Avram Ventura: “Eksilen insan sıcaklığını özlüyorum”

Uzun yıllardır köşe yazıları ve kitapları ile tanıdığımız Avram Ventura, çocukluğunun İzmir’ini anlatıyor. 1960’lı yıllardan başlayarak İzmir Yahudilerinin yaşamını, sosyal ilişkilerini ve geniş toplumla iletişimlerini anlatırken, o dönemle günümüzün farkını da ortaya koyuyor

Dora NİYEGO Toplum
31 Temmuz 2013 Çarşamba

Kendinizi tanıtır mısınız?

1949’da, İzmir’in Karataş semtinde doğdum. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda, İzmir Yahudi nüfusunun büyük bir çoğunluğu bu semtte otururdu. Ailenin tek çocuğuydum. Olanaklarımızla mutlu olduğumuz, özlemlerimizi sınırlayabildiğimiz, bir yaşam şeklimiz vardı. İlkokulu Bene Berit’te, Ortaokulu Kültür Özel’de (Talmud Tora) okudum. Kuşkusuz bu okulların eğitimleri, Yahudi kültür ve geleneklerini güçlendirmekte büyük etkileri oldu. En son Ege Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi’ni bitirdim. 1968 yılında Şalom Gazetesi’nde yazmaya başladım. 1969 yılında yine bu gazetenin açtığı şiir yarışmasında birincilik ödülünü aldım. Askerlik öncesi dil kurslarına katılmak üzere altı ay süresince Londra’da kaldım. Bu dönemde Türkiye’nin tanınmış edebiyat dergilerinde şiir ve yazılarım yayımlanıyordu. Londra günlerim de verimli geçti, diyebilirim. Orada yaşayan ünlü kimi yazarlarla yaptığım söyleşiler Yeditepe Dergisi’nde yayımlandı. Sözü çok uzatmadan: 1989 yılından bu yana Şalom’un Düşündükçe köşesinde, dokuz yıldır İzmir Life Dergisi’nde Öykülerin Işığında üst başlığıyla denemelerim yayımlanıyor. Bu güne değin basılmış beş şiir, sekiz de deneme kitabım bulunuyor.

Çocukluğunuzda ve gençliğinizde içinde bulunduğunuz Yahudi cemaatinin yaşam şeklinden bahseder misiniz?

Daha önce de sözünü ettiğim gibi çocukluk ve gençliğim Karataş’ta geçti. Uzun yıllar benim gibi çoğu Yahudi’nin sağlı sollu, denize açılan sokaklarıyla bir caddenin 150-200 metrelik bölümü yaşam alanımızı oluşturuyordu. Bu alan içerisinde, kendine özgün mimarisiyle yaşadığımız evler, gittiğimiz Bene Berit İlkokulu, Bet İsrael Sinagogu, Karataş Hastanesi, tüm görkemiyle tepeden bakan Asansör kulesi, mahallenin buluşma noktası Labri Kahvesi ve açık hava Deniz Sineması yer alıyordu. Farklı iş kollarında çalışan erkekler bu çemberin dışına çıkabilirken, kadın ve çocuklar dar olanakları içerisinde geleneklerini sürdürüyorlardı. Cuma günlerinin telaşı bütün mahallede hissedilirdi. Aynı şekilde bayramlarda herkes en güzel giysileriyle görünür, sinagogun giriş ve çıkış saatlerinde büyük bir hareketlilik yaşanırdı. Televizyonun olmadığı o dönemde yaşam, genelde evlerin ortak alanı avlularında, caddelere taşan cumbalarda, körfeze ya da bahçelere açılan sokak aralarında, denizle kucaklaşan tahta iskelelerde geçerdi.

Gençliğinizde cemaatinizdeki gençlerin sosyal yaşantıları ve eğlence şekilleri neydi? Bir dernek var mıydı?

Çocukluğumuzu sokaklarda yaşadık. Otomobillerin oldukça seyrek göründüğü, faytoncuların at koşturttuğu, Arnavut kaldırımlarının yer aldığı, tramvay raylarının caddeyi kestiği, bir yanda bahçelerin, öte yanda denizin kucak açtığı sokaklar! Eğlence deyince de farklı olarak pazar günleri vapurla gittiğimiz Karşıyaka ve birkaç tane kışlık sinemayı hatırlıyorum. Ancak yirmi yaşına geldiğimde Yahudi gençlerin buluştuğu Kültür Derneği’ni (Liga) tanıdım. O dönemde yaşıtım olan gençlerle yeni bir yapılanmaya gidildi. Bütün hafta boyunca etkinlikler hiç eksik olmazdı. Her cumartesi akşamı müzikli eğlenceler düzenlenirdi. Derneğin kendi orkestrası da vardı. Her pazar sabahı, konferans, bilgi yarışması, münazara gibi bir kültür etkinliği mutlaka yapılır, salonu genelde dolardı. Kültür Komisyonu başkanlığını da birkaç yıl ben üstlenmiştim. Uzun yıllar bu dernek, gençler için özlenilen bir mekân ve bir buluşma noktası olarak ilgi odağı oluşturmuştu. Ayrıca yıllar süren dostlukların, evliliğe giden ilişkilerin de bu güzel ortamda başlayıp geliştiğini söylemek isterim.

Yahudi bayramları nasıl kutlanırdı? Dini vecibelerden, geleneklere bağlılıklarından ve cemaatin bayramları kutlama şeklinden bahseder misin?

Yahudi bayramları, gerçekten bayram gibi kutlanırdı! Günümüzle kıyaslandığında bu vurguyu özellikle yapma gereksinimini duydum. Evlerde günler öncesinden başlayan temizlik ve yemek gibi hazırlıklar… Özenle ütülenmiş ya da yeni alınmış giysiler… Yıkanma, hamam serüvenleri… Sinagoglarda ayırtılmış yerlerle birlikte ayakta kalanlarla topluca edilen dualar… Bayram akşamlarının coşkusu… Ertesi günler kadınların evde ziyaretçi beklemeleri, erkeklerin de akraba ve dostlara yaptıkları hızlı kutlama ziyaretleri… Aslında her bir konu başlı başına anlatılmaya değer. Bu söyleşinin dar sınırları içinde yalnızca anımsatmış olalım.

Bugünkü yaşantıdan farklı olan ve en çok özlemini çektiğiniz şeyler nelerdir?

Bana göre bugünkü yaşantıdan farklı olarak iki ayrı konudan söz etmek gerekir: Teknoloji ve insan ilişkileri. Son kırk – elli yıldaki baş döndürücü teknolojik gelişmeleri göz önünde bulundurduğumuzda, o günlerdeki eksikliklerin özlemini herhalde çekmeyeceğiz. Televizyon, telefon, buzdolabı, kalorifer, klimadan başlayarak, radyo dışında nerdeyse hiçbir elektrikli ve elektronik aygıtın olmadığı bir yaşam! Bugün bunların eksikliklerini düşünemeyiz bile… İnsan ilişkilerine gelince, büyük bir parantez açıp herkes yaşantısına, deneyimlerine göre onu doldurabilir. Kendi payıma, Karataş günlerimde komşuluk ilişkilerinden, sokak arkadaşlığına paylaşmış olduğumuz o denli çok değer vardı ki… Şimdi aynı apartmanda yaşadığım insanların birçoğunu tanımıyorum. Bu belki benim ayıbım; ancak bugünkü koşullar herkesi birlikte, ama yalnız bireyler olarak bir arada tutuyor. Çok uzun yıllardır, eskiden olduğu gibi haber vermeden ne ben kimsenin kapısını çaldım, ne de kimse benim kapımı çalıyor. Sanırım o günleri yaşamış birçok kişi, teknolojinin getirdiği olanaklar doğrultusunda eksilen insan sıcaklığını daha çok özlemektedir. Karataş kitabımda yer alan, bu özlemi dile getiren bir şiirimi de okuyayım izninizle:

 

ESKİ KARATAŞ GÜNLERİ

Hiç bırakmadı peşimi gölgesi geçmişimin

Sürekli çocuk kaldı bir yanım

Bir yanım ne zaman büyüdü anlayamadım

Hiç bırakmadı peşimi gölgesi geçmişimin

Ne yöne dönsem izledi adım adım

 

Gözlerimde eksilmeyen sağanak yağmurlar

Burnumda deniz kokusu yıllarca özlediğim

İnsan sıcaklığıyla o günler ısınırdı yüreğim

Gözlerimde eksilmeyen sağanak yağmurlar

Bir cumbanın camlarına yapışıp izlediğim

 

Artık anılarda kaldı sokakların saltanatı

Oyunlarına hasret çocukların sokaklar

Her kaldırımı binlerce öyküyü saklar

Artık anılarda kaldı sokakların saltanatı

Düşlerimi süsleyen kırık dökük oyuncaklar

 

Her şey değişti sesler tatlar kokular

Denektaşında sınanan insanların değeri

Tuz ekmek kardeşliği yine gelir mi geri

Değişti umutlar beklentiler tutkular

Yitirdik yıllar boyu paylaşılan sevgileri

 

Unutamadığım bir anı:

Bir denememde de anlatmıştım: Sekiz-on yaşlarındaydım. Yazdı, temmuz belki de ağustos ayı. Evimizin karşısında, deniz kıyısında yer alan çay bahçesinde, annem arkadaşlarıyla bir masada otururken, ben de mahallenin çocuklarıyla arka tarafta oyun oynuyordum. Sürekli kazandığımdan mı, bastırılmış bir kıskançlıktan mı, şimdi ne olduğunu anımsamıyorum; ama çocuklardan biri durup dururken yüzüme bağırmıştı: “Pis Yahudi!  Bizimle oynama, git buradan!” Nutkum tutulmuş, verecek bir yanıt bulamamıştım. Aynı mahallede büyüdüğümüz, birçok oyunda yer aldığımız birinden gelen bu aşağılama sözleri karşısında kıpkırmızı kesilmiş, nerdeyse ağlayacaktım. Herkes çevremi sarmış, ortada bir suçlu gibi kalmıştım. Diğer birlikte oynadığımız çocukların da, bana karşı görünmeleri canımı daha çok sıkmış, yansıtamadığım büyük bir öfkeyle yanlarından ayrılmış, doğru yatak odasına gidip kapanmıştım. Beni en çok üzen, bir anda böyle bir tepki göstermeleriydi. O çocuk yaşımla, neden bu tür ırksal bir ayrımın yapılabileceğini aklım almıyordu, ama olmuştu. Bu konuyu, yüreğimi kemirmesine karşın o gün hiç kimseyle konuşamamış, çok üzülmüştüm. Gerçi çocukluk işte, birkaç gün sonra hiç bir şey olmamış gibi onlarla oyunumu sürdürmüştüm; ancak o an bir tepki verememenin, başımı eğip gitmenin üzüntüsünü, uzun bir süre içimden atamamıştım. Yıllar sonra o öfke, yazdığım bir şiire de sinmişti. Bir dizesi şöyle: “Şişti gözlerimiz gözyaşlarını içine akıtmaktan”