İstanbul Bienali ve Büyükada

Silvyo OVADYA Toplum
9 Eylül 2015 Çarşamba

İstanbul’da yaşıyorsanız mutlaka adalara ve özellikle Büyükada’ya -özellikle diyorum çünkü en büyüğü ve en çok gezilebilecek yere sahip ada- gitmiş olmalısınız. Gitmediniz ise sizi anlıyorum -hayatımda ilk kez Büyükada’ya 15 yaşımda gittim- ancak çok şey kaybediyorsunuz. Adanın gezilecek yerlerinin yanı sıra yıllardır İstanbul Bienali’ni düzenleyen İKSV bu yıl sanat eserlerinin enstale edileceği alanlara Büyükada’nın yedi tarihi ve turistik alanını da kattı. Çok eski adalı olmamama rağmen bu olayı duyduğumda ne kadar sevindiğime inanamazsınız. Son yıllarda adayı ziyaret eden, kültür ve sanat düzeyi çok da yüksek olmayan binlerce ziyaretçinin yanı sıra geniş sayıda yerli ve yabancı sanatseverin de ziyaret edecek olması her nedense beni çok sevindirdi. Bienalin bir kısım mekânının adada olacağını ne yazık ki geç öğrendim. Yoksa elimden gelen tüm temaslarla hiç olmazsa bir mekânın yönetiminde yer aldığım Anadolu Kulübünde olmasını çok arzulardım. Arzulardım çünkü kuruluşunda Atatürk’ün de büyük emeği geçen Anadolu Kulübünün daha yakından tanınması için… Arzulardım çünkü 1906’da Prinkipo British Yacht Club olarak kurulan, 1937’de Anadolu Kulübüne satılan, bünyesinde beş tarihi bina barındıran ve en az sergi mekânları kadar tarihi olan bu binalarının sanatseverler tarafından ziyaret edilmelerini istediğim için…

Sanatla ilginiz yok ise bienal da ne demek diye sorabilirsiniz. Bienal iki yılda bir düzenlenen etkinliklere verilen addır. Ancak genellikle sanat etkinlikleri veya sergi için kullanıldığını sanıyorum. Dünyada bilinen en eski sanat bienali 1895 yılında gerçekleştirilen Venedik Bienali’dir.

Sanattan çok demeyeceğim ancak yeteri kadar anlamıyorsanız dahi Bienal’i mutlaka bir rehber eşliğinde gezin. 5 Eylül’de başlanan Bienal, 1 Kasım tarihine dek gezilebilecek. Ancak gezmiş olduğunuz mekânların ardından bazı enstalasyonlardan bir şey anlamadınız veya bir yorum yapamıyorsanız moraliniz bozulmasın. Bu yıl 14.sü düzenlenen İstanbul Bienali’nin çoğunu ziyaret etmeme rağmen gerekli bilgileri okumaz, bir rehber eşliğinde dolaşmaz ya da sanatçıdan bazı bilgiler alamazsam anlamadığım veya yorumlayamadığım birçok sanatsal etkinlikle karşı karşıya kalabiliyorum.

Enstalasyon (yerleştirme) nedir, kısaca bahsetmek istiyorum. Enstalasyon geleneksel sanat eserlerinden farklı olarak, çevreden bağımsız bir sanat nesnesi içermeyip belirli bir açık veya kapalı mekan için yaratılan ve izleyici katılımının bir gereklilik olduğu sanatsal etkinliktir. Bazı örneklerinde yüz metrelik bir alana sanatçının yerleştirmiş olduğu farklı pozisyonlarda 8-10 tekerlek ve bir beyaz çizgi ya da bir ağaç kütüğü ve ikisi üzerinde diğer on beş-yirmi tanesi önünde el şeklindeki cisimlerle karşılaşabilirsiniz. Bir broşürden açıklamasını okumaz veya herhangi biri (rehber ya da sanatçı) size izahat vermez ise o sanat eserini anlamanız pek de olanaklı değildir kanaatindeyim.

14. İstanbul Bienali, Rumeli Fenerinden Adalara dek (Sivriada dahil. Nasıl ulaşılır inanın ben de bilmiyorum) Beyoğlu, Karaköy, İstanbul Modern, Pera Müzesi, Özel İtalyan Lisesi, Masumiyet Müzesi, Cezayir Binası, Depo, Fransız Yetimhanesi gibi çok sayıda binada gerçekleştiriliyor.

3 Eylül Perşembe günü ‘Bienal Büyükada’da destekçilerinin katılımıyla Büyükada ön izleme programı gerçekleştirildi. O gün Büyükada Splendid Oteli, Anadolu Kulübü ve bünyesindeki La Vie Cafe yıllardır özlemini çektiği önemli bir bölümünü yurtdışından gelen sanat insanlarıyla sanatseverlerin oluşturduğu yüzlerce kişiyi ağırladı. La Vie Cafe’deki brunch’ın ardından Bienal Büyükada’nın sponsoru Denizbank’ı temsilen Genel Müdür Hakan Ateş’e, altın destekçiler Berrak-Nezih Barut’a, Oya-Bülent Eczacıbaşı’na, Pınar-Hakan Ertaç’a ve Tahincioğlu Grubu’na, gümüş destekçiler Boyner Grubu’na, Altur’a, karnaval.com’a, Nef Yapı’ya ve Tilda-Erol Tezman’a teşekkür plaketleri verildi. Ben ancak bundan sonraki Rehberli Bienalin Büyükada kısmına katıldım. Yılın en sıcak günlerinin birinde rehberimiz Endüstriyel Tasarımcı Alper’in peşinde yokuş merdiven demeden yedi mekânı ve sekiz enstalasyonu zevke izledik. Büyükada Halk Kütüphanesindeki Merve Kılıçer’in eserini gezerken sanatçı ile birlikte olma ve izahatları kendisinden alma şansına sahip olduk. Tiamat ve İnanna’nın hikâyelerini baskı desenlerle anlatan iki yaradılış hikâyesi var. Üzerinde bulundukları masanın metallerinden tavandaki yabani kurutulmuş çiçeğe kadar detaylar teker teker sanatçı tarafından aktarıldı.

Anadolu Kulübüne doğru giderken Sakızlı Mehmet Paşa’nın 1908 yılında yanan Giacomo Otelinin arazisinin bir bölümü üzerinde yaptırılan Splendid Palas Oteli yer alır. Art Nouveau tarzındaki otel 1911 yılından beri hizmet vermekte. Bienal’in en önemli noktalarından biri olan bu mekân perşembe günü Bienal Küratörü Carolyn Christov-Bakargiev, Orhan Pamuk, William Kentridge’nin söyleşisine sahiplik yaparken önemli bir konuk grubunun da aynı otelde yemekte olduklarını gözlemledik. Birinci katın holünde Güney Afrikalı sanatçı William Kentridge’in ‘Ah! İçli Makine’ başlıklı beş kanallı bir projeksiyonu yer aldı. Sonraki mekânımız Rizzo Palas idi. Kadıyoran yokuşundaki bu yorgun bina Stefan Rizzo’nun adını taşır ve 1961 yılına dek ev olarak kullanılmıştı. Daha sonraları Balıklı Rum Hastanesi Vakfına geçen bina 2010 yılına dek pansiyon olarak hizmet vermişti. Burada Ed Atkins adlı sanatçının bir video çalışması yer alıyor. Çoklu ses kanalları ile iki kanallı video ve karışık teknik türünde bir yapıt. Adalılar Nizam’da ilerlerken Al Palas olarak bilinen kırmızı kuleli evi (zamanında sahibi George Mizzi’nin tepedeki kuleyi rasathane olarak kullandığı söylenir) mutlaka bilirler ancak adının Mizzi Köşkü olduğu da pek bilinmez. 1894 yılında tasarlanmış binanın son yıllarda Anıtlar Genel Müdürlüğünden gerekli izni alamamasından dolayı yarı şantiye görünümündedir. Burada Susan Philipsz’in fotoğraf baskılarıyla sualtı kayıtları ve sinyalleri dinlenebiliyor.

Çankaya No.57’deki ikiz binalar Ermeni bir işadamının iki kızı için 1908 yılında yaptırmış olduğu ikiz evlerdi. Birinde ABD’li sanatçı Daia Martin’in ‘Eşikte’ başlıklı 16 mm sesli filmi gösteriliyor. Çıkışta Bienal’de yer almayan Con Paşa Köşkü ile karşı karşıyasınız. Arkas Holding tarafından birkaç yıl önce restore edilen bina yüzyılın başında adalara düzenli vapur seferlerini sarayın yardımlarıyla gerçekleştiren Trasivolos Yannaros’tan (Sonra Con Paşa adını almıştır) başkası değildi. Yanındaki Hamlacı Sokaktan aşağı doğru inerseniz biraz ileride bakımsız bir bahçeden geçtikten sonra Troçki’nin evinin kalıntılarını görürsünüz. Yılın en sıcak günlerinden birinde gerçekleştirilen bu etkinlikte, iki saati aşkın bir yürüyüşün ardından yokuşun iyice yorduğu katılımcılar, denizi ve denizin içinde Arjantinli Sanatçı Adrian Villar Rojas’ın organik ve organik olmayan malzemelerle vücuda getirdiği eseri görünce büyülendiler. Denizin içinde organik olmayan ve organik canavarlar. Böğürlerine vuran dalgalara direniyor, diğerlerini sırtlarında taşıyorlar. Bir liderleri yok, tehditkâr bakan gözlerini eve dikmişler, sanki bir toprağın yakasına yapışıp onu geri alacaklar.

Fotoğraflarda gördüğünüz gibi büyüleyici bir manzara; yorumu da bir hayli uzun. Denize beton dökerek birkaç ayda gerçekleştirilen bu eserin belediye, bir vakıf veya herhangi bir kurum tarafından satın alınıp orada sürekli sergilenmesini gerçekten isterim.

Deniz otobüsü iskelesindeki Kaptan Paşa deniz otobüsü ve içindeki Marcos Lutyens ve Pınar Yoldaş’a ait çalışmaları görmeden adadan ayrılmayın. Tabii turist akınından deniz otobüsünün kapıları erken kapanmaz ise…