Şlomo ve Şamir -2

Geçtiğimiz hafta anlatmaya başladığım hikâyede, Şlomo rüyasında gördüğü babası Kral David’in vasiyeti üzerine Kudüs’te Bet Amikdaş’ı yaptırma kararı alır. Nedir ki inşaatta metal alet ve kesiciler kullanılmayacaktır. Bunun için efsanevi solucan Şamir’e ihtiyaç vardır. Şeytanlar kralı Aşmoday, Şamir’i verir, fakat Şlomo’nun aklını da yaptığı türlü yanılsama oyunu ile çelmeyi başarır. Gururlu ve azametli Kral Şlomo’nun parmağındaki yüzük eline geçince onu pencereden dışarı fırlatır. Şlomo’yu da uzaklara doğru savurur. Uzun bir uçuştan sonra Şlomo gözlerini ıssız bir çölde açar. İmkânsız ve yokluklar içindeki bir hayat Şlomo’yu beklemektedir…

Sara YANAROCAK Kavram
4 Haziran 2014 Çarşamba

Şlomo, ömür boyu süren bir yolculuktan sonra kendini tek başına bir teknede başıboş denizde sürüklenirken buldu. Günlerini balık tutarak ve artık geçmişte kalan o günden beri olup bitenleri düşünerek geçiriyordu. Yıllar önce o gün Aşmoday onu dünyanın öbür tarafına, kocaman bir çölün ortasına kadar fırlatıp atmıştı.

Yaşamını bir dilenci olarak sürdürmeye zorlanmış, oradan oraya sürüklenmiş, kendisinin aslında bir kral olduğuna inanacak birini bulmaya çalışmıştı. Sonunda bundan vazgeçti ve onları sadece aç olduğuna ikna etmeye çalıştı. Dilendiği yiyecek parçalarıyla yaşadı ve sonunda başka bir kralın aşçısı olarak bir iş buldu. Ama o işi de utanç içinde kaybetti ve vahşi doğada ölmek üzere sürgüne gönderildi. Ölebilirdi de, eğer hırsızlar çetesi onu tutsak olarak yakalayıp demircinin birine köle olarak satmasaydı. Özgürlüğünü yedi uzun sene sonra kazandığında yanında sadece bir kese altın vardı. Bunu, kendisini çok sevdiği Kudüs’e geri götüreceği umudu içerisinde bir sandal almak için kullandı.

Yelkenini açtığında rüzgârlar iyiydi. Bir ay kadar sonra rüzgârlar durdu ve Şlomo engin denizlerin ortasında sandalıyla öylece kalakaldı. Şlomo yavaş yavaş artık ülkesine asla ulaşamayacağını idrak etti. Burada denizin ortasında yok olana kadar yaşayacaktı. Kayıp ve unutulmuş olarak…

Şlomo yüzüğünü buldu

Yolculuğu boyunca yoluna çıkan her dönemeç ve sapakta nasıl şaşkına döndüyse bu farkındalık da onu öylece şaşırttı. Ama hiçbir şey onu sezmeye başladığı şey kadar şaşırtmamıştı; basit bir huzur duygusu… Sonunda  yaşamın ona ne verdiğini kabul etmeye başladı.

Bir gün düşünceler içinde kaybolmuş otururken, oltasını bir şeyler çekiştirdi. Bunu yapan kocaman bir balıktı, öylesine büyüktü ki uzun saatler boyunca sandalını ileri geri çekti, bir o yana, bir bu yana çekiştirdi; sonra Şlomo onu sandala çekti. Bu dev gibi bir köpekbalığıydı. Balığı temizlerken karnında daha önce yemiş olduğu başka balıklar bulunduğunu da gördü. Bunların içinde daha önce hiç görmediği bir tür de vardı, küçük mavi bir balık. Yaşlı ve ölümün eşiğinde olmasına rağmen, hâlâ acayip bir hevesle öğrenmeyi istiyordu. Bu balığı da kesip içini açtı ve birdenbire durdu. Çünkü içinde parıldayan bir şey görmüştü, altın bir şey-bir yüzük. Kendi yüzüğü!

Şlomo yüzüğün içindeki yazıyı, Tanrı’nın gizli adını, anımsayınca onu ışığa doğru kaldırdı. Sonra ağır ağır parmağına geçirdi.

O anda kendini muhteşem bir sarayda, iyi giysiler içinde, tahtında otururken buldu. Tüm çevresinde muhafızlar gördü, baş danışmanı Beniah sağında olmak üzere hepsi esas duruştaydılar. Solunda ise zincire vurulmuş Şeytanlar Kralı Aşmoday. Mavi renkli uzun boylu ve kaygan sesli canavar, şöyle dedi:

“Evet, majesteleri: Bekliyoruz! Soruyu yanıtlayacak mısınız?”

Şlomo konuşamayacak kadar şaşkınlık içindeydi. Sonunda, “Soru mu? Hangi soru?”dedi.

“Hangi soru mu, sana yaklaşık bir saat önce sorduğum soru!”

“Bir saat mi? Ne saati? Neredeyse elli yıl oldu…”

Beniah sözü aldı. “Majesteleri, korkarım bir saattir burada sessizce oturmaktasınız. Soruyu yanıtlamayı arzu ederseniz…”

“O soru. Evet, Aşmoday, soruyu tekrar eder misin?”

“Elbette majesteleri. Yanılsamaya ilişkin bir şeyler öğrendiniz mi?”

Şlomo uzun zaman bir şey söylemedi. Sonra yavaşça Aşmoday’a bakıp, ‘evet’ anlamında başını salladı. “Evet, anladım. Gidebilirsin.”

Aşmoday, son olarak bir kahkaha daha attı. Sonra küçülmeye başladı, küçüldü, küçüldü, bir tavuğa dönüşene kadar küçüldü. Zincirlerinden sıyrıldı, bir pencereden dışarı uçtu. Saray çevresinde ve yeni inşa edilen Mabed’in(Bet Amikdaş) üstünde üç kere uçtuktan sonra gözden kayboldu. Bir daha onu gören olmadı.

Şlomo ha Meleh tekrar krallığını yönetmeye başladı ama artık farklı bir adamdı. Kibri yok olmuş, azamet yanılsamaları uçup gitmişti. O günden sonra daha önce bilmediği bir bilgelik sergilemeye başladı; yüreğinin bilgeliğini… Herkes  tarafından sevilmenin nasıl bir duygu olduğunu biliyordu. Kaybolup dünyada bir tek arkadaşa bile sahip olmadan yalnız kalmanın nasıl bir duygu olduğunu da. Her şeye sahip olmanın ne olduğunu biliyordu. Hiçbir şeye sahip olmamanın ne olduğunu da. Çünkü  o hem bir dilenci, hem de bir kral olarak yaşamıştı…

 

Hikâye hakkında notlar

Aslen Babil Talmud’u, ‘Gittin’ risalesinden alınan bu hikâye yıllar içinde çeşitli şekillerde anlatılagelmiştir. ŞAMİR diye bilinen solucanın sihirli taş yontma gücünün efsanesi, Ahit Sandığı’nın yapılmasında metal kullanmaya karşı Tevrat’taki yasaklamalardan çıkmış görünmektedir.

Bu hikâye Müslüman ülkelerde bilinen başka hikâyelerde tekrarlanmıştır ve aynı Aşmoday gibi Farsça  ‘Aşehma-Daema’,yani şeytan Aşehma’dan alınmış olabilir.Pinhas Sadeh (Anchor Books,1989) tarafından seçilip yeniden anlatılan ‘Yahudi Halk Hikâyeleri’nde  de yer alır.Şlomo’nun yolculuğunun hikâyesinin, Kral David’in Filistinliler arasında yaptığı yolculuğun benzetme kullanarak yeniden anlatım olduğu düşünülebilinir. Çünkü o sırada kral delilik taklidi yapmaktadır.Bu hikâye Howard Schwartz’ın Yahudi folklorunu anlattığı,yeniliklerle dolu, ‘Eliyahu’nun Kemanı ve Öteki Yahudi Peri Masalları’ (Harper and Row,1983) adlı eserinden alındı.

 

Yazının 1. bölümü

https://www.salom.com.tr/haber/91156