İnanç mı, alışkanlık mı özenti mi?

Eddi ANTER Köşe Yazısı
3 Ocak 2013 Perşembe

Tatilimi geçirmek üzere İstanbul’a geldiğimde beni nelerin beklediğini elbette bilemezdim. Fark ettim ki Hanuka Bayramı’nı geride bıraktıktan sonra Noel ve yeni yıl kutlamalarına sıra gelecekti. Nasıl mı?

Ortaokul yıllarında bayramlarımızın dini ve milli olmak üzere ikiye ayrıldığını öğrendim. Milli bayramları hep birlikte kutlarken dini bayramlarımızın farklı olduğunu bazı arkadaşlarımdan gözlemlerdim ve çoğu zaman babama sorduğum sorularıma cevap bulamazdım. Taksim’de doğduğum bina ‘Birleşmiş Dinler Binası’ nı andırırdı. Ermeni, Yahudi, Rum ve Müslüman Türklerden ailelerdik. Noel Baba’ya ya merdivenlerde ya da asansörde denk geldiğimde hep aynı soruyu tekrarlardım. Sorduğum kişilerden aldığım cevap o çocuklarla top oynarken gelirdi. “Noel Baba kimi neye göre ziyaret ediyor?”  Yaşıtlarım tarafından verilen cevapsa “O, sadece uslu çocuklara hediye getirir” olurdu. Bu fikri tüm sene boyunca aklımda tutup söz dinlemeye gayret ederken özellikle Aralık ayı geldiğinde fazladan uslu durmaya özen gösterirdim. Gelmezdi. Nafile. Ne yapsam ne etsem, ne yapmasam etmesem bizim eve uğramazdı. Çocuk aklımla ne anneme ne de babama sormazdım. Mutlaka onların bilip bana söylemediği bir yaramazlık yapmış olmalıydım diye kendimi yer bitirirdim. Hele Noel Baba’nın ta kendisini bir Taksim’de parkta bir Beyoğlu’nda mağazanın içinde görünce ne kadar çok koşuşturduğuna gözlerimle şahit olurken, her yere yetişen bu insanüstü süratli kişinin bizim ev dışında her eve uğradığına da tanıklık edederdim.

Bu hatıra ve yerleşik düşüncemin silinmesi neredeyse 40 senemi aldı.

Peki, genel anlamda Hanuka Bayramı zamanına denk gelen Noel gününün Hıristiyan âlemi dışında kutlanması ne dereceye kadar anlaşılabilir? Bu bir eğlence midir inanç mı yoksa özenti mi? Sorgulanmadan yapılan bazı alışkanlıklar yeri geldiğinde faydadan çok zarara dönüşmüyor mu?

Pek çoğumuz yılbaşı zamanı hediye alıp vermeyi, birinin gönlünü almak ve sevgi vermek için çırpınıp dururuz. 2012 yılını geride bıraktığımız bu günlerde 5773. Yahudi yılının ortlarındayız. Roş Aşana yılbaşıdır. Peki, Roş Aşana zamanı yeterince sevinç ve coşkuyu tadıyor muyuz acaba?

Dünyamızda her milletten insan yılbaşı zamanı yeni bir yıla girişi kutlarken  enerjilerin de çok yüksek bir düzeyde olduğu bu dönemde nasibini almak, bu oluşumun bir parçası olmak istiyor. Bunu yaparken acaba neler bekliyoruz ve neler hissediyoruz?

Sözlük, Noel Bayramı’nın Hz. İsa’nın doğumunun kutlandığı gün olduğunu yazıyor. 16. yüzyılda çam ağaçları evlere girmeye başladığında üzerlerine taze yiyecekler asılıyor. Daha sonraları mumlarla bezenen ağaçların yerini ışıklandırma ve plastik süslemeler alınca hakiki ağaç da yerini yapay olanlara bırakmaya başlıyor. Bu ağacın bir simge olduğu göze alındığında Hıristiyan olmayanlarımızın ağaç alıp süslemesi ne ifade ediyor acaba? Herhangi bir inanca mensup olmak sadece o inancın şartlarını yerine getirmekle yükümlü olmak mı demektir? Kendi inancının şartlarını yerine getirmeyip bir başka inancın sembolüyle kendini ifade etmeye çalışmayı nasıl anlayabiliriz? Cevabı her neyse en azından bizler bunları tartışabilmeliyiz.

Ziyaretine gittiğim pek çok Hıristiyan olmayan arkadaşımın evinde bir çam ağacı ve üzerinde süslemeler gördüm. Bu Noel ağacı sayılır mıydı? Bir hafta evvel veya bir ay sonra ağaç konulsa başka bir şeyi mi çağrıştırırdı? Ya ağaç? Çam yerine çınar olsaydı neyi anımsatırdı?

Kimsenin kimseyi yargılama hakkı yoktur ancak fikirlerimizi paylaşmadan da ilerleyemeyiz. Anlam yüklemeye çalıştığım şudur: neden mutluluğu elimizde olanı keşfetmekte değil de olmayanda aramaya çalışırız? Mutluluk arayışımızda entegrasyon yerine farklı mutluluklar uğruna asimile olduğumuzun farkına mı varamıyoruz?  Bir insanın inancından doğan kültür birikim ve kimliklerinin, baskın yapı içinde eriyerek yok olması o kişinin asimile olması demektir. Ne olduğunu unutmadan, kim olduğunu bilerek inanç, kültür ve geleneklerine bağlı kalıp geniş toplumla bütünleşip uyum sağlamaksa entegrasyon oluyor. Bugün pek çok medeniyet, hatta imparatorluklar sadece tarih kitaplarından anımsanıyor. O yüzden bizler de kendi kimliğimize sahip çıkmazsak bir başkasının bize sahip çıkmasını bekleyemeyiz. Her zincir ufak halkalarından oluşur.

Sürekli “kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi unutmayın yoksa hatırlatırlar,” diyorum. Onuncu emir uygulaması en zor gelen emirdir çünkü onu uygulamaya çalışmadan diğerlerine ulaşması zordur. “Komşunun malına tamah etmeyeceksin, komşunun karısına yahut kölesine yahut cariyesine yahut öküzüne yahut eşeğine yahut komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin.” Aynı şey neden 2 kere tekrarlanır acaba hiç düşündük mü?  Özendiğimiz, beğendiğimiz, imrendiğimiz veya kıskandığımız her kimse o kişide gördüğümüz tüm iyi ve güzel şeylerin yanında o kadar iyi ve güzel olmayan şeyler de mevcuttur. Bunun farkında olmamızı hatırlatıyor ki bu şekilde hepimizin birbirimize katkısı olabilsin. Yani örnek aldığımız kişinin hayatına dışarıdan baktığımızda her şey olduğundan farklı gözükebilir.  Geçmişten gelen birikimlerimizle bizler kendimizi yeniden yaratmak zorundayız. Arada farklı tali yollar görünse bile doğru yolun ‘Tek’ olduğunu düşünmekteyim. Yeni yılın tüm insanların, ihtiyaçları doğrultusunda gönüllerinden geçenleri karşılaması temennilerimle...

“Allah’ım benden Sevgini ve sevgiyi esirgeme,

Güçsüz anlarımda kendimi güçlü göstermek zorunda bırakma,

Birine ihtiyaç duyduğumda bunu o kişiye söyleyecek cesareti ver bana,

Sağlıklı olup farkında olmadığım her gün için sana hamd olsun,

Bereketi yağmur ve toprak yerine başka şeylerde arayan gözlerimi aç,

Yalvarıyorum Sana.

Bana verdiğin velinimetlerden başım dönmesin ve bana paylaşmayı hatırlat,

Yeni bir yıl değil, her günün yeni bir gün olduğunun bilincini bana bahşet.

Karşımdaki insanı kendim gibi sevebilmem için, bana kendimi doğru sevmeyi öğret.

Işık’ını üzerimden ayırma ne olur, yürüdüğüm yolu aydınlat.

Bir Sen varsın gerisi boş bomboş.”