Savaşın açtığı derin acı: Mülteciler

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) 1950 yılında kurulduğunda, planlanan kapsamı da süresi de kısıtlıydı. Amacı II. Dünya Savaşı sonunda, yaşanan savaşlar nedeniyle yerlerinden edilmiş Avrupalılara yardım etmekti. Üç yıl içinde mültecilerin sorunlarının çözümleneceği tahmin edilmiş ve bu sürenin sonunda kurumun kapanması planlanmıştı. Ancak ne savaşlar, ne yerlerinden edilmeler sona erdi. Avrupa için tasarlanan BM kurumu, Afrika, Latin Amerika, Ortadoğu, Asya’da yaşanan mülteci krizlerine müdahale etti ve günümüzde de varlığını sürdürmekte.

Karel VALANSİ Köşe Yazısı
21 Haziran 2017 Çarşamba

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) 1950 yılında kurulduğunda, planlanan kapsamı da süresi de kısıtlıydı. Amacı II. Dünya Savaşı sonunda, yaşanan savaşlar nedeniyle yerlerinden edilmiş Avrupalılara yardım etmekti. Üç yıl içinde mültecilerin sorunlarının çözümleneceği tahmin edilmiş ve bu sürenin sonunda kurumun kapanması planlanmıştı. Ancak ne savaşlar, ne yerlerinden edilmeler sona erdi. Avrupa için tasarlanan BM kurumu, Afrika, Latin Amerika, Ortadoğu, Asya’da yaşanan mülteci krizlerine müdahale etti ve günümüzde de varlığını sürdürmekte.

UNHCR, 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü nedeniyle bir rapor hazırladı. Durum oldukça kaygı verici. Genelde mülteci krizinin Avrupa’ya etkileri konuşulur. Bugün sayılar ve gerçekler konuşsun.

UNHCR’nin yaklaşık 70 yıllık tarihinin en yüksek mülteci sayısına erişildi.

Savaş, şiddet ve zulümden kaçanların sayısı 2016 sonunda 65,6 milyona ulaştı.

Bu rakam Birleşik Krallık’ın bugünkü nüfusundan daha fazla (65,5 milyon, 2017)

65,6 milyon mülteci demek, dünya genelinde 113 kişiden biri mülteci demek.

Bir diğer deyişle, 2016’da dakika 20 kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı.

En büyük sebep ise yedinci yılındaki Suriye Savaşı. Bu savaş, insanların canlarını kurtarmak için evlerini terk etmeye karar vermesinin en büyük sebebi. Suriye savaşı bitirilmedikçe mülteci krizi de bitmeyecek. Bu kişilerin evlerine geri dönmeleri için uygun bir ortam oluşmadıkça, onları kabul eden ülkelerde yeni baştan hayatlarını kuruyorlar. Ülkelerinde başta güvenlik olmak üzere durum normalleşirse dönerler mi? Bir kısmı sadece. Zaman geçtikçe, yeni ülkelerine alıştıkça, kendi ülkelerine dönme olasılıkları da düşüyor. Sadece Türkiye’de doğan Suriyeli bebek sayısını düşünün. Onlar büyüyorlar ve kendi ülkelerine ait bir bellekleri yok.

5,5 milyon Suriyeli mülteci durumunda bugün. Toplamda ise 12 milyon Suriyeli ülke içi ve dışında olmak üzere yerlerinden edilmiş durumda. Bu toplam Suriye nüfusunun % 65’i demek. Suriye’nin ardından ikinci sırada ise Güney Sudan var. Sadece 2016’da 737.400 kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı.

Mülteci deyince akıllara genelde Avrupa ve yaşadığı sorunlar gelse de, mültecilerin çoğu Avrupa gibi üst gelirli ülkelerin dışında yaşıyor. Mültecilerin % 84’ü düşük veya orta gelirli ülkelerde bulunuyor. Yani, mülteci krizinden etkilendim diye en çok sesini çıkaran Avrupa’ya karşın, her üç mülteciden biri dünyanın en az gelişmiş ülkelerinde barınıyor. Yoksul ülkelerin çatışma alanlarına yakın olması kadar, diğer ülkelerin mülteci politikaları da bu büyük dengesizliğin sebeplerinin başında bulunuyor. 

Ve çocuklar… Mülteciler konusunu düşündüğünüzde, bunların yarısının çocuk olduğunu aklınıza getirin. Ve bu çocukların hepsinin aileleri ile birlikte olacak kadar ‘şanslı’ olmadıklarını da. Ailelerinden ayrı düşmüş 75 bin yalnız seyahat eden çocuk sığınma başvurusunda bulundu. Bu sadece acının bilinen yüzü.

Suriye konusunda Türkiye, 27 Nisan 2017 verilerine göre yaklaşık 3 milyon kayıtlı Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor. Türkiye’yi Lübnan ve Ürdün takip ediyor. Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne coğrafi kısıtlama maddesi ekleyerek, yani Avrupa dışından mülteci kabul etmeme maddesi ekleyerek, mülteci alan bir ülke konumuna gelmeyi engellemeyi amaçlamıştı. Ancak günümüzde Türkiye çoğunluğu Suriyeli olmak üzere en çok mülteci barındıran ülke durumunda. Üstelik halen mülteci değil misafir konumunda olduklarından mültecilere sağlanan avantajlardan da tam olarak yararlanamıyorlar. Oysa Suriyeliler hem yaklaşık Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 5’ini oluşturuyor, hem de  Suriye savaşının sonu ufukta görünmedikçe, gelecekleri Türkiye’de şekillenmeye devam ediyor.

Halktan tepkiler ise hiç eksilmiyor.

Mülteciler söz konusu olunca, ev sahibi halk kendi güvenlikleri açısından tepkilerini koyuyor. Sosyal, ekonomik, kültürel güvenlikleri açısından endişeler doğuyor. Ancak bu insanların neden geldiğini, göç etmenin kendi seçimleri olmadığını, mecbur kaldıkları için geldiklerini anlamak lazım. Üstelik başta Suriyeliler olmak üzere onları mülteci yapan koşullar henüz ortadan kalkmadı.

Ülkelerin mülteci politikaları korku üzerinden tasarlanıyor, bu kişiler terör tehdidi olarak görülüyor. Oysa onlar da işinde gücünde olan sıradan insanlardı kendi ülkelerinde. Savaş onlar için yeni ve karanlık bir sayfa açtı. Başta yardıma ihtiyaç duysalar da iyi bir entegrasyon programıyla ekonomiye bir yük olmaktan kurtulup, katma değer sağlayabilirler.

Unutmayın Einstein da bir mülteciydi. Ve sırf o da değil. Sigmund Freud, Henry Kissinger, Madeleine Albright, David Miliband, Marc Chagall, Marlene Dietrich, Bob Marley, Gloria Estefan, Freddie Mercury, Jackie Chan, Mila Kunis, Elias Canetti, İsabel Allende…