Bir Kuzguncuk aşığı İbrahim Bardavit

Yüzyıllardır üç semavi din mensuplarının bir arada yaşadığı; sinagog, kilise ve camilerde ezan, hazan ve çan seslerinin birlikte dinlenildiği, dostluğun daima ön planda tutulduğu, ‘İstanbul’un İnci Gerdanlığı’ bir zamanların ‘Bella Vista’sı ve huzurun başkenti olarak adlandırılan Kuzguncuk’ta çocukluğu ve gençliği geçen İbrahim Bardavit o günleri ve özlemlerini şöyle anlatıyor

Dora NİYEGO Toplum 0 yorum
12 Kasım 2014 Çarşamba

Öncelikle sizi tanıyalım

Kuzguncuk doğumluyum. İlkokul eğitimimi Kuzguncuk 45. İlkokulu’nda yaptım. Orta ve liseyi Saint Benoit Lisesi’nde okudum. Ancak babamın ölümünden sonra eğitimimi yarıda bırakmak zorunda kaldım çünkü babamın işini devam ettirip, ailenin geçimini sağlamak zorunda idim. Daha sonraki yıllarda tekstil sektörüne girdim. Otuz iki yıl tekstil sektöründe çalıştıktan sonra emekli oldum.

Çocukluk döneminizde Kuzguncuk’taki yaşantınızı anlatır mısınız?

Kuzguncuk’ta yaşayanlar bilir, biz orada büyük bir aile gibiydik. Herkes birbirini tanır, sever ve birbirine saygı duyardı. Çocukluğum çok güzel geçti. İki tane ilkokulumuz vardı.  Yahudiler çocukluklarını çoğunlukla 45. İlkokulu’na gönderirlerdi. Okulumuz meşhur Marko Paşa’nın Köşkü’nün binasında idi. Kızlı erkekli sınıflarda okurduk. Okul bütün gündü, evimize beş altı dakikalık uzaklıkta olduğu için de yürüyerek gidip gelirdik. 

Yazları bütün gün köyün çocukları ile top oynardık. Haftanın bir veya iki gecesi de ailemizle açık hava sinemasına giderdik. Aileler birbirini tanır, sık sık birbirlerini ziyarete giderlerdi. Ulaşım çoğunlukla vapurla yapıldığından, vapur tarifelerini yakından takip ederdik. Kadınlar eşlerini karşılamak için akşam saatlerinde İskele’ye giderlerdi.

Kuzguncuk’ta benim çocukluğumda, takriben 800 Yahudi ailesi yaşardı. Fakirlik yüzünden, 1948’den sonra birçok aile göç etmek zorunda kaldılar. Göç, tüm zorluklarına rağmen bu aileler için umut kapısı idi.

Biraz da Kuzguncuk’ta geçen gençlik döneminizden bahseder misiniz?

Gençliğimde, arkadaşlarımızla İcadiye Caddesi’nde gezinti turlarına çıkar, piyasa yapardık.

O yıllarda gençler toplanıp yılda en az iki gezi yapardık. Şile, Kumburgaz veya Celaliye’ye gidilirdi. Bazen Şişli ve Kadıköy‘den arkadaşlarımız da bize katılırdı. Gezilerimiz çok neşeli geçerdi. Kumburgaz o zamanlar henüz beton yığını değildi. Bütün sahil boydan boya bomboştu. Köyümüzde her dinden arkadaşımız vardı. O yıllarda din ayrılığı hiçbir zaman sorun olmazdı.

O zamanlar Yahudi Cemaati dinine bağlı mıydı?

İki tane sinagogumuz vardı. Aşağıdaki sinagog, Bet Yaakov ve yukarıdaki sinagog Bet Nisim veya o zamanki adı ile Verane sinagogu. O dönemde, aşağıdaki sinagogun hahamı Mişel Abut, yukarıdaki sinagogun hahamı Albert Amram idi. Bayram günlerinde her iki sinagog da dolup taşardı. Mişel Abut’un sesi çok güzel ve gürdü. Bayramlarda hep birlikte dua ederken, o araya girer, bütün sesleri bastırırdı. Daha ileriki yıllarda, Kalaora ve Viktor Afya hazanlık yaptılar. Şimdi her ikisi de Meksika’da yaşıyor, hazanlık yapmaya devam ediyorlar.

Yazları her akşam, biz çocuklar sinagogda din derslerine giderdik. İlk zamanlar, rahmetli Rafael Franses, daha sonraları rahmetli Ribi Albert Amram bize din dersi verirlerdi. İbranice hocası Danon bize lisan dersi verirdi. Biraz daha büyüyünce, rahmetli Nesim Albala bizleri Or-Ahayim ve Orfelina derneğine aldı. Uzun yıllar birlikte çalıştık. On beş, on altı yaşına geldiğimizde, Purim ve Pesah bayramlarında Ket’e çıkardık. Her evde bir Or-Ahayim, bir de Orfelina kumbarası varsı. Ket’e iki kişi, bir kız bir erkek çıkılırdı. Hiç unutmam, Nesim Albala göğsüne vurarak, şöyle derdi: “Göğsümü açsalar, bir tarafından Or-Ahayim, öbür tarafından Orfelina çıkar.”

Kuzguncuk’ta düğün ve cenazeler nerede yapılırdı?

O yıllarda Neve Şalom Sinagogu henüz inşa edilmemişti. Düğünler ya Karaköy’deki Zülfaris Sinagogu’nda ya da Kuzguncuk’ta aşağıdaki Büyük Sinagog’da yapılırdı. Sinagogun bahçesinde, bağış masaları kurulurdu. Sinagogdan çıkanlar, her masaya bir miktar para yatırırdı.

Cenazeler bizde farklı olurdu. Cenaze duası bittikten sonra, Muçaços diye adlandırdığımız kişiler, özel giysileri içinde, hahamın ilahileri eşliğinde cenazeyi omuzlarında taşıyarak, mezarlığa kadar yayan götürürlerdi. Caddeden geçtiklerinde, din ayırmaksızın kahvede veya evlerinin önünde oturan halk ayağa kalkar, saygı duruşunda bulunurlardı. Caddenin sonuna geldiklerinde, Muçaços’lar mola verirler, haham da Sof Davar duasını okurdu. Sonra cenaze tekrar omuzlara alınır, küçük dar bir patikadan geçerek, mezarlığa götürülürdü. Mezarlığımız çok eski idi. Hatta orada 600 yıllık mezar taşlarına bile rastlayabilirdiniz.

Cemaat üyelerinin Kuzguncuk’tan ayrılmaları nasıl oldu? Bildiğim kadarı ile siz halen Kuzguncuk Yönetim Kurulu’nda görevlisiniz. Biraz bu yöndeki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

 

1955-1970 yılları arası, çocuklarını daha iyi okullarda okutmak veya daha konforlu yaşam şartları bulmak gibi çeşitli nedenlerle, bazı aileler Kadıköy’e bazı aileler de Şişli’ye taşınmaya başladılar. Biz ise, 1970 yılında ağabeyim Dr. Josef Bardavit’in ölümünden sonra Kuzguncuk’ta aynı evde yaşamak istemedik. Böylece biz de, Kuzguncuk’u terk edenler kervanına katıldık.

Uzun yıllar Kuzguncuk Cemaati’nde bilfiil görev aldım ve halen de elimden geldiğince faydalı olmaya çalışıyorum. Bugün halen cemaatimizden Kuzguncuk’ta yaşayan aileler çok az. Aşağı yukarı 14-15 kişi kadar kaldılar. Her cumartesi günü dua için keilamıza gelen yahidlerin çoğu Kuzguncuklu olmayanlardan oluşuyor. Bu kişiler yönetim kurulumuzdan büyük yakınlık gördükleri için, orayı Kuzguncuklular kadar benimsediler ve böylece kemikleşmiş bir yahid topluluğu oluşmuş oldu.

Halen Kuzguncuk’ta geçen yaşantınızın özlemini çeker misiniz?

Bugün oturduğumuz binada bitişiğimizdeki komşudan başka kimseyi tanımıyoruz. Kuzguncuk’ta ise herkes birbirini tanır, aramızda hoş diyaloglar geçerdi. Bu dostluğun özlemini bugün halen çekiyorum. Buna örnek olarak, bir anımı sizinle paylaşmak istiyorum. O yıllar evimiz tam vapur iskelesinin yanı başındaydı. Vapurdan çıkanlar bizim evin önünden geçmek zorundaydılar. Akşam vakti, işten dönerken, babam yakın komşumuz Davit Jeruzalmi ile vapurdan çıkarlar evimizin önünde sohbete devam ederlerdi. Kuzguncuk’a her yarım saatte bir vapur gelirdi. Biz yukarda babamızın gelmesini beklerken, birkaç vapur gelir boşalır, ancak babam halen sohbette olurdu. En nihayet sohbet biter, babam yukarı çıktığında, annem babama sitem ederdi. Babam da annemi yatıştırmak için ‘Çok derin meseleleri tartışıyorduk’ derdi. Bu hoş anılar hafızamdan silinmez. Komşularımızla, çevremizdekilerle böylesine sıcak bir atmosferin oluşmasının artık imkânsız olmasına çoğu zaman üzülürüm.

2 Yorum