Subcomandante’den hikâyeler

Onur BEHRAMOĞLU Köşe Yazısı
27 Şubat 2013 Çarşamba

17 Kasım 1983’te Meksika’da kurulan ELZN’nin (Zapatista Ulusal Bağımsızlık Ordusu) efsanevi komutan yardımcısı, stratejisti, sözcüsü Subcomandante Marcos, ‘Zapatista Hikâyeleri’ isimli kitabının rengârenk hikâyelerinden birinde bir doru atı anlatır: “Bir zamanlar, tüyleri kahverengi fasulye renginde olan bir doru at varmış ve bu doru at çok fakir bir köylünün evinde yaşarmış. Bu fakir köylünün tıpkı kendisi gibi çok fakir bir karısı ve cılız mı cılız bir tavukla topal bir domuzları varmış. Sonra bir gün, çok fakir köylünün çok fakir karısı, “Yiyecek hiçbir şeyimiz kalmadı çünkü çok fakiriz, o yüzden cılız tavuğumuzu kesmemiz gerek,” demiş. Bunun üzerine tavuğu keserek cılız tavuk yahnisi yapıp yemişler. Bu onları bir süre idare etmiş ama sonra tekrar acıkmışlar ve fakir köylü fakir karısına, “Yiyecek bir şeyimiz kalmadı, çünkü çok fakiriz, o yüzden topal domuzumuzu kesmemiz gerek,” demiş. Böylece sıra topal domuza gelmiş ve topal domuzu keserek topal domuz yahnisi yapıp yemişler. Sonra sıra doru ata gelmiş ama doru at bu hikâyenin sonunu beklemeden dört nala başka bir hikâyeye yollanmış.”

Turgut Uyar’ın, “Hep böyle süreceği sanılır bu gül hikâyesinin / hep böyle sürer gerçi amma bir gün sonu değişir.” dizelerindeki gibi…Doru atlar, cılız tavuklarla topal domuzların akıbetine uğramadan dört nala ilerlerse, bir gün sonu değişir hikâyenin.

“Aslan dik bakarak öldürür,” der Subcomandante, “gücünden çok, yarattığı şaşkınlıktadır marifeti. Birazdan ölecek olan zavallı küçük hayvan öylece bakakalır. Artık kendini görmez, aslanın gördüğünü görür, onun gözündeki küçük ve güçsüz yansımasını. Soğuk gecede tenimize suyun dokunduğu zaman olduğu gibi hissizleşir kemikleri. Sonra da teslim olur, bırakır kendini. İşte aslan böyle öldürür. Bakarak.” Ama, aslanın tuzağına düşmeyen köstebek vardır bir de: “Köstebek kör olmuş çünkü dışarı bakmak yerine içeriye, kendi yüreğinin içine bakmaya başlamış. Kendi yüreğinin içine bakar ve güçlü ya da güçsüz, büyük ya da küçük olmakla ilgilenmezmiş. Çünkü yürek yürektir ve eşya ya da hayvanlar gibi ölçülemez. İçeriye bakmak yalnızca tanrılara özgü olduğundan, tanrılar köstebeği cezalandırmışlar ve bundan sonra dışarıya bakmasını engelleyerek, hayatının geri kalanını yeraltında sürdürmeye mahkûm etmişler. Köstebek bunu hiç umursamamış ve kendi içine bakmaya devam etmiş. Aslan onu yakalarsa, küçük pençeleriyle karşılık verir köstebek, küçüktür pençeleri ama kanatır, acıtır. Aslana teslim olmaz, çünkü aslanın onda gördüğünü görmez, kördür.”

Belki de dünyayı görebilmeye böyle körlük gerekir.

‘Gömülü anahtarın hikâyesi’ni de anlatarak, kilitlenip kalmışlığımızdan kurtulmanın yollarını gösterir Subcomandante: “Dünyaya hayat veren ilk tanrıların hafızası çok zayıfmış. Yaptıklarını ve söylediklerini çabucak unuturlarmış. Bu talihsiz mirası dünyanın yaşayan ve yaşamış olan tüm yöneticilerine devretmişler. Ama yücelerin yücesi ilk tanrılar hafızanın geleceğin anahtarı olduğunun, toprağa, evlerimize ve tarihe nasıl değer verip bakıyorsak ona da öyle bakmamız gerektiğinin bilincindelermiş. Unutkanlıklarına panzehir olarak, yaptıkları ve bildikleri her şeyin bir kopyasını çıkarmışlar. Bu kopyayı toprağın üzerindekilerle karışmasın diye yerin altına gizlemişler. Bu da toprağın altında, bu dünyanın tıpatıp aynısı olan bir başka dünya daha olduğu anlamına geliyormuş. Zaman geçtikçe, dışarıdaki dünya bozulmaya başlamış. İlk tanrılar gittikten sonra gelen yöneticilerin hiçbiri aşağıya bakıp bozulmakta olan dünyayı düzeltmek için bir şey yapmaya çalışmamışlar. Her gelen yeni lider nesli, dünyanın bu gördükleri dünyadan ibaret olduğunu, başka bir dünyanın mümkün olamayacağını sanmış.”

Yeni doğan bebeklerin göbek bağının toprağın altına gömülmesi hikâyesidir bu. Yeni doğan, dünyanın gerçek tarihini görsün ve bir zamanlar olduğu hale, başka ve daha iyi bir dünya haline gelmesi için nasıl mücadele etmesi gerektiğini bilsin diye gömülür toprağın altına, göbek bağı.

Rüyaların, renklerin, gökkuşağının, samanyolunun, soruların, yolların, gürültünün ve sessizliğin hikâyelerini de anlatır Subcomandante. Der ki, “Tanrılar, üzerinde durması için dünyayı dört nokta üzerine kurdular. Herkes için yer olsun ve kimse kendini bir diğerinin üstünde görmesin diye. Sonra dünyaya uçmak ve yürümek için iki nokta daha yerleştirdiler. Bir de, dürüst insanların yürümeye başlayacakları bir nokta.”

İşte o son noktada buluşacaksınız Subcomandante ile. Yüzünde kar maskesi olsa da, bakışlarındaki soylu kederden tanıyacaksınız.