Bir zamanlar Çanakkale’de Yahudi yaşamı

1968 yılında ailesiyle Çanakkale’den İstanbul’a göç eden Albert Penso ile Çanakkale’deki bayramları, gelenekleri, hayatın kolaylığını, dostluğu, komşuluğu, çocukların çekinmeden gönüllerince sokakta koşturmalarını, orada geçen gençliğini ve halen devam eden gönül bağını konuştuk

Dora NİYEGO Toplum
3 Nisan 2013 Çarşamba

Kendinizi tanıtır mısınız?

İsmim Albert Penso. 25 Temmuz 1936’da İstanbul’da Fransız Hastanesi’nde doğdum. Annem o dönem rahatsız olduğu için tedavisi ve benim doğumum Fransız Hastanesi’nde gerçekleştirildi. 1967 yılına kadar Çanakkale’de yaşadım. Annem kırk bir yaşında vefat etti. 1956 senesinde bahriyeli olarak İskenderun Deniz Eğitim Alayı’nda üç yıl askerlik yaptım. Eşim Güneş ile 1960 yılında Çanakkale’deki Mekor Hayim Sinagogu’nda evlendim. 1961 yılında büyük oğlumuz Jak, 1966 yılında ortanca oğlumuz Yosi ve 1973 yılında da küçük oğlumuz Viktor dünyaya geldi. Maalesef 2004 yılında ortanca oğlumuz Yosi’yi kaybettik.

Biraz Çanakkale’deki yaşantınızı anlatır mısınız?

Benim zamanımda Çanakkale’de beş tane Yahudi Mahallesi vardı. Çanakkale’de üçyüz ,üçyüzelli Yahudi aile yaşardı, ancak hepimiz sanki tek bir aile gibi idik. Sevinçlerimizi ve üzüntülerimizi hep beraber yaşardık. Çevremizdeki bütün esnaf Yahudi idi. Biz toptan manifatura ve pamuk ticareti yapardık. Herkesin bir dükkânı ve bir evi vardı. O zamanlar Çanakkale’de beş tane kaşer kasabımız vardı. Gençler cumartesi günleri sinagogdan sonra Kel Emin’in kahvesinde toplanırdık. Hanımlar ise Kordon’da La Eskalade Maydos’ta vakit geçirirlerdi. Gençliğimizde Çanakkale’deki yaşantımız tekdüze idi. Fazla eğlence yerleri olmadığı için, pek fazla faaliyetimiz de olmazdı. Haftada bir gün sinemaya giderdik. Çoğunlukla kahvede vakit geçirirdik. Genç kızlar ve erkekler fazla görüşmezdi çünkü çevremiz çok tutucuydu. Bir Yahudi derneğimiz olsaydı belki de durum böyle olmazdı.

Çanakkale’de Yahudi bayramlarını nasıl kutlardınız? Dinimize ve geleneklerinize ne derece bağlıydınız?

Çanakkale’de Yahudi bayramları büyük coşkuyla kutlanırdı. Hepimiz bayramları dört gözle beklerdik. Geleneklerimize ve dinimize çok bağlı büyütüldük. Bayramlarda sinagoglarımız dolup taşardı. Hatta o kadar kalabalık olurdu ki, oturacak yer kalmadığında, herkes evinden takviye iskemle getirirdi. Sinagog’dan çıktıktan sonra da, büyüklerimizin ellerini öpmeye giderdik. Şabat sabahları evlerimizde her zaman geleneksel kahvaltılar yapılırdı. Her evde borekas, leçe koça, fırın yumurtası yenir, rakı içilirdi. Bilhassa bayram ve Şabat geceleri ev hanımları çeşit çeşit yemekler pişirirlerdi. Bu yemeklerden bazılarını size sayabilirim: pırasa köftesi, ıspanak böreği, asma yapraklı dolma, kuzu etli sarımsak yemeği, kuzu kebap, kuzu etli pilav, ekşili köfte, guevo i limon ve kelle paça. Yemekten sonra yenen tatlılar ise: badem ezmesi, şarope blanko, tezpişti, marunçino ve mustoçudo idi. Kipur’da haham, ev ev dolaşıp kaparot yapardı. Purim Bayramlarında büyükler küçüklere folar adını verdiğimiz bir çeşit yumurtalı kek verirdi. Pesah geceleri ise çocuklar sepetlere ot koyup kapı kapı dolaşır ‘Tara Tara Lagayina’ şarkısını söyleyerek herkesten yumurta toplarlardı.

Cemaatin erkekleri hangi meslekleri yaparlardı?

Kendimi bildim bileli günlük tutarım. Günlüğümde önemli şeyleri not ederim. Notlarımda bu konuda şunları yazmışım. ‘1960 yılında Çanakkale’de otuz beş manifaturacı, üç sarraf, beş zahire tüccarı, beş terzi, beş şarap imalatçısı, iki bakkal, bir şeker imalatçısı, iki fırıncı, dört doktor, bir marangoz, iki seyyar satıcı, bir kamyon sahibi, bir taksi sahibi, taşıma yapan bir at arabası, bir haham, bir şammaz, iki dondurmacı mevcuttu’. Yıllar önce, Çanakkale’de üç sinagog varmış: Eski Havra, Yeni Havra ve Eliyau Halyo adına inşa edilen Halyo Havra. O zamanlar Çanakkale’nin yakın kasabalarında, Bayramiç, Ezine, Lapseki, Biga ve Bandırma’da da Yahudi yaşarmış. Çevremizde asimilasyon yoktu diyebilirim. Ancak cemaatimiz fertlerinin geniş toplumla iletişimleri her zaman mükemmel oldu. Ticari ilişkilerimiz her zaman çok iyiydi, birbirimizi severdik ve birbirimize her zaman saygılıydık. Hepimiz aynı okullarda okuduk, aynı mahallelerde büyüdük. Çanakkale’de çocuklar, ilkokul ve ortaokula devam ederlerdi. Kızlar ise Sanat Enstitüsü’ne giderdi.

Yaz aylarını nasıl geçirirdiniz? Denize girer miydiniz?

Yazları çok neşeli geçerdi. Kadınlar ve çocuklar hep birlikte askeri plaja ve belediye plajına giderlerdi. Ayrıca birkaç aile toplanıp Erenköy Çamları’na pikniğe de gidilirdi. Gramofon ve akordeon eşliğinde şarkılar söyler, dans ederdik. Dört tane yazlık sinemamız vardı. Yaz akşamları, çoğu zaman, komşular evlerinden iskemleleri dışarı çıkarır, geç saatlere kadar sohbet ederdik.

Hiç unutmadığınız bir anınız var mı?

Size ilginç bir anımı anlatayım. Çanakkale çarşısında iki Avram Penso vardı. Biri rahmetli Cemaat Başkanı sarraf Avram Penso, diğeri ise bendim. Sarraf Avram Penso mahkeme ve devlet dairelerinden çok çekinirdi. Çanakkale’de o zamanlar mahkeme celbi gelmesi dünya sonuydu. Bir gün postacı sarraf Avram Penso’ya mahkeme celbi getirdi. Avram: “Bu bana değil, öbür Avram Penso’ya götür.” dedi, ve postacıyı bana yolladı. Mahkeme günü geldi çattı. O zamanlar mahkeme kapısında sabahtan akşama kadar sıramızın gelmesini beklerdik. Sonundan benim ismimi söylediler. Meğerse sarraf Avram Penso’nun dükkânını soyan hırsız yakalanmış. Hâkim bana: “Altınların fiyatı nedir?” diye sordu. “Efendim ben tüccar Avram Penso’yum, bu işten anlamam.” dedim. Birkaç kez daha isim benzerliğimiz yüzünden birkaç olay yaşanınca cemaat başkanı bana kızdı:“Hemen ismini değiştir yoksa başım belaya girecek!” dedi.

Çanakkale’deki hayatınızı özlüyor musunuz?

1968 yılında ailemle İstanbul’da yerleştik. Geriye dönüp baktığımda, birçok şeyi özlediğimi düşünüyorum. Çanakkale’deki hayatın kolaylığını, dostluğu, komşuluğumuzu, çocukların çekinmeden gönüllerince sokakta koşturmalarını, orada geçen gençliğimi özlüyorum.

Halen Çanakkale ile bağlılığınız olduğunu biliyorum. Biraz bundan bahseder misiniz?

Yirmi yıldan beri, her yıl, İstanbul’dan Çanakkale’ye 350 kilometre yol alarak, Mekor Hayim Sinagog’unu açmaya, orada dua etmeye gidiyoruz.. Bunun bir örneği dünyada yoktur. Ben 1993 yılından beri, bu gezi ile ilgili Şalom Gazetesi’nde ve yerel basında çıkan tüm haberleri toplayıp, evimdeki koridora asıyorum. Koridorumuzda artık yer kalmadı. Biz, cemaat olarak her zaman tek vücut olduk, her zaman beraberiz. Bu yıl, Çanakkale’deki bakıma muhtaç mezarlar tamir ediliyor. Trakya’da, Çanakkale’deki kadar bakımlı mezarlık yoktur. Bu konuda bizi destekleyen, bize kuvvet veren ve hep bizim yanımızda olan Sayın Hahambaşı’ya teşekkür borçluyuz. Ayrıca yirmi yıldır bizimle Çanakkale’ye gelip, bizi onurlandıran Rav Moşe Benveniste’ye, Rav Avram Yanni’ye, Rav Adoni’ye candan teşekkür ederiz. Çanakkaleli olmaktan gurur duyuyoruz.