Yalanlar labirenti

Savaş sonrası Almanya’da Holokost inkârcılığı

Nelly BAROKAS Kültür
7 Ekim 2015 Çarşamba

‘Labyrinth of Lies’ (Yalanlar Labirenti) adlı film, Hitler’in Üçüncü Reich hükümetinin sona ermesinin ardından, 1958 yılında küllerinden yeniden doğmaya çalışan Almanya’da insanların bir unutkanlık havasına girdiğini, yakın geçmişi unutmayı yeğlediğini ortaya koyuyor.

Savaş sonrasında, Almanya’da sokaktaki herhangi bir kişiye, temerküz kamplarında öldürülen milyonlarca Yahudi hakkında bir soru sorulduğunda alınan yanıt, “Bunun düşman tarafından uydurulmuş kötü bir propaganda” şeklindeydi.

Auschwitz? O da neydi? Nuremberg Duruşmaları? O da her savaş sonrasında olduğu gibi kazananların kaybedenleri yargıladığı doğal mahkemelerdi.

Günümüzde Alman hükümetleri ile halkının 6 milyon Yahudinin öldürülmesinin sorumluluğunu tümüyle kabullenmiş tutumu göz önüne alındığında, bu ülkenin insanının savaş sonrasındaki tavrına bir anlam vermek zor.

İnkar duvarına ilk darbe 1963 ile 1965 arasında devam eden ve Frankfurt Auschwitz Mahkemesi olarak da bilinen mahkeme sonucunda, ölüm kampının yönetimde yer alan 22 kişinin cezalandırılması oldu.

Giulio Ricciarelli’nin yönetmenliğinde, 2014 Almanya yapımı ‘Labyrinth of Lies’ (Almanca: Im Labyrinth des Schweigens) adlı film bu konuyu işlemekte. Toronto Film Festivali’nde gösterimi yapılan film, Yabancı Dilde Film Oscar Ödülleri kategorisinde Almanya’yı temsil edecek. Yönetmen Giulio Ricciarelli kendisi ile yapılan bir söyleşide, “1950’lerin sonlarında Alman halkının çoğunluğunun Auschwitz’i hiç duymamış olmaları inanılması zor bir gerçekti. İkinci Dünya Savaşı sonunda karanlık geçmişi olmamış saymak gibi bir eğilim vardı” demekte.

Son yarım yüzyılda Almanya’daki değişimi ve dönüşümü de gözler önüne seren filmin senaryosunun yazarı ve oyuncu kadrosu Almanlardan oluşmakta.

İtalyan bir baba ile Alman bir annenin oğlu olan 50 yaşındaki Giulio Ricciarelli Holokost ile ilgili ilk fotoğrafları gördüğünde henüz 8 yaşındaydı ve kendi ifadesine göre yıkılmıştı. “Şairlerin ve düşünürlerin vatanında yaşamaları ile gurur duyan normal insanların nasıl böyle bir vahşet yapabildiklerini bugün halen anlamıyorum” demekte.

Ricciarelli’nin filmde Holokost kurbanlarını yansıtırken ince bir duyarlılık gösterdiği belirtiliyor, filmin kahramanı Radmann’ın verdiği sözü tutup Auschwitz’de ölenler için Kadiş duasını okumasından Yahudilerin rencide olmayacaklarını düşünüyor.

GENÇ BİR SAVCININ MÜCADELESİ

Başarılı bir oyunun sergilendiği filmde bir adamın gerçek için verdiği mücadelesi konu ediliyor. İdealist bir gencin güçlü bürokratik yapıya karşı mücadelesi.

Johann Radmann idealist genç bir savcıdır. Radmann, Berlin’de öğretmenlik yapmakta olan ancak geçmişte Auschwitz Ölüm Kampı’nda komutan olmuş Charles Schulz’un yargıya çıkarılıp cezalandırılması için çaba sarfetmektedir. Fakat çabaları sonuçsuz kalmaktadır, çünkü eski Naziler hükümette yer aldıkları gibi birbirlerini kollamaktadırlar.

Johann Radmann’ın patronu, savcı Fritz Bauer, temerküz kamplarında bulunmuş bir Yahudi ve Sosyalisttir. Bauer genç Radmann’ı Auschwitz kampını yönetmiş ve orada çalışmış isimleri araştırmakla görevlendirir. Radmann 8 bin isme ulaşmayı başarır.

Genç Radmann, bu yoğun çalışmalarının yanı sıra moda tasarımcısı Marlene’e yakınlaşma fırsatı bulurken, kendi öz babasının Nazi Partisi üyesi olduğunu keşfeder. Marlene’in babasının da parti üyesi olduğunu öğrenir.  Bunu Marlene’e söyleyince genç kadın ilişkilerine son verir. Savcı Fritz Bauer’in yanından ayrılıp bir sanayicinin yanında çalışmaya başlayan Johann Radmann, araştırdığı bir Nazi’yi patronunun müdafaa ettiğini görünce umutsuzluğa kapılır. Radmann, Auschwitz’de öldürülen iki kız arkadaşı için ölüm kampına gidip Kadiş duasını okuduktan sonra onun yanında çalışmak üzere savcı Fritz Bauer’e döner. Film, Auschwitz’i yönetmiş ve orada görev yapmış yüzlerce suçlunun yargıya taşınması ve duruşmaların başlaması ile son bulur.