Türkiye’nin inşa tarihi NAFİA

Memleketin uzun yıllardır uğraş verdiği ilerleme ve gelişme alanları içinde inşaat sektörü de kendine yer buldu. Osmanlı’dan günümüze belki de en başarılı olduğumuz alan inşaat sektörüdür dersek pek yalan olmaz… Bu sektör Geç-Osmanlı’dan günümüze NAFİA projesi içinde kayıt altına alındı. Ancak bu çalışma sadece Türkiye´de müteahhitliğin ve müteahhitlerin başarılı serüvenini anlatan bir araştırma projesi değildir.

Perspektif
21 Aralık 2016 Çarşamba

Prof. Dr. Gökhan Arslan

 

Memleketin uzun yıllardır uğraş verdiği ilerleme ve gelişme alanları içinde inşaat sektörü de kendine yer buldu. İlerleme ve gelişmenin en önemli parametreleri inşaat sektörünü de yakından ilgilendiren verilerdir. Kişi başı altyapı yatırımları, enerji tüketimi ve kişi başı konut stoku gibi veriler toplumların gelişmişlik endeksi değerleri olarak adlandırılır. Bu kapsamda Osmanlı’dan günümüze belki de en başarılı olduğumuz alan inşaat sektörüdür dersek pek yalan olmaz, hattı zatında, ekonomik göstergeler ve dış ticaret açığı buna kanıt olarak gösterilir.

İnşaat sektörü kayıt altına alındı

Bilinen üzere, Türkiye ürettiğinin fazlasını tüketen bir ülke ve bu nedenle dış ticaret açığı vermekte ki ekonomideki dalgalanmalar ve destabilizasyonun en önemli nedeni olarak gösterilir. İnşaat sektörü bu açığı kapatmak üzere yurtdışı müteahhitliğinde önemli mesafeler aldı. Yıllık 30 milyar dolarlar seviyesinde ticaret ve proje hacmine ulaşan inşaat sektörü ülke ekonomisine ilaç olduğu gibi stratejik bir argüman olarak da dış politikada bir enstrüman olarak devreye girer. Bu sektör Geç-Osmanlı’dan günümüze NAFİA projesi içinde kayıt altına alındı. Osmanlı döneminde inşa edilen Hicaz Demiryolu projesinden günümüze inşaat projeleri ve sektörün öncüleri NAFİA kapsamında görünür hale geldi.

Böyle bir projeyi hayata geçirme fikri ilk olarak Müteahhitler Birliği tarafından hazırlanan ‘İnşaatçıların Tarihi’ isimli kitabı okuyunca gündeme geldi. Doğrusu eseri okuyup bitirdikten sonra bu kadar aydınlatıcı ve etkileyici bir kitabın neden bir belgesel haline dönüştürülmediğini anlayamadım. Off the record edindiğimiz bilgi bütçe ve maddi kaynak sıkıntısı nedeniyle olduğuydu ki dünyanın dört bir yanında yıllık 20 milyar dolarlık iş yapan Türk müteahhitlik sektörü için endişe verici bir durum aslında. Fakat itiraf edeyim, daha sonra “İyi ki kitabın belgeselini hazırlamamışlar” diye düşünmeye başladım. Nedeni gayet basitti; bu boşluğu doldurmak ve belgesel projesini hazırlamak bize nasip olabilirdi Nitekim projemiz bu temel üzerinde yükseldi.

Bununla beraber belgesel çekmenin son derece yetkinlik isteyen ve iyi bir ekip gerektiren bir iş olduğu açıktı. Böyle bir işin teknik olarak üstesinden gelebileceğimi düşünmekle birlikte, yine de yetkin bir profesyonel desteğe ihtiyaç duyacağım kesindi. Bu gibi konularda bizim neslin bildiği tek kurum TRT idi; binaenaleyh TRT’de tüm arşiv görüntüleri bulunmakta idi. Anadolu Üniversitesi ile TRT arasında yapılan görüşmeler neticesinde TRT prodüktörü Vahap Candan Bey ile tanıştık ve kollarımızı sıvayarak bu işe koyulduk.

Yurdun dört bir yanı

Proje kapsamında İstanbul-Ankara arasında sürekli mekik dokuyarak sektörün duayenleri ve önde gelen isimleriyle görüşmeler yaptık ve bu görüşmeleri kayda geçirdik. Sağ olsunlar hepsi yoğun programları arasında bize uzun uzun vakit ayırdılar, projemiz hakkındaki heyecanlarını samimiyetle paylaştılar. Elbette ki görüşmek istediğimiz tüm isimlere ulaşamadık. Arzuladığımız bütün isimlere ulaşmak konusunda azımsanamayacak bir çaba sarf etmemize rağmen, gerek kendilerinin yoğun çalışma tempoları, gerekse neticede sektör için pek bir değer ifade etmeyen bir akademisyen tarafından iletilen randevu taleplerini dikkate değer görmeyen yetenekli yönetici asistanları maalesef (!) bu konuda aşamadığımız en büyük iki engel oldu. 

Bunun dışında Trabzon’dan Erzurum’a, Kars’tan Konya’ya yurdun dört bir yanını dolaşarak çekimler yaptık ve konunun uzmanı bürokrat ve bilim insanlarıyla uzun röportajlar gerçekleştirdik.

Nihayet, 36 aylık uğraşın sonunda üç yüz altmış dakikalık bir belgesel ortaya çıktı; hâlbuki başlangıçta olsa olsa altmış dakikalık bir proje hayal etmiştim. İşte bütün bu röportajları ve konuyla ilgili görsel malzemeyi içeren kitabımız bu uzun ve yorucu çalışmanın son halkası olarak ortaya çıktı.

Koca bir imparatorluğun değişen dünya dengelerine uyum sağlayarak hayatta kalma çabasıyla, olağanüstü zor şartlarda kurulmuş yepyeni bir cumhuriyetin hayata tutunma gayreti, biraz da nafia alanında yürütülen faaliyetlerde ifadesini bulur. Son derece kısıtlı imkânlarla ve büyük özveriyle inşa edilen demiryolları, karayolları, barajlar, köprüler, tüneller, sanayi tesislerinin tarihi,  aynı zamanda modern Türkiye’nin inşasının da tarihidir.

Uygarlık savaşı

Bu çalışma sadece Türkiye'de müteahhitliğin ve müteahhitlerin başarılı serüvenini anlatan bir araştırma projesi değildir. Nitekim bu gibi çalışmalar zaten Müteahhitler Birliği tarafından daha önce en iyi şekilde yapılmıştı. İnşaatçıların Tarihi ve İnşaatçıların Coğrafyası gibi mükemmel eserlerin bize ilham kaynağı olduğunu bu vesileyle tekrar vurgulamak isterim.

NAFİA Belgesel ve Kitap projesi, özünde dağılan bir dünya imparatorluğunun bakiyesi olan Anadolu ve Rumeli insanının içine düştüğü uygarlık savaşı çerçevesinde Mustafa Kemal ile yeniden hayata sarılışının ve umutlarının peşinde koşmasının hikayesi olarak okunmalıdır. Kitabın satır aralarında bu yorucu mücadelenin ayrıntılarıyla, hem bu mücadeleyi veren insanların hem de bu insanların şahsında bütün bir toplumun azim ve kararlılığı kendini gösterir. Dikkatli bir gözün kitabı okurken bu ayrıntıları kaçırmayacağından eminim. 

Büyük Şairimiz Ahmet Haşim’in kaleminden Anadolu'yu ve Anadolu insanını anlatan aşağıdaki satırları dikkatle okuyalım ve Nafia belgeselini izledikten sonra dünün ve bugünün karşılaştırmasını yeniden yapalım.

"Ankara’da Almanya imparatoru Anadolu hastalıklarını incelemek üzere gönderdiği bir tıp heyetinin bazı yüksek rütbeli üyeleri ile görüştüm.

Bu komutanlar anlamışlar ki, Anadolu Türklerinin karınları kurtlarla yüklü ve kanları bu kurtların salgıladığı parazitlerle dolu bulunuyor. Cinsi yakın bir yok olma ile tehdit eden bu halin sebebi nedir bilir misin? Beslenme eksikliği. Her ne kadar garip görünse de Anadolu Türkleri henüz ekmek yapımından bile habersizdir. Yedikleri mayasız bir yufkadır ki ne olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı. İstsinasız nakil vasıtaları olan kağnı hiç şüphe yok ki taş devri icatlarındandır. Kağnı bir araba değil fakat hayvana yapışıp onun kanını ve canını emen bir canavardır. Evlerine gelince, onlar da öyle. Duvarlar yontulmamış alelade taşların, çalı çırpının, leylek yuvasında olduğu gibi gelişigüzel dizilmesinden hasıl olmuştur. Anadolu külliyen temizlikten mahrumdur. Sakallı Celal'in dediği gibi en nefis icatları olan yoğurt bile pislik mahsulünden başka bir şey değildir. Anadolu hemen baştan başa frengilidir. Anadoluluların güzelliği de bozulmuştur. Bir köy bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa, topluca o kadar topal ve topalların o kadar muhtelif çeşidi görülür ki insan kendini eşyanın şeklini bozan dışbükey bir camla etrafa bakıyorum sanır."

Buna benzer hikâye ve tasvirleri dönemin yazar ve aydınları tarafından kaleme alınmış birçok kitapta okumak mümkün.

Bu hikâyelerin acıklı acıklı tasvir ettiği perişan durumdaki insanımız yüz yıl sonra dünyanın dört bir tarafında, -50 derece santigrattan +50 derece santigrata değişen iklim coğrafyalarında, çok farklı kültür iklimlerinde projeler üstlenmiş ve mühendislik literatürüne dünyanın bu alanda ikinci büyük ülkesi olarak adını yazdırmıştır. İşte elinizdeki kitap bir anlamda küllerinden doğan Anadolu insanının macerasıdır.

 

Eski hikâyelerin acıklı acıklı tasvir ettiği perişan durumdaki insanımız yüz yıl sonra dünyanın dört bir tarafında, -50 derece santigrattan +50 derece santigrata değişen iklim coğrafyalarında, çok farklı kültür iklimlerinde projeler üstlenmiş ve mühendislik literatürüne dünyanın bu alanda ikinci büyük ülkesi olarak adını yazdırdı.

 

Boğaziçi Köprüsünde son tabliyenin yerine konuşu

 

Bugünkü milli sınırlarımız içindeki demiryollarının tarihi 23 Eylül 1856 yılında 130 kilometrelik İzmir-Aydın Demiryolu hattının imtiyazı ile başlar.

 

**********