Facebook’çu olmak

Bu iş bana göre değil arkadaşlar. Ne kadar zamandır sanal ortamda eski dostlar bir araya geliyor, kızlar grup kuruyor, hatta benim gibi bir yerlerde kalem oynatanlar, yazanlar, çizenler özellikle kendileriyle ilgili yorumları okuyabilmek, daha fazla okur toplayabilmek için de aslında belki de doğru bir şey yaparak farklı ortamlarda takipçiler biriktiriyor. Bense zar zor bir sayfa açtım ki adım soyadımı başka biri almasın.

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
15 Ağustos 2012 Çarşamba

Bu iş bana göre değil arkadaşlar.

Ne kadar zamandır sanal ortamda eski dostlar bir araya geliyor, kızlar grup kuruyor, hatta benim gibi bir yerlerde kalem oynatanlar, yazanlar, çizenler özellikle kendileriyle ilgili yorumları okuyabilmek, daha fazla okur toplayabilmek için de aslında belki de doğru bir şey yaparak farklı ortamlarda takipçiler biriktiriyor.

Bense zar zor bir sayfa açtım ki adım soyadımı başka biri almasın.

Yine de bu sayfalara fotoğraflar yüklemek, sevdiklerimi veya sevmediklerimi anında oraya yazmak, yazılanlar üzerine yorum yapmak, nerede olduğumu, kimlerle olduğumu anında görüntülemek, yazılarım hakkında reklam yapmak bana göre değil.

Yarın öbür gün sadece okurlarla bir araya gelmek için özel bir durumla karşı karşıya kalırsam yapacak bir şeyim olmaz.

Ama, şimdilik hayır.

Çok yakın bir dostum hafta sonu beni aradı.

Tülay, dedi. “ Tam sana göre bir manzara var. Kızlar birbirlerinin fotoğraflarını çekiyor ve anında başkalarıyla paylaşıyorlar.”

Güldüm.

İnsanlar, yapacak daha iyi bir işleri olmadığı için midir, boşluktan mıdır, iletişim ihtiyacından mıdır, bu işe soyunuyorlar.

Üşenmiyorlar belli ki.

Bense çok üşeniyorum.

Günlerce sayfamı açıp bakmıyorum.

Bir bakıyorum, birçok talep birikmiş, onları cevapsız bırakıyorum.

Başkalarının özeliyle ilgilenmeyi sevmediğim gibi başkalarının da benim özelimle anında yüz yüze gelmelerinden hoşlanmıyorum.

Ne kadar az bilirsem o kadar güvendeyim.

Ne kadar az bilinirsem o kadar gizemliyim.

Biz böyle büyüdük.

Mahremiyet diye bir şey vardı ki ben bunu hala çok önemsiyorum. Anlatılacak yazılacak, gösterilecek, haber verilecek her şeyi anlatacağım, göstereceğim, haber vereceğim kişilere ben kendim iletiyorum zaten. Anında görüntüye veya mesaja gerek yok.

Göçmen olmanın getirdiği en büyük zorluk, hasretliktir. Yurt dışında çok akrabam var. Buna rağmen telefon etmeyi ve o kişinin sesini duymayı tercih ediyorum.

Üstelik kimseyi kırmak istemem ama bu işin çok da dürüst olmadığını düşünüyorum.

Bir insan hep iyi, hep güzel, hep, doğru olamaz ki… Seçip ayırdıklarım sana, bilmediklerin bana, gibi bir durum yaşanıyor bu işin sonunda.

Bu da bana göre değil.

Kısacası, zamanın dışında kalabildiğim kadar kalmaya kararlıyım. Hem yaptığım iş gereği gençlerin mahremiyetini kendimden koruyup objektifliğime zarar vermeyerek, hem de kendi hayatıma kimseyi bulaştırmayarak sevdiklerimi korumayı seçiyorum büyük bir inatla.

 Aslında güzel tarafları da var mutlaka bu işin. Uzun zaman önce birbirini kaybetmiş dostların, eski okul, mahalle arkadaşlarının bir araya gelmesine vesile olduğunu söylüyorlar. Bunlar hoş şeyler muhakkak...

Yine de ben iletişimleri sağlam tutmaya çalışmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.

Birileri hayatınızdaysa hayatınızdadır.

Gitmişse yapacak bir şey yoktur.

Sanal âlemin herkesçe alenen bilindiği tasarı sayfalarında birileri hakkında bir şey okumaya kalkacağımıza herkesin iyi olmasını dileyelim yeter bence.

Ben hala mektup yazan, kartların arkalarına uzun cümleler kuran, uzaklardaki yakınlarıma fotoğraflarımı kargoyla albüm yapıp gönderen, onlara dokunulmasından, onların saklanmasından son derece keyif alan, eski kafalının tekiyim.

Bilgisayarını işi için, yazıları için ve elektronik postaları için kullanan biri olduğumdandır ki ben bu işin adamı olamam.

En azından zorunlu olmadıkça.

Bu sebeple bana davet gönderenlere cevap vermeyişim kimseyi kırmasın, hepsini çok seviyorum.

Mümkünse yüz yüze görüşelim diyorum.

Bunun için fırsat yaratmayı bilgisayar ekranlarından daha çok seviyorum.