Andy Warhol ve Stephen Chambers İstanbul’da

Pera Müzesi geçtiğimiz Mayıs ayında iki önemli sergi ile İstanbullu sanatseverlerin karşısına çıktı. Biri Slovak asıllı Amerikalı sanatçı Andy Warhol’un Slovakya Modra’daki Zoya Müzesi koleksiyonundan derlenen, kimi daha önce ülkemizde sergilenmemiş serigrafi ve desenleri. Diğeri, Kraliyet Sanat Akademisi, Londra işbirliği ile İngiliz çağdaş sanatçı ve Royal Academy üyesi Stephen Chambers’ın düşsel dünyasına yolculuk niteliğindeki ‘Stephen Chambers: Büyük Ülke ve Diğer Hikâyeler’ sergisi. Her iki sergi de 20 Temmuz tarihine kadar Pera Müzesi’nde gezilebilir

Dalia MAYA Sanat
11 Haziran 2014 Çarşamba

Biri Avrupa’dan Amerika’ya göç edip orada Amerikanlaşan ve dünya sanat tarihine yeni bir yön verirken, kendisi de bu Amerikan pop kültürünün konusu haline gelen Andy Warhol. Diğeri ‘Büyük Ülke’ serisi ile engin Amerikan Orta Batısı’na göndermeler yapan; sınırsızmış gibi görünen bu ülkede yeni ve daha iyi bir yaşam hayali kuran göçmenlerin deneyimleri aracılığıyla zaman ve mekândan bağımsız, güncelliğini koruyan bir temaya, ‘yaşadığımız dünya’ya atıfta bulunuyor. 

Stephen Chambers’ın  ‘Büyük Ülke’ isimli dev çalışması, aslen bir ayrılış ve bir varış, bir göç haritası... Yola çıkmayı sağlayan değil ama yola çıkılmış ve varılmış olduğunu gösteren bir harita. Varılan yere yalnız varanların değil, ama bir şekilde yola çıkılan yerin de taşınmış olmasının sembolü. Müzenin bir salonunun tüm duvarını kaplayan bu ilginç eser, çizimler kadar aradaki boşlukların da izleyici tarafından doldurulmasını öngören, önünde saatlerinizi geçirirken zamanın yok olduğu bir çalışma... Arka planın ön plana, ön planın arka plana karıştığı, denizin kara ile kesiştiği noktaları gözlemlerken, denizin kendisinin olmadığı bir harita. Hiçliğin de bir şeye dönüştüğü mekânı izlerken mekândan soyutlanan mekânsız bir dev eser. Geçmiş zamanda bir yerler,  ama yine de şimdi, şu an, belki de yarın...

Tıpkı aynı müzenin diğer bir katında eserlerini izleyebileceğiniz Warhol’un Sel Yayıncılık’tan çıkan ve kendi yazdığı ‘Andy Warhol Felsefesi’ kitabında dile getirdiği gibi, “Her gün yeni bir gün. Yarın o kadar önemli değildir, dün o kadar önemli değildi. Ben gerçekten bugünü düşünüyorum.”



Yahudi ünlüler Andy Warhol’un tablolarında

Sigmund Freud, Albert Einstein, Franz Kafka, Sarah Bernhardt, Golda Meir, Louis Brandeis, George Gershwin, Martin Buber, Gertrude Sten, Max Brothers’ın Yahudi olmaktan başka ortak noktaları nedir diye sorsaydım sizlere, cevabını bilir miydiniz? Ben bilmiyordum. Bu listeye Marilyn Monroe adını da eklesem kurabilir misiniz bağlantıyı? Fabrika desem? Olmadı mı? Ama sanırım Campbell çorbalarını eklersem bağlantıyı kuracaksınız. Sözünü ettiğim isimler Pop sanatının kralı Andy Warhol’un ‘Yahudi Ünlüler’ serisinde tabloları bulunan kişilerden bir kaçı... Bu figürler tam olarak neyi simgeliyordu Warhol’un sanatında? Amerikan tarzı yaşamı yeriyor muydu yoksa yüceltiyor muydu? Sanatçı kendisi için anlamı olan kişi ve nesneleri mi konu eder eserine yoksa konusunun toplumsal anlam ve değerinden paye mi elde etmek ister?  Sorular, sorular...

Belki de Avrupa’dan kaçıp yenidünyaya yerleşirken önceden Warhola olan soyadındaki ‘a’dan kurtulması bir anlamda aile geçmişinin verdiği kimlikten sıyrılmaktı. Ama yine de ailesiyle birlikte benimsedikleri yeni din, yeni kültür ve yaşam şekli ile tam olarak bütünleşememişti. Ve belki de bu durumdan kaynaklanan bir içgüdünün sonucunda çalışmaları, portreleri duygudan ve kişisellikten uzak, anlam ifade etmez görünen bir gerçeklik yansıtıyor. Kafamı kurcalayan sorular bir yana, yukarıda sözünü ettiğimiz kitabı, eserlere eşlik ettiğinde daha iyi anlıyor sanki insan Andy Warhol’u:

ν “Umutsuzluğa kök salmış bir göz kamaştırıcılık, kendine hayran bir umursamazlık, kusursuzluğa erişmiş bir başkalık, hafiflik, gölgemsi, röntgenci, belli belirsiz kasvetli bir aura, alçak perdeden bir büyülü mevcudiyet, bir deri bir kemik... Gümüş beyazı, taranmamış saçlar, yumuşak ve metalik.”

ν “Ben aynaya bakınca başkalarının beni gördüğü gibi görmüyorum kendimi, tek bildiğim şey bu. Çünkü kendimi görmek istediğim şekilde bakıyorum kendime.

ν Bir eleştirmen bana ‘Hiçliğin Ta Kendisi’ demişti ama bu benim varoluş duyguma hiç yardımcı olmadı. Sonra farkına vardım ki, varoluşun kendisi bir hiç, dolayısıyla kendimi daha iyi hissettim. Ama aynaya bakmak ve kimseyi görmemek düşüncesi kafamı kurcalıyor.

Sergi nedeniyle İstanbul’da bulunan, onun evde sürekli çizim yaptığını görerek büyüyen ve amcasından etkilenerek kendisi de bir illüstratör olan yeğen James Warhola  ‘Amcam Andy Warhol’ kitabında annesinin tüm yaptıklarını atmasını söylemesi üzerine “Anne ben ne yaptığımı biliyorum” derken çizdiğine bakılacak olursa, Andy eserleri ile sanatta yepyeni bir yön açacağını o yıllarda henüz bilmese de içgüdüsel olarak doğru yaptığının farkındaydı sanırım. Nitekim kitabında blucinlerle ilgili yorum yaparken bu içsel dürtüsünü dile getirmekteydi:

 

“Bu blucin muhabbeti çok kıskançlık uyandırıyordu bende Levi ve Strauss’a karşı. Keşke blucin gibi bir şey icat edebilseydim. Hatırlanmamı sağlayacak bir şey. Kitlesel bir şey.“  

“Ölüme bu kadar yaklaşmanın hayata iyice yaklaşmak olduğunu düşünmüştüm.”

“Hayatımda, toplu halde gezmeyi sevdiğimi hissettiğim ve samimi dostluklar kurma arayışında olduğum dönemlerde hiç muhatap bulamıyordum, öyle ki, tamı tamına yalnız olduğum sıralar yalnız olmadığımı en çok hissettiğim sıralardı.”

“Tam kendi zihnimde yalnızlığı seven birine dönüşmüştüm ki, ‘taraftar kitlesi’ diyebileceğimiz bir topluluğa sahip oldum.”

“Bir şeyi artık istemez olduğunuz anda onu elde ediyorsunuz. Bunun kesinkes kendiliğinden böyle olduğunu keşfettim.”

“Yalnızlığı seven biri olmaya karar verdikten sonraki yıllarda gitgide daha popüler hale geldim ve kendimi gitgide daha fazla arkadaş arasında buldum.”

“Bir şey gibi olmak istediğinizde o şeyi gerçekten seviyorsunuz demektir.”

“Güzel gülümseyen insanlar beni büyüler. Onları böylesine güzel gülümseten şeyin ne olduğunu merak edersiniz.”

“İnsanların en öpülesi görüldüğü zaman makyaj yapmadıkları zamandır Marilyn’in dudakları öpülesi değildi ama son derece fotoğrafı çekilesiydi.”

“Konuşanlar bir şey yapıyor.  Güzeller bir şey oluyor.”

Oto portremi yaptığımda hiçbir sivilceyi koymadım çünkü daima öyle yapılmalı. Sivilce geçici bir durumdur ve gerçekten nasıl görüldüğünüzle hiçbir ilgisi yoktur. Kusurları asla koymayın –istediğiniz güzel resmin bir parçası değil onlar.”

“Mücevher bir insanı güzel kılmaz ama bir insanın daha güzel hissetmesini sağlar.”

“Bazen bir şey, sırf etraftaki başka şeylerden bir açıdan farklı olduğu için güzel görünebilir. Penceredeki saksıda duran bir kırmızı petunya geri kalanların hepsi beyazsa çok güzel görünecektir. Bunu tersi de geçerli.

İsveç’teyseniz ve güzel bir kimsenin ardından bir başka güzel, onun ardından bir başka güzel görürseniz, en sonunda bakmak için kafanızı çevirmez olursunuz çünkü göreceğiniz bir sonraki kişinin az önce dönüp bakmaya zahmet etmediğiniz kişi kadar güzel olacağını bilirsiniz – böyle bir yerde öyle sıkılabilirsiniz ki, güzel olmayan bir kimse gördüğünüzde size çok güzel gelir çünkü güzellik tekdüzeliğini kırmıştır.”

“YEŞİL BANKOTLAR dışında hiç bir şeyden anlamam. Senetlerden, çeklerden, seyahat çeklerinden anlamam.

SÜPERMARKETTE birisine yüz dolarlık verirseniz müdürü çağırırlar.

Para KUŞKU UYANDIRIR, çünkü insanlar paranız olsa bile olmayacağını düşünür.”

“Birine BORCUNUZU ÖDEDİKTEN sonra bir daha hiç karşılaşmazsınız onunla. Ama ondan önce HER YERDEDİR resmen.”

“BİR SENTİ SEVDİĞİNİZ yegâne an, BİR SENTE DAHA ihtiyaç duyduğunuz andır.”

”Bir sanatçı olarak pek çok çerçöp yapsam da ben boş mekânlara gerçekten inanırım.

Boş mekân hiç-boşa-harcanmayan mekândır. Boşa harcanan mekân içinde sanat olan herhangi bir mekândır.”

 

 

Tüm farklılıklarına rağmen, Stephen Chambers ve Warhol’un birleştiği bir diğer ortak nokta da bu sanırım: geçmişte bir yerlerde, ama hâlâ güncel.