Mekân Artı’da ‘Burada.Bugün’

Gerçeğin olmadığı yerde sahte, gerçek olur.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
16 Mart 2016 Çarşamba

Murat Baykan’ın, çağcıl Alman tiyatrosunun önemli isimlerinden Çek asıllı Igor Bauersima’dan çevirdiği ‘Norway.Today, şubat ayından itibaren ‘Burada.Bugün’ adıyla Mekân Artı’da sahneleniyor. Bauersima, yazıldığı 2001 yılında en iyi metin ve izleyici özel ödülleri alan, 25 dile çevrilerek dünya çapında 200’den fazla tiyatro tarafından sahnelenen Burada. Bugün’ü gerçek bir olaydan esinlenerek yazmış.

Bauersima, intihar etmeye karar veren ve bunu yaparken kendine eşlik edecek birini bulmak için internet üzerinden ilân veren Julie ile bu ilâna cevap veren August’un intihara giden yolculuğunu anlatırken, sanal dünyanın gerçekliğini sorgulayan iki genç üzerinden, iletişim çağının yarattığı iletişimsizliği tartışıyor, varoluş sorusuna genç kuşağın ağzından cevap ararken felsefenin temel sorularına eğiliyor.

Norway.Today, günümüz gençliğinin hem güzel, hem karanlık ve karamsar bir portresi. Julie ve August, kendilerini öldürmeye kadar götüren önemli travmalar yaşamış değiller. Aksine sevgiyle yetiştirilmiş çocuklar. Asıl sorun günümüz genç kuşağının temelsizliği, yaşadıkları bugünden ve yaşayacakları yarınlardan hiçbir beklentileri olmayışı.

Igor Bauersima, sağlam metinleri kadar, tiyatro ve sinemanın tekniklerini harmanladığı sahne tasarımlarıyla da bilinen bir yazar. DOT ekibinden tanıdığımız, tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu Mert Öner, bu ilk profesyonel yönetmenlik çalışmasında, oyun ile gerçekliğin, sinema ile tiyatronun iç içe geçtiği bir anlatımı yeğlemiş. Oyunun son bölümlerindeki canlı video çekimlerini, stüdyo çekimi olarak göstermeyi yeğlemesi, iki oyuncusuna (altından başarıyla kalktıkları) senkronizasyon zorluğu yaratsa da, gerçek ve sanal dünyaların karşıtlığını başarıyla veriyor. Ancak, Mert’in asıl başarısı, metnin o iç kapatıcı karanlığını verirken, içerdiği beklenmedik yaşam sevincini, şaşırtıcı romantizmini ortaya çıkarmış olmasında.

Öner, bu zorlu oyunun altından kalkabilecek iki oyuncuyu uzun zaman aramış. Sonuçta dizi geçmişlerine karşın, tiyatro sahnesine ilk kez adım atan Büşra Develi ve Sercan Badur’da karar kılmış. Ustaca yönetilen bu iki gencecik oyuncu, ölümün soğukluğuna katmayı başardıkları insan sıcaklığıyla, Burada.Bugün’ü Kuzey Işığı’ndan da fazla aydınlatıyorlar. Sadece dört dörtlük yorumları için değil, müthiş uyuşan kimyaları için de Büşra ile Sercan’ı izlemek ayrı bir keyif.

Mert’in amatör ruhunu kaybetmeden, sevgiyle sahnelediği bu ilk profesyonel çalışmasını

kaçırmayın. Mart boyunca her cuma-cumartesi Şafak Movieplex Sineması Mekân Artı Çemberlitaş Sahnesinde. Nisanda Kafka’nın ‘Amerika’sıyla dönüşümlü olarak sahnelenecek.

Eskişehir Şehir Tiyatrolarından (fazla) ‘Ağır (bir) Roman’

Metin Kaçan’ın kült romanı ‘Ağır Roman’, Kolera Sokak’ta, yaşayan, toplum tarafından dışlanmış, devlet tarafından yok sayılmış çingenelerin, suç ve şiddet dolu hikâyelerini anlatır.

Kaçan, Ağır Roman’ın merkezine, henüz kendisinin kim olduğunu bile keşfetmeden, mahallenin öldürülen kabadayısı Arap Sado’nun izinden giderek, ‘Âlemin Kralı’ rolünü üstlenen Gıli Gıli Salih’i alır. Mahallenin sorumluluğunu yüklenen Salih, mahallenin üzerine çöken, ‘Kolera Canavarı’ olarak adlandırılmış kimliği belirsiz kişinin cinayetlerini sonlandırmaya çalışırken, âşık olduğu Tina adlı fahişeye sahip çıkmanın yolunu da aramaktadır…

1961’de Kayseri’de doğan Kaçan altı aylıkken ailesiyle birlikte geldiği İstanbul’da Dolapdere’de, Kolera’ya benzeyen bir mahallede büyüdü. 1990’da yazdığı Ağır Roman kısa sürede kült statüsüne ulaştı.

1996’da Alp Buğdaycı ile birlikte bir kadına tecavüz ve işkence ettikleri gerekçesiyle ceza alan Metin Kaçan, 2013’te bindiği taksiyi durdurarak Boğaziçi Köprüsünden atlayarak intihar etmişti. Ağabeyi karikatürist Hasan Kaçan’a göre, kardeşi 28 Şubat sürecinde medyada kendisi ile ilgili yürütülen linç kampanyası nedeniyle yaşamına son vermişti.

Ağır Roman’ın, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarında sahnelenmekte olan, Zerrin Akdenizli tarafından yapılmış uyarlaması, iki günlüğüne İstanbul’a turneye de geldi.

Birkaç yıl önce oyunun müzikal versiyonunu sahneye koymuş olan ödüllü genç yönetmen Barış Erdenk, bu kez de bu kalabalık kadrolu uyarlamanın yönetmen koltuğunda. Baştan söylemekte fayda var; Ağır Roman, yıllardır başarılı işlerini izlediğim Eskişehirlilerin en sevmediğim çalışması oldu.

İlk önemli kusur dramaturgisinde. Kitabın adındaki Roman, ağır anlatılan bir edebiyat türü için değil, çingene müziği için kullanılmıştır. Bir çırpıda, soluk soluğa okunan metnin birincil ve yan karakterlerin tanıtılması için 10-15 dakika yeterliyken 2,5 saatlik oyunun ilk 75 dakikası, birçok önemli olayın henüz gündeme gelmediği bitmez tükenmez bir giriş bölümü halinde. Tina oyuna 75. dakikada girecek, Kolera Canavarıysa var olmak için ikinci perdeyi bekleyecekti. İyice sarkan ilk perdenin ardından, tüm olaylar ikinci perdenin bir saatlik süresine sıkıştırılmak zorunda kalacaktır.

İkincisi, oyunun duygusu yanlış. Sıra dışı bir yazarın, sıra dışı insanların sıra dışı hayatlarını, bu tutunamamış insanların üzerinden toplum dışı kalmış tüm azınlıkların trajedisini ele alan romanı, karakterleri ve hayat öyküleriyle Kaçan’ın içinde yaşamış olduğu toplumun aynasıdır. Kült statüsüne erişmesinin sebebi, yalınlığı ve gerçekliği, Kolera’da bize sürreel gelen olayların ve kişilerin aslında birebir var olmalarıdır. Erdenk’in tercih ettiği aşırı melodramatik yorum, Kaçan’ın yapmak istediğiyle ters düşmekte, ‘varoş melodramı’nın feriştahı olan ‘Keşanlı’nın zayıf bir taklidinden öteye gitmemektedir.

Üçüncü sorun da oyunculuklarda. Genelde gerçekçi oyunculuklarını takdir ettiğim Eskişehir ekibinin tamamı, ilk replikten itibaren, her an tiyatroda olduğumuzu anımsatacak bir ‘rol kesme’ çabasında. Salih’i canlandıran Berkay Akın’ın her monoloğunu 19. yüzyıl tarzında yüksek sesle okunan Shakespeare tiradlarına çevirmesi, bazen tahammül sınırlarını zorluyor. Şive çalışmalarıysa tam bir fiyasko. Emre Başalak, sağlam Gaftici Fethi kompozisyonunu, kötü bir Yahudi şivesi taklidini andıran çingene şivesiyle (artık hiçbir Yahudi öyle konuşmuyor ya) bozarken, Özlem Baykara Danacı’nın başarılı Tina’sı ne idüğü belirsiz, ama kesinlikle Rum şivesi olmayan bir ağızla konuşuyor.

Ben pek sevemedim ama yine de siz bilirsiniz. İzlediğim gece her tiradı bol bol alkışlayan seyirciler de vardı.

Seyyar Sahne’nin ‘Tehlikeli Oyunlar’ı

Roman uyarlamasında Ağır Roman ne kadar zayıf kalıyorsa, Oğuz Arıcı ve Erdem Şenocak’ın metin düzenlemesini yaptıkları, konsept ve yönetmenliği Celal Mordeniz’in yaptığı ‘Tehlikeli Oyunlar’ o kadar güçlü bir çalışma.

Öğrencilik yıllarında İTÜ Sahnesi’ndeki amatör tiyatrocuların, mezun olduktan sonra da tiyatroya devam etme kararı alarak, 2000 yılında İTÜ Mezunlar Tiyatrosu Girişimi adıyla başlattıkları süreç, Boğaziçi Üniversitesinde öğrencilik yıllarında tiyatroyla yoğun olarak ilgilenip, mezun olduktan sonra tiyatroya devam etmenin yollarını arayan dört amatör tiyatrocunun da katılmasıyla 2001’de Seyyar Sahne’yi oluşturmuş. Sitelerinde Seyyar Sahne’nin derdini şöyle anlatıyorlar:

Her ne kadar alışılagelen anlamda profesyonel tiyatrocular olmasak da, grubun kuruluşunda “hoşça vakit geçirmenin” ya da günün yorgunluğunu üzerimizden atabileceğimiz bir hobi ile uğraşmanın ötesinde motivasyonların rol oynadığını vurgulamak yerinde olacaktır. Bizi harekete geçiren esas dürtünün, sürekli olarak “soyu tükenen sanat” muamelesi gören, “eğlencelik” olmakla “müzelik” olmak seçenekleri arasında bırakılan tiyatronun birçok zorluğa rağmen dinamik bir faaliyet olarak sürdürülebileceği düşüncesidir. Ve bizce böyle bir dinamizm, “tiyatro sanatını yaşatabilmek” adına değil, bize kendini doğalmış gibi kabul ettirmeyi her seferinde başaran o meşhur “gündelik hayatın” akışında ufak tefek de olsa sızıntılara yol açabilmek adına sağlanmalıdır.

Birkaç yıldır, ‘tiyatro dışı’ metinlerin dramatik olanaklarını araştıran Seyyar Sahne, Oğuz Atay’ın, yazdığı ‘Tehlikeli Oyunlar’ romanını 2009’dan beri, tek kişilik bir oyun olarak sahneliyor. Tehlikeli Oyunlar, Hikmet Benol karakterinin varoluş mücadelesi üzerinde şekillenen, diyalogdan monoloğa, ben-anlatıcıdan tanrısal-anlatıcıya, mektuplardan günlüklere ve şiirlere, didaskalilerden kaleydoskopik görüntüler oluşturan bilinç-akışlarına birçok yazın tekniği ve türüyle anlatım olanaklarının sınırlarının zorlandığı uzun soluklu bir roman. 

Tek kişilik oyun konseptini oluşturan Mordeniz, bu fikrin 2008’de bir sesli roman okuma çalışması sırasında oluştuğunu söylüyor:

“Dönüp baktığımda her büyük romanda en az bir tek kişilik oyunun saklı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Bana öyle geliyor ki tek kişilik oyun mefhumu roman sanatının sahne sanatına çevrilmesinden doğmuştur. Yani modern romandan önce tek kişilik oyundan söz etmek anakronik bir durum olurdu. Modern romanla tanışmamış bir çağın izleyicisinin sahnede göreceği tek başına bir oyuncu, onun algısını aşardı; oyuncunun arkasında bir koro olmaksızın oyuncuyu algılayamazdı. Özetle, tek kişilik oyun, tiyatronun romanla hemhâl olduğu yerdir. Roman bireyselliğe, tiyatro ise kamusallığa denk geldiğinden bu buluşma, bireyin bütün mahremiyetiyle kamunun ışığına çıkışını temsil eder.”

Tehlikeli Oyunlar’ı izlemek çok özel bir tiyatro deneyimi. İki perdelik, 130 dakika süren oyunu heyecanla, sıkmadan, doludizgin izleten Erdem Şenocak, hâlâ üzerinde çalıştıklarını ve her an yeni bir keşifte bulunduklarını söylüyor.

İlk kez keşfedecekler ve yeniden izleyecekler için ayda bir iki kez sahnelenmeye devam ediyor. 4 Nisan’da Moda Sahnesinde. Hepinize iyi seyirler.