Ateist yönetmenin peygamber yorumu

Darren Aronofsky, ‘Nuh: Büyük Tufan’ filminde ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranıyor

Viktor APALAÇİ Sanat
17 Nisan 2014 Perşembe

Aronofsky Tevrat’ta da, Kuran’da da adı geçen Nuh Peygamber’den yola çıkarak insanlığın ‘yaradılış’ına odaklanıyor. Bazı Arap ülkelerinde gösterimi yasaklanan film Hıristiyan dünyasından da tepki gördü. Filme karşı çıkanlar, “Uhrevi bir konuyu yorumlamak bir ateiste mi kaldı?” sorusunu yönelttiler. Epik öğelerin yanı sıra fantastik unsurları da bir araya getiren film, cesur yorumuyla, görkemli görselliğiyle, doyurucu içeriğiyle izlenmeyi hak ediyor. İnsanlığın doğuşu, kötülük, günahlar, varoluş, inanç, cesaret, fedakârlık ve umut gibi temaların hakkını veren film finalde sevginin ağır bastığı bir yorumu tercih ediyor

Darren Aronofsky, Hazreti Âdem’den sonra Tevrat’ta da Kuran’da da adı geçen Nuh Peygamber’den yola çıkarak, ‘Nuh: Büyük Tufan/Noah’da insanlığın ‘yaradılış’ına odaklanıyor.

Nuh Peygamber, Tanrı’nın kendisine verdiği, yeryüzündeki canlı soyunu sürdürme görevini, insanlığı yaklaşan büyük tufandan kurtaracak bir gemi inşa edip içine yeryüzündeki tüm hayvan türlerinden bir dişi bir erkek alarak yerine getirmişti.

Epik öğelerin yanı sıra fantastik unsurları da bir araya getiren filmin senaryosunu Aronofsky, ‘Kaynak/The Fountain’ filminde birlikte çalıştığı Ari Handel ile müşterek yazdı.

Dinsel bir metne cesur bir yorum getiren bu senaryo; odağına insanlığın doğuşu, kötülük, günahlar, varoluş, inanç gibi kritik temaları alıyor.

‘Peygamberin tasviri olmayacağı’ savıyla bazı Arap ülkelerinde yasaklanan, Hıristiyanlardan da tepki gören ‘Nuh: Büyük Tufan’a karşı çıkanlar “Uhrevi bir konuyu yorumlamak bir ateiste mi kaldı?” sorusunu yöneltiyorlar.

Ama hemen baştan söyleyeyim, film görkemli görselliğiyle, doyurucu içeriğiyle izlenmeyi hak ediyor.

Film şeytanın (yılan) dürtüklemesiyle yasak meyveyi yiyen, Yaradan tarafından cennetten kovulan Âdem Baba efsanesiyle, insanın başlangıcı ile ilgili bildiklerimizle başlıyor. Havva Ana’nın üç oğlundan Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesiyle insanlık kötülüğü öğreniyor.

Kabil soyundan gelen insanoğlu Yaradan’ın çizdiği iyilik yolundan sapmış, dünyanın tüm güzelliklerini ve nimetlerini tüketerek yeryüzünü yaşanmaz hale getirmiştir.

Nuh rüyasında Yaradan’ın kendisini yaşanacak büyük bir tufana karşı uyardığını görür. Yaradan’ın kendisinden inşa etmesini istediği gemi ailesini de kurtaracaktır.

İyiliğin temsilcisi Nuh’un (Russell Crowe), karısı Naamah’yı (Jennifer Connelly), oğulları Shem’i (Douglas Booth), Ham’i (Logan Lerkman) ve Yaphet’i tanıtan film, kıyımdan kurtardıkları bir kız çocuğu olan İla’nın (Emma Watson) aile kurmasını anlatıyor.

Babası, Methuselah’ın (Anthony Hopkins) yaşadığı topraklara doğru yola çıkan Nuh’un yanında büyüyen İla, çocukların büyüğü Shem ile evlenecek, bekâr kalmak istemeyen Ham ise sürekli sorun yaşatacaktır.

RUHANİ BAKIŞI

TARTIŞMALI SENARYO

Tufanın yaklaştığını öğrenen kötü kralın (Ray Winston) tabası, gemiye girebilmek için Nuh’a saldırır.

İyinin yanında yer alan, taştan yapılan devasa ‘Gözcüler’ saldırıları püskürtür. Ancak tabasını terk eden kötü kral, tufan sırasında gemiye binmeyi başarır, Ham’i de babasına karşı kışkırtır.

Tanrıdan aldığı buyruğu yerine getirmek ve yok edilmeyi hak eden insanlığın yeni bir başlangıç yapması için, çoğu kez ailesini karşısına alan Nuh, karısı, oğulları ve gelininin itirazlarına kulaklarını tıkar.

Darren Aronofsky, görüntü yönetmeni Matthew Libatique’in desteği ile iyiliğin kötülük karşısında çaresiz kaldığını belgeleyen etkili sahnelerde, Nuh’un bir gemi inşa etmek için giriştiği mücadeleyi anlatan sahnelerde, görsel bakımdan son derece etkili bir dünya kurmayı başarmış.

Başarılı bilgisayar efektleri Büyük Tufan sekansını inandırıcı kılıyor. İzlanda’dan seçilen fantastik mekânlar, üç boyutlu filme zenginlik kazandırıyor.

Devasa canlı kayalar halindeki, gözlerinden alev fışkıran dev gözcüler gibi fantastik yaratıklar, özel efektlerin desteğiyle filme görkemli bir görsellik katıyor.

Ruhani bakışı tartışmaya açık senaryo, finalde sevginin ağır bastığı bir yorumu tercih ediyor. Cudi Dağı tepesini bekleyenler farklı bir final buluyorlar.

Senaryodaki Nuh karakterinin kararlılığı ve inadı, bilinen “Nuh der peygamber demez” sözünün kökenine açıklık getiriyor.

Filmin mükemmel oyuncu kadrosuna gelince… 2002’de Ron Howard’a En İyi Yönetmen Oscarı’nı kazandıran başyapıtı, En İyi Film Oscar Ödülü sahibi (toplam dört Oscar’lı) ‘Akıl Oyunları/A Beautiful Mind’ filminin unutulmaz ikilisi Russell Crowe- Jeniffer Connelly’yi ‘Nuh: Büyük Tufan’ tekrar bir araya getiriyor.

İyi oyunculuğu bilinen Russell Crowe kariyerinin en başarılı performanslarının birinde, filmi baştan sona sürüklüyor. Suratındaki hüzün maskesiyle Jennifer Connelly, itaatkâr bir eş, fedakâr bir anne oluyor.

Harry Potter’dan tanıdığımız Emma Watson, evlatlık İla’da şaşırtıcı başarısıyla belki de filmin en iyi oyuncusu. Emektar Anthony Hopkins bilge dede Methuselah’ı izleyiciye sevdiriyor.

Herkesin içinde kötülük vardır genellemesini ispat edercesine, öykünün kötü adamı, kötü kralda karizmatik İngiliz aktör Ray Winstone, her zamanki gibi çok başarılı. Cesaret, fedakârlık ve umut temalarının hakkını layıkıyla veren ‘Nuh: Büyük Tufan’ı yarattığı tartışmalarda taraf olma adına da izlemek lazım.

TARTIŞMA YARATAN YÖNETMEN

New York doğumlu Darren Aronofsky ilkokul öğretmeni Yahudi bir anne-babanın oğlu. 45 yaşındaki bu bağımsız sinemacı İngiliz aktris Rachel Weisz ile evli. Sundance Bağımsız Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandığı ilk filmi ‘Pi’(1998) ile adını duyuran Aronofsky, iki yıl sonra ‘Bir Rüya İçin Ağıt/Requiem For A Dream’ filmini yaptı. Taze Oscar ödüllü Jaret Leto, Jennifer Connelly ve Ellen Burstyn filmin oyuncularıydı.

Karısı Rachel Weisz’e başrolünü oynattığı ‘Kaynak/The Fountain’i 2002’de çekmeye başladı, 2006’da bitirdi.

Baş erkek oyuncusunun Hugh Jackman olduğu film Venedik’te Altın Aslan almakla kalmadı, Aronofsky’ye büyük prestij sağladı.

Dördüncü film, karısının-kızının sevgisini kaybetmiş, hayata yenik düşmüş sefil bir dövüşçünün öyküsü olan ‘Şampiyon/The Wrestler’(2008) idi. Yediği dayaklardan yüzü gözü şişen, tanınmaz hale gelen dövüşçüyü canlandıran Mickey Rourke, yerlerde sürüklenen kariyerine bu filmle son verip, yeni bir başlangıç yapmayı hedefliyordu.

Burada bir parantez açıp bir itirafta bulunayım. Bu ilk dört filmi ile bana itici gelen Aronofsky sevdiğim bağımsız yönetmenlerin arasında değildi.

Ama beşinci filmi bu kanaatimi değiştirdi. Bir bale gösterisinin hazırlık aşamasını perdeye taşıyan ‘Siyah Kuğu/ Black Swan’, Darren Aronofsky’nin müthiş mizanseniyle nefes nefese izlenen bir başyapıttı.

Tchaikovsky’nin Kuğu Gölü balesi etrafında dönen konusuyla filmde, psikolojik sorunlu baş balerinayı oynayan Natalie Portman, kariyerinin en başarılı performansını veriyordu. Altın Küre ödüllü aktris Yılın En İyi Kadın Oyuncusu Oscarı’nın da sahibi oluyordu.

Güzeller güzeli Mila Kunis, deneyimli aktris Winona Ryder, karizmatik aktör Vincent Cassel, Portman’a ayak uydurmaya çalışıyorlardı.

Aronofsky’nin altıncı ve son filmi ‘Noah’, 130 milyon bütçesiyle, yaptıklarının en pahalısı.

‘Nuh: Büyük Tufan’, konusunu kutsal kitaplardan alan William Wyler’in ‘Ben-Hur’ (1959), John Huston’un ‘The Bible In The Beginning’ (1966), Mustafa Akad’ın ‘Çağrı/The Message’ (1976), Martin Scorsese’nin ‘Günaha Son Çağrı/The Last Temptation of Christ’ (1988), Norman Jewison’un ‘Jesus Super Star’ (1973) ve Mel Gibson’un fırtına yaratan ‘Tutku/The Passion Of Christ/ İsa’nın Çilesi’ (2004) filmleri zincirinin son halkası.

Cecil B.De Mille’in  ‘10 Emir/Ten Commandments’ından (1956) 58 yıl sonra Musa Peygamberi tekrar yorumlayan Ridley Scott imzalı ‘Exodus: Gods and Kings’in bu yıl vizyona girmesi bekleniyor.