İçimiz kan ağlıyor

Son günlerde ulusça birbiri ardına tahammülü gerçekten zor acılar yaşıyoruz!.. Deprem felaketi ile kaybettiğimiz canlar, teröre verdiğimiz şehitler, yediden yetmişe hepimizin yüreğini yakıyor. Sabır sınırlarımız adeta sınanıyor.

Rafael ALGRANATİ Köşe Yazısı
26 Ekim 2011 Çarşamba

Son günlerde ulusça birbiri ardına tahammülü gerçekten zor acılar yaşıyoruz!..

Deprem felaketi ile kaybettiğimiz canlar, teröre verdiğimiz şehitler, yediden yetmişe hepimizin yüreğini yakıyor. Sabır sınırlarımız adeta sınanıyor. İçimizden taşan acı dolu karmaşık duyguları kontrol edebilme becerimiz gitgide azalıyor.

Terör nedeni ile yaşanmakta olan acıların yaralarını sarmaya çalışırken, Pazar günü Van’da yaşanan deprem felaketi hepimizi can evimizden vurdu. Televizyon kanallarının birinden diğerine her geçişimizde duyduklarımız, gördüklerimizle içimiz kan ağlıyor. Nasıl dayanılır ki bu acıya? Nasıl dayanır ki enkazı tırnakları ile kazıyarak sevdiklerine ulaşmak isteyen küçücük çocuğun ufacık yüreği? Nasıl dayanır ki eşinin, kızının, oğlunun, gelininin, torunlarının, başından ayrılmadığı enkazın altında olduklarını bilen babanın kalbi? Nasıl dayanır yüreğinden çıkan feryatlarla sevdiğinin ismini yıkıntının boşluklarına umutsuzca haykıran annenin yüreği? Nasıl? Nasıl?

Başını hafifçe gökyüzüne kaldırıp “Biz günahkâr kullarına reva gördüklerine, ilahi adaletine baş kaldırmak olmaz ama Tanrım, bu acıya nasıl dayanılır?” diye sorası geliyor insanın.

Kaybettiğimiz canların sayısı bu kez kaça kadar yükselecek diye hayıflanmaktan, kurtarılanlar veya bu gibi felaketlerde yaşanan mucizeler bile yeterince sevindiremiyor insanı!..

2003’te Bingöl’de 176 / 99 Kasım’ında Düzce’de 845 / yine 99’un Ağustos’unda Kocaeli’nde 17127 / 1998’de Ceyhan’da 145 / 1995’te Dinar’da 95 / 92’de Erzincan’da 653 / 1993’te Erzurum’da 1155 olmak üzere son yirmi senede 20.000’in üzerinde can verdik deprem felaketlerinde.

Her şeye kadir olana dönüp, “Durdur artık bu acımızı Tanrım… Göster artık bizlere yüce merhametini, sonsuz şefkatini!...” diye yakaralım yakarmasına da, bir an için durup bu felaketlerden sonra ekranlara akseden görüntülere soğukkanlılıkla bir baksak diyorum. Akordeon gibi yedi katı birbiri üzerine çökerek tek kata dönüşen enkazın hemen yanında, dimdik ayakta durabilen binaları görsek, fark etsek, bu ikilemin nedenini sorgulasak!.. Tanrı’nın insanoğluna kullanması için bahşettiği zekâmızı devreye sokarak biraz akıl yürütsek, felâketlerin sonuçlarından kendimize hisse çıkarsak, çıkarmakla kalmayıp bu yönde çabalar sarf etsek, doğruları yapsak, yapılması gerekenleri uygulasak… Bu acıları azaltamaz mıyız?

***

Deprem felaketinden hemen öncesinde de içimiz kan ağlıyordu. Bambaşka bir acı yaşıyorduk. 19 Ekim sabahına, Hakkâri’den gelen yüreğimizi yakıp canımızı acıtan bir haberle uyanmıştık. Çukurca İlçesi'nde konuşlanmış askeri birliklere sekiz ayrı PKK grubu tarafından eşzamanlı saldırılar düzenlenmişti. Yüksekova ve Çukurca'daki bu saldırılarda 24 yiğidimiz şehit olmuş, 18’i de yaralanmıştı.

30 yıldır bitmek bilmeyen bu vahşete bir yenisi daha eklenmişti. Dünyanın neresinde olursa olsun, ‘insan’ olan, insan hayatına değer veren hiç kimsenin, böylesine sinsice düzenlenen saldırılarla kaybedilen canların acısına tahammül göstermesi beklenemez.

Amaçlarına bu şekilde ulaşamayacaklarını bile bile, barış için çabaların hiç olmadığı kadar yoğun bir şekilde sürdürüldüğü, MIT’in İmralı ile görüşmesi dahil farklı çözüm yollarının denendiği, Türk ve Kürt halklarının özlenen barışa belki de ilk defa oldukça yakın durdukları bir dönemde haince düzenlenen bu saldırıların altında başta ‘barışı engellemek’ olmak üzere başka sonuçların hedeflendiği oldukça açık!..

23 Ekim Pazar günü tüm Türkiye’de olduğu gibi İzmir’deki mitingde acılar adeta dillendi...  Gündoğdu Meydanı ve Kordonboyu bayrağını alıp mitinge katılan 60 bin İzmirli ile doldu taştı. Yüzlerce kere tekrarlanan Şehitler ölmez, vatan bölünmez sloganı ile İzmirliler tek yürek oldu. Şehitlerimizin isimleri tek tek söylenerek yapılan yoklamada altmış bin İzmirlinin hep birlikte tek ağızdan verdikleri “burada” cevapları ile yer/gök inledi.

İzmirliler, bir kez daha infial bekleyenleri utandırdı. İçlerindeki tüm isyana rağmen miting olaysız geçti. Bin kişilik bir grubun mitingden sonra BDP İl binasına giderek bayrak koymak istemesi, polisin seçilen bir heyete izin vermesi ile olaysız kapandı.    

Pazar akşamı ise TV kanallarında şehitlerimizin cenaze haberleri vardı. Yazık; Başsağlığı dilemekle dindirilmesi mümkün olmayan sonsuz bir keder!.. Yazık; Sevenlerin birbirlerine sarılamadan, dokunamadan, birbirlerinin gözlerinin içine bakamadan, seni seviyorum diyemeden ayrı kalmaları!.. Yazık; Öksüz kalan olan biteni anlamayan bebelerin görüntüleri!.. Yazık; Genç yaşlarında dul kalan eşlerin gözyaşı dolu feryatları.. Yazık; Böylesine haince bir saldırı ile evlatlarını kaybeden annelerin babaların yürekleri parça parça eden çaresiz görüntüleri!... Ne yazık!..   

***

Büyük Üstad Can Arpaç’ın dizeleri, yazılı oldukları sararmış sayfalarından kurtulup zihnimde kanat çırpıyorlar.

Ne Yazık!.. / Yaratırken Ulu Mimar Ademi, / Dünyadaki sınırları çizmedi. / Renk verdi, dil verdi, inanç verdi. / Taraf tutup ezmedi.

Yaratırken Ulu Mimar Ademi, / Tesbih gibi bir kalıba dizmedi. / Akıl verdi, his verdi, güç verdi. / “Hepiniz insansınız, kardeşçe yaşarsanız tüm dünya sizin” dedi.

Boş buldu meydanı Adem / Para dedi, koltuk dedi, mal dedi.

Yetmedi… / Fesat dedi, haset dedi, hırs dedi.

Bitmedi… / Sağ dedi, sol dedi, öldür dedi, öl dedi.

Cehenneme çevirip dünya denen cenneti / İnsanca yaşamanın güzelliğini sezmedi.

Barış ve huzur dolu aydınlık günleri görebilmek umudu ile, şehitlerimize ve depremde kaybettiğimiz kardeşlerimize Tanrı’dan rahmet, başta aileleri olmak üzere tüm ulusumuza başsağlığı diliyorum.