Mekan Artı’yı nihayet keşfedebildim!

Neden rahatsız olmuyoruz? Ne kadar duyarlıyız? Ne kadar umursuyoruz? Nereye kadar dayanıyor, nerede “dur” diyoruz? ?

Erdoğan MİTRANİ
15 Haziran 2011 Çarşamba

İzleyici olmak nedir? Tepki nerede başlar? ?İnsanlık nedir? Doğamız nedir? Ne kadarını belirleyebilir? Ne kadarına engel olabiliriz??Tiyatro Artı, katletmek üzerine sahne üzerinde yaptığı denemeleri seyirciyle paylaşıyor…

Aslında yeri çok kolay. Harbiye’den Taksim’e doğru giderken, soldaki Hilton girişini geçer geçmez, sağınızdaki Üftade sokağına sapıp yokuşun neredeyse dibine kadar inerseniz, hemen solunuzda Mekân Artı’yı bulursunuz.

Bina neredeyse seksen yaşında, alt katı önceleri depo, daha sonra otopark olarak kullanılmış. İzmir kökenli birkaç genç tiyatro tutkunu, seslerini önce doğup büyüdükleri kentte duyurmaya çalışmışlar. Alsancak’daki oda tiyatrosu macerası ne yazık ki hüsranla bitmiş. Zaten etleri, butları ne ki, ceplerindeki üç beş kuruşla kurdukları tiyatro ancak dört ay dayanabilmiş. Yılmamışlar, “Turneye gelen tiyatroları dolduran İzmir seyircisi, yerel oyunculara yüz vermiyorsa biz de İstanbul’a gideriz” demişler. Kimisinin okumaya, kimisinin çalışmaya geldiği kentte işte bu metruk giriş katını bir sanat alanına dönüştürmüşler. Önce mekânı temizlemişler, sonra da giriş rampası basamaklarından oyun alanına kadar neredeyse her yeri kendileri yapmışlar. 150 metrekare alanda elli ilâ seksen kişi arasında izleyici kapasitesi olan, her projeye göre değişebilen ve kendini sürekli yenileyebilen bir mekân yaratmışlar.

Bu arada bizim İzmirli gençler, İstanbul’dan da katılanlarla Tiyatro Artı’yı kurmuşlar ve Mekan Artı, 2010-2011 sezonu itibariyle açılmış.

Diyorlar ki:Tiyatro Artı, sanatı ve kitle gücünü ön planda tutan bir topluluk. Türk tiyatrosunun devamlılığını ve dönüşümünü her daim canlı kılacak itkileri ve araçları kullanmak için araştırmayı, deneyerek görmeyi ve bozup yeniden yapmayı ilke ediniyor. Bu amaçla açılan ve Türkiye’deki her türlü çağdaş gösteriye, yeniliğe kapısını sonuna dek açacak olan Mekan Artı kapsamında her türlü sanat etkinliğini, çeşitli tiyatroları, toplulukları, bağımsız oluşumları ve etkinlikleri misafir etmeyi ve ‘mekan’ını sanatın merkezi değil de, parçası haline getirmeyi amaçlıyor.

Uzun zamandır keşfetmeyi istediğim bu mekâna ancak geçtiğimiz hafta sonunda gidebildim. Allahtan ‘alternatif’ diye adlandırdığımız bu genç toplulukların tiyatromuza yepyeni, bağımsız ve ilerici bir soluk getirmenin dışında önemli bir işlevleri daha var. Tüm çalışanları devlet ya da belediye memuru olan ödenekli tiyatrolar Mayıs ayında büyük bir rehavetle yaz uykusuna yatarken, Kumbaracı 50 olsun, sıfırnoktaiki olsun, Tiyatro Artı olsun mevsimi Haziran sonlarına kadar uzatıyorlar.

Mekan Artı’ya oyunun başlamasına yarım saat kala gidip onlarla tanışmak istedim. Yukarıda anlattıklarımı 25 yaşlarında bir genç kızla bir delikanlıdan dinledim. Genç adam, ‘farklı’  bir oyun izleyeceğimizi ve istersem sohbetimize oyun bittikten sonra da devam edebileceğimizi söyledi.

Katletme Üzerine bir Oyun Denemesi’ni 11 Haziran gecesi izledim. Yazısını yazdığım Pazartesi gününe kadar hep belleğimin bir kenarında durmaya devam etti. Sanırım uzunca bir süre daha beni bırakamayacak.Oyun, sadece sahnelerimizde değil, tiyatro genelinde de az rastlanan bir ‘interaktif’ oyun ‘deneme’si.

Sayıları 20 ile sınırlanmış izleyici grubu, orasından burasından ipler sarkan çıplak ve simsiyah oyun alanına girip beyaz, plastik, tekerlekli sandalyelere oturduğunda, beyaz iç çamaşırlarının üzerine yarı şeffaf beyaz tulumlar giymiş yalınayak, dördü kız, dördü erkek sekiz kişi ile karşı karşıya geliyor.

Kimdir bize (biraz da pis pis) gülerek bakan bu gençler? Belki de bir akıl hastanesindeki zihinsel özürlüler… Ancak, sahne aralarındaki stroboskopik efektlerin (hani şu kısa aralıklarla yanıp sönerek devinimleri eski sessiz filmlerin sarsak hareketlerine dönüştüren ışık oyunları) de desteğiyle bu sekiz kişi kimi zaman katil, kimi zaman maktul olacak, tulumlarının üzerindeki kan lekelerinin fark edilmediği yarı loş ışıklandırmada, beyaz giysileriyle belki birer hastabakıcıya dönüşerek, izleyici olduğumuz için hareketsiz ve sessiz kalmak zorunda olan biz sakatları tekerlekli sandalyelerimizle gezdirecek, aralarına, ta içlerine alacak, belki de Dante’nin Virgilius’u gibi her birimizi cehennemin içlerine doğru yolculuğa çıkaracaklardır…

Mesaj aslında bildik: Neredeyse yanı başımızda oluşan, ancak HEP BAŞKALARININ BAŞINA GELEN her türlü şiddet ve cinayet olayının karşısındaki UMURSAMAZLIĞIMIZ ve DUYARSIZLIĞIMIZ…

Önemli olan bu mesajın izleyiciye nasıl aktarıldığı. Katletme Üzerine bir Oyun Denemesi’nin metnini yazan ve hem konseptini, hem de yönetmenliğini yüklenmiş olan Ufuk Tan Altunkaya’nın başarısı da burada. Devamlı sürreelin ve absürdün kıyısında, gerçek ile gerçeküstünü ayıran o sırat köprüsünün üzerinde gezinen metin, en anlamsız sanılabileceği anda bile garip bir gerçekliğe bürünüyor. Sahneleme ise öyle etkileyici ki, yedi kişi, silahsız ve korunmasız olan sekizinciye saldırıp, (bu işkenceye izleyiciyi de ortak ederek) her türlü acıyı çektirdiğinde, birkaç gün önce gazetelerde okuduğumuz, önce polis otobüsünde sonra da karakolda dövülenleri, başına gelenleri annelerine bile anlatamayanları o otobüsün içinde izlermiş gibi oluyoruz. Çaresiz genç kız, çığlık çığlığa “bana yardım edin” diye ağladığında ise, koltuğumuza çivilenmiş vaziyette, ona yardım edememenin üzüntüsü ve utancı içimizi acıtıyor.

Bu tema üzerine çeşitlemeler yaklaşık 50 dakika sürüyor. Ve “nasıl bitirecek bu oyunu” diye düşündüğünüzde, beklenmedik derecede sakin ve bir o kadar da tokat gibi sert ve çarpıcı bir final geliyor.

Bu finali anlatmak, hem onlara hem de oyunu mutlaka görmenizi tavsiye edeceğim siz izleyicilere haksızlık olur. Ancak küçük bir ipucu vereyim. Oyunun sonunda o gençleri alkışla(ya)madan, sessizce ve boğazınızda kocaman bir düğümle kalkıp mekânı terk ederken çıkış kapısında duran (mekâna ilk geldiğimde benimle sohbet etmiş olan) genç adamla izlenimlerinizi paylaşmanızı öneririm.

Benim ilk reaksiyonum delikanlıya “yahu kim yazmış bu oyunu?” diye sormak oldu. Utangaç bir gülümseme ile “ben” dedi. “O zaman yönetmenliği de sen yapmışsındır” dedim. Yine aynı gülümseme ile “evet” dedi. Ufuk Tan Altunkaya 1984 doğumlu. Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirmiş, İstanbul Üniversitesi Tiyatro ve Dramaturji bölümünde yüksek lisans eğitimine devam ediyor. Ona oyundan çok etkilendiğimi söyledim; “madem alkışlayamıyorum, oyuncularını tebrik değil de teşekkür etmek için bekleyeceğim” dedim. İkram ettikleri kahveyi bitirmeden çıkıp geldiler: Berrin Karabaş, Cansu Dağ, Efe Can Erdal, Filiz Polat, Murat Baykan, Özgür Özgencer, Tutku Erten ve Utku Kara.

Hepsini ilk kez görüyorum, adlarını da ilk defa duyuyorum. (Bir yerlerde Murat Baykan adlı oyuncunun 2010-2011 sezonunda Tiyatro ARTI tarafından çıkarılan KÖK adlı oyundaki performansı için Direklerarası Seyirci Ödüllerinde Genç Yetenek Ödülünü aldığını okumuştum. İnternette fotoğrafını buldum; herkesin eşit olduğu Katletme Üzerine bir Oyun Denemesi’nde “başkalarından biraz daha eşit” oyunculuk sergileyen genç adam olduğunu fark ettim). Çocuklara bu alternatif sahnelerde gençlerin çok iyi oynamasını ne kadar kanıksarsak kanıksayalım, bu müthiş topluluk oyunculuğunun beni çok etkilediğini söylüyorum. Oyunla ilgili izlenimlerimi dinlerken hepsinin gözünün içi parlıyor…

Oyunu Haziran sonuna kadar izleyemeseniz bile önümüzdeki tiyatro sezonunda devam edecek.  Mutlaka gidin. Hem Mekanı, hem Tiyatro Artı’yı hem oyunu, hem oyunculukları keşfedin. Emin olun pişman olmayacaksınız.

Michael Haneke’den bir alıntı yaparak “hepinize huzursuz seyirler dilerim”