devlet otoritesini elinde bulunduran en üst düzey kişi, hangi tür adamların din alanıyla ilgili konuşacağına dair son sözü söyleme iddiasında, tam da yüzyıllardır burada alışılageldiği üzere: Dünyevi otorite, dini otoriteyi temsil etme iddiasında olan aktörleri dizginliyor. Konuşmasında birçok “hocaefendinin” kendisini tefe koyacağını söyledikten sonra şöyle bağlamış: “Rabbim bizi tefe koymasın.” Mealen: “Dini bakımdan beni yargılayacak olan sadece Allah’tır, hocaefendilerin kimsenin üzerinde hükmü yoktur.” Aracıları aradan çıkaralım.

Ancak cımbızla çekilen bir söz tartışıldı en çok: “Çünkü İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. İslam’ın hükümlerinin güncellenmesi vardır.” İslam’ın güncellenmesi denince yeni sürüm esprisi yapanlar da oldu, dini gerekçelerle bu sözlerden rahatsız olanlar da. Oysa sözler gayet açıktı, dinde reform çağrısından çok dinin bu güne dair söyleyeceği sözlerin nasıl olması gerektiği üzerineydi ve işaret ettiği yer de fıkıh idi. Fıkıh, dört kaynaktan beslenir: Kur’an, Sünnet, kıyas ve icma.

Dini manada icma, din âlimlerinin dini bir konuda fikir birliğine varmaları demekken, kıyas ise hakkında ayet veya hadis bulunmayan bir konuyu, benzerlerini göz önüne alarak, hakkında ayet veya hadis olan başka bir konuyla karşılaştırarak hüküm vermeye çalışmak demek. İlk akla gelen örnek, ayetle de sünnette de haram kılınan şarapla kıyaslanarak, sonradan icat edilen ve hakkında hüküm bulunmayan biranın da insanları sarhoş edebileceği sebebiyle şarap gibi düşünülüp haram olduğudur. Bu sonuca kıyas yoluyla varılır. İslam’daki bu dört ana kaynaktan ikisi, Kur’an ve Sünnet statikken; icma ve kıyas dinamiktir: İslam’ın donuk bir din olmak yerine günün ihtiyaçlarına cevap vermesi de onlar sayesindedir. Velhasıl kelam, İslam zaten kendi kendini günceller; bu, reform demek değildir. Amaç, dinin özünü zamana ve toplumlara aktarmaktır.

Burada asıl mesele, sürekli bir şeyleri yasaklayarak hayatı yaşanmaz hale mi getireceğiniz, yoksa müminin dini dünyasıyla gündelik hayatı içinde çelişkiye düşmesini en aza indirgeyecek şekilde dinin özüne bakarak özgürleştirici yorumları mı tercih edeceğinizdir. Dinin özünü bugünün toplumuna nasıl aktaracağınız konusunda doğru hüküm vermeniz için, öncelikle bugünün toplumunu da yakından tanımanız, bugünün gerçekleriyle çelişmemeniz gerekir. Hocasından karısının çalışmasının haram olduğunu “öğrenen” koca, tek maaşla evin dönmediği günümüzde ailesinin geçimini nasıl sağlayacaktır; bu çelişkinin altından nasıl kalkacaktır? Dert burada başlar: O koca ya eşinin çalışmasına sorun çıkarmayarak evin dönmesine vesile olacak ama içinde dini çelişkilerle yaşayacak, ya da içi rahat edecek ama evde çoluk çocuk kırılacak. İşte tam olarak da bu yüzden, zaafların ortaya çıkmaması için, Cumhurbaşkanı’mızın dediği gibi, ‘bu tür adamların’ uluorta her şeye dair konuşmaması gerekiyor.

Birbiriyle anlaşamayan ve hatta sertçe mücadele eden dini gruplar, devlet otoritesinin üzerlerine gelmesiyle bir anda birbirlerine yanaştılar ardından. Devletin kendilerine yönelik çıkışını da, bildik usulle, dış mihraklara bağlamışlar ve fitne demişler. Oysa toplumun yaşam biçimine dair son sözü söylemenin devlet otoritesine ait olması, bildiğiniz iç mihrak; hem de asırlardır böyle! Üstelik konunun dindar olmak ve olmamakla, laik yönetim anlayışıyla da alakası yok; her şeyden önce, bu beyler kabul etmese de dünya değişiyor.

Geçen Ekim ayından beri devam eden ve basında pek görülmeyen bir kampanyayı, uzaktan da olsa, ilgiyle takip ediyorum: ‘Kadınlar Camilerde Kampanyası’ Bir grup dindar kadın, kadınların camilerdeki yerlerinin küçük ve eşitsiz olmasından rahatsızlık duyup her Cuma Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camiinde buluşuyor. Olayın patlak vermesine sebep olan olaysa, Fatih Camii’nde, kadınlar kısmının dışında oturan bir kadının camiinin imamı tarafından herkesin önünde azarlanıp kovulması. Yani mesele dindar olup olmamayı da aşmış durumda, dindar kadınlar da camiinin içinde eşitlikçi alan talep ediyor. Toplum böyle değişmişken, hamile kadına sokağa çıkma diyecek olmak da haliyle insanları ya sinirlendiriyor, ya güldürüyor. Bu saçma sesler çoğaldıkça da devlet müdahalesi zaruri hale geliyor.

Aslında din adına abuk sabuk yorumlar yapan bu kimseler de, Türkiye’nin gündemine son on yıldır musallat olan hastalıktan mustaripler. Geçmişi bilmiyor ama hayal ettikleri bir geçmişte hapis hayatı yaşıyorlar ve kalan herkesi de hapse tıkma niyetindeler. Cumhuriyet’e, Atatürk’e ve devrimlere yapılan saldırılar da, din adına kesilen ahkâmlar da, demokrasi adına yapılan hesaplaşmalar da, tekmili birden hayallerdeki bir geçmişe hapsolmak ve sürekli onla didişme belasından. Oysa tarihimizi bilmek ve bir o kadar da anlamak gerek. Çünkü ne tarihi unutma lüksümüz var, ne de onun içinde hapsolmaya niyetimiz.

 

 

1 Yorum