Nefret, özgüven ve öfke

Karel VALANSİ Köşe Yazısı
23 Ağustos 2017 Çarşamba

“1960’larda Virginia’da kadınsan işin zor. Ama bir de siyahiysen, Tanrı yardımcın olsun.

Geçtiğimiz kış vizyona giren Hidden Figures (Gizli Sayılar), Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki uzaya çıkma yarışında, NASA’nın elindeki gizli cevheri fark etmesi üzerine kurulu bir film. NASA’nın üç dâhisinin hem kadın hem de siyahi olmalarından dolayı yaşadıkları zorlukları, kararlılıkları, cesaretleri ve bazı açık görüşlü üstleri sayesinde aşmalarını anlatıyor. 1960’lar Virginia’sında geçen bu gerçek hayat hikâyesinde, normalleştirilmiş, fark bile edilmeden yapılan ırkçılığı, günlük hayatın her alanına yansıyan dışlanmayı ve ayrıştırmayı izleyenlerin canını acıtacak bir sadelikle aktarıyor film. Kadınların çalışabileceği alanlar belliyken, siyah-beyaz ayırımının, etiketlenmiş farklı kahve termoslarından, ofisin metrelerce uzağındaki tuvalete yapılan uzun yürüyüşlerle altı çiziliyor. Filmde bu üç kadın evlerinde, eğitim ve çalışma hayatlarında önlerine çıkarılan engelleri teker teker aşarken, aynı zamanda NASA içindeki siyah-beyaz ayrımının da bir bir yıkılmasına tanık oluyoruz. İzleyicisine çok gerilerde kalmış ve daha önemlisi yüzleşilmiş bir sorun gibi anlatılsa da, en nihayetinde bu şahane kadınlar birer istisna, ABD toplumundaki ırkçılık ise sadece üst cilanın kalitesinden çıplak gözle görünemez hale gelecek kadar gerileyebildi.

Günümüz Virginia’sında durum ırkçılık açısından pek de farklı değil. ABD’nin kurucularından, Bağımsızlık Bildirgesini kaleme alan Thomas Jefferson’un kurduğu Virginia Üniversitesinin bulunduğu Charlottesville’de geçtiğimiz hafta cuma akşamı, Amerikan iç savaşında köleliğin kaldırılmasına karşı çıkan General Robert E. Lee’nin heykelinin kaldırılması tartışması üzerine başlayan, ancak Lee’den çok ırkçı ve antisemit sloganların atıldığı meşaleli yürüyüş, cumartesi günü ‘Sağı Birleştirin’ adı altında Hıristiyan beyazların üstünlüğünü savunan, Nazi bayraklarını ellerinden eksik etmeyen ırkçı grupların gövde gösterisine dönüştü. Sosyal medya sayesinde bir araya gelen bu grupta ilk dikkat çeken, kimliklerini ve yüzlerini saklama ihtiyacı duymamalarıydı. Üniforma benzeri kıyafetler giyen, yaşları oldukça genç olanlar kadar, onları koruyan asker görünümlü silahlı kişilerin varlığı da tedirginlik vericiydi. Katılımcılara göre, benzer gösterilerin aksine, polisin iki grubu kesin bir barikatla ayırmaması olayları tırmandıran hataların başında geliyordu. Diğer dikkat çekense, tıpkı bir hafta sonra Barselona’da yaşanacağı gibi, radikalleşmiş sağcı grupların IŞİD’den esinlenerek, ırkçılık karşıtı göstericilerin arasına araç ile dalması oldu. Olaylarda bir kişi öldü, 19 kişi yaralandı, eyalette olağanüstü hal ilan edildi.

Amerikalılar, kendi ülkelerini ve tarihlerini istisnai ve özel görmeye meyilliler. Özgürlükler ve ‘Amerikan Rüyası’nın ülkesi, okyanuslarla çevrili doğal koruması sayesinde eski dünyayı yerle bir eden savaşları kendi topraklarında yaşamaktan kurtulmuş olsa da, derinlerde uyumaya yüz tutmuş kölelik geçmişi ve iç savaş tecrübesi, birbirinden farklı milletlerden oluşan bu ülkenin gerçeğini oluşturuyor.

Siyahi bir başkan seçmekle övünen ABD, hemen ardından ırkçılığa prim veren, seçmen tabanını elinde tutabilmek için bu tür olaylara adeta çanak tutan bir başkana geçiş yaparak, toplumun Hıristiyan beyaz üstünlüğünü savunan aşırı sağcılarını cesaretlendirdi. İnternet her ne kadar bu kişileri bir araya getirmede ve nefret söyleminin yayılmasında rol oynadıysa da, Trump’ın olaylar sonrası çok tartışılan açıklamalarında olduğu gibi, sert tepki verilmeyen, göz yumulan durumlarda yeniden dirilmesi an meselesi. II. Dünya Savaşı’ndan 70 yıl sonra, gösterilerde göze çarpan Hitler’in sözleri yazan t-shirtler, Nazi bayrakları, ırkçı sloganlar ise, aslında bir karış yol alamadığımızın en bariz göstergeleri.

Ülkeyi adeta Twitter’dan yöneten Trump bu olayda da, tıpkı geçtiğimiz mayıs ayında Portland’da Müslüman oldukları tahmin edilen iki kadını taciz eden ırkçının, kadınları korumaya çalışan iki kişiyi öldürmesinin ardından olduğu gibi, tepkide gecikti. Tepkisini dile getirdiğinde ise olaylardaki sorumluluğu her iki gruba paylaştırmayı uygun gördü ve Lee’nin Amerikan tarihinin bir parçası olduğunu savundu. Beyaz milliyetçi hareketin içinde yetişen, daha sonra yollarını ayıran R. Derek Black, New York Times için kaleme aldığı makalesinde, tıpkı Trump’ın yaptığı gibi beyaz üstünlüğünü savunanların Amerikan tarihini kendileriyle ilişkilendirdiklerini belirtiyor; “Irkçı değilim ancak Amerikan tarihi saygınlığını yitirmemeli, Lee’nin heykeli kaldırılmamalı.” Bu söylemi kabullenecek çok beyazın olduğunu da ekliyor.

Southern Poverty Hukuk Merkezi yöneticisi Richard Cohen’e göre Charlottesville’deki gösteri, bu grubun son 40 yılda gerçekleştirdiği en geniş katılımlı buluşma. Artan cesaretleri ve görünürlüklerinin nedeni ise siyasi ortam. Trump’ın verdiği dolaylı destek, beyaz üstünlüğü hareketinde önemli bir dönüm noktasını teşkil ediyor. Hareket, ilk kez siyasi destek görüyor, üstelik Amerikan başkanının ta kendisinden. Daha önce ırkçı görüşleri olduğu bilinen bir kişinin, başkan olduğunda değişebileceğini beklemek iyimserlik olurdu. Ancak makamını aşırı sağcı hareketten uzak tutamaması, Amerikan toplumunu içeriden parçalayabilir. Cepheler gittikçe belirginleşirken, asıl tehdit okyanus ötesinden değil, toplumun içinden güçlenerek gelebilir.