Terör

Terör örgütleri yeni gerçekliğe göre kendini hızla adapte ederken, bunların karşısında hantal yapıları ile ulus-devletler yetersiz kalıyor. Terör örgütleri sınır tanımıyor, bir ülkede planlayıp, başka bir ülkeden malzeme tedarik edip terör yapabiliyor. Uluslararası havaalanlarına düzenlenen bu saldırılarda farklı milliyetlerden bir çok kişi kurban oluyor. Böyle bir durumda ulus-devlet sınırları da anlamını yitiriyor.

Karel VALANSİ Köşe Yazısı
30 Mart 2016 Çarşamba

Irak Savaşını televizyonlar aracılığıyla naklen seyretmenin şaşkınlığını yaşayanlar hatırlar. Bu bir ilkti. Savaş oturma odamıza kadar girip kısa bir süreliğine ete kemiğe bürünmüştü. . Ancak daha sonraları gerçekliğini kaybetmiş, bir nevi bilgisayar oyununa dönüşmüştü; alçalan uçaklar, vurulan hedefler.

 

Bir diğer ilki 11 Eylül saldırılarında yaşamıştık. Saldırı tüm dünyanın gözü önünde cereyan ediyormuşçasına, olduğumuz yerde kalakalmış, televizyon ekranında Amerikan hedeflerinin, oldukça aşina olduğumuz sembol binaların vuruluşlarını ve yok edilişlerini seyretmiştik. El Kaide'nin ismi bu dev prodüksiyon terör saldırısı ile ölümsüzleşirken, yıkılan İkiz Kuleler de bir dönemin bitişini simgeliyordu. Modern demokrasinin dokunulmazlık inancını, dünyanın süper gücü Amerika'nın da terörden kaçamayacağını anlatıyordu. Üstelik adına yaraşır büyüklükte bir eylemle.

Oysa süper güç olduğu için asıl ABD'nin bunun geleceğini öngörmüş olması gerekiyordu. Ortadoğu'daki radikal kararların kendisine geri döneceğini biliyor, uyarıları fark etmiş ve gerekli önlemleri almış olması gerekiyordu. Bunu sadece bir bölgeye yönelik dış politikanın bir sonucu olarak resmetmek de yeterli değil. Daha geniş anlamda küreselleşme, halk arasındaki gelir eşitsizliğinin artması, sosyal politikaların azalması, zengin ülke-fakir ülke ayrımının daha da belirgin olması. Birbirini tamamlama yerine güçlünün güçsüzü ekonomik olarak boyunduruğu altına alması küresel çapta sosyal bir krizi tetikleyeceği beklenmeliydi.

Aydınlanma çağının bilgi odaklı, din ile devlet işlerini ayıran modernite projesi başarısızlığa uğradıkça, buna karşı gelişen köktendincilik ve dini referans alan düşmanlık ve şiddet tek çıkış yolu olarak görülür oldu. Bu da aslında iletişimde büyük bir sorun olduğunu gösteriyor. Çünkü kim yapmış olursa olsun bu tür saldırılarda iletilmek istenen bir mesaj vardır. Ve diyaloğun başarısızlığa uğradığı bir ortamda bu mesaj şiddet yolu ile verilmeye çalışılır.

Günümüzde IŞ(İD), kendinden önce gelen tüm terör örgütlerinin tecrübe ve bilgisini elinde bulunduruyor. Tüm bu bilgiler doğrultusunda kendini bağımsız hücrelerle, yarı bağımsız birlikler haline getirirken, merkez detaylı talimat kitapları ile bilgi aktarıyor, eylemi düzenleyip uygulamak ise bu birimlere kalıyor. Paris saldırısında ortaya çıkan tek kullanımlık cep telefonları örneğinde olduğu gibi istihbaratın saldırı öncesi bilgi alabilmesini zorlaştıran yeni bir şekle büründü işleyişleri.

Terör örgütleri yeni gerçekliğe göre kendini hızla adapte ederken, bunların karşısında hantal yapıları ile ulus-devletler yetersiz kalıyor. Terör örgütlerinin sınır tanımadığı, bir yerde planlayıp, başka bir yerden malzeme tedarik edip, bir başka ülke vatandaşı, havaalanı gibi birçok farklı ülkenin kayıp verdiği bir saldırı düzenlediğinde, ulus-devlet sınırları da anlamını yitiriyor. Ülkeler arası iş birliği ve bilgi paylaşımı beklenirken, 11 Eylül veya son Belçika örneğinde olduğu gibi ülke içi birimler arasında dahi bunun eksikliği göze çarpıyor. Oysa günümüzde kurum ve ülke sınırlarından çok, bunları aşan sürekli bir işbirliği, bilgi paylaşımı ve iletişim gerekli.

Din ve şiddet günümüzde birbirinin içine girmişken gücünü düşmanlaştırdığı ötekiden alıyor. Bu da dini fanatikliğe kucak açıyor. Oysa aydınlanmanın tamamlanması, belki de vatandaşlık kavramının yeniden tanımlanması gerekiyor. Birlikte yaşama kültürünün geliştirebilmesi ise teröre ve yarattığı korku, güvensizlik ortamına, gündelik hayatımızı ablukaya almasına en doğru cevap olacaktır.