Rüya aleminin labirentlerinde

Senaryosu on yılda yazılan film, insanların rüyalarına girip fikirlerini çalan bir hırsızın öyküsünü, bilimkurgusal aksiyon türü kalıpları içinde anlatıyor.

Viktor APALAÇİ
11 Ağustos 2010 Çarşamba

İzlenmesi entellektüel bir çaba gerektiren bu psikolojik dramda, Nolan bizleri gerçekler alemiyle düşler arasında dolaştıran rüya aleminin labirentlerinde bir geziye davet ediyor. Sanatın herhangi bir dalına ilgi duyanlara ve sinefillere sesleniyorum:

“Filmin sunduğu entellektüel egzersize katılma zevkinden kendinizi mahrum etmeyiniz.”

Quentin Tarantino, son 20 yılın en başarılı filmi “Ucuz Roman / Pulp Fiction”  (1994) ile getirdiği kronolojiyi iplemeyen kurgu anlayışını benimseyen yönetmenler arasında Christopher Nolan da var.

Tecavüze uğrayarak öldürülmüş karısının katilini arayan, hafıza kaybına uğramış bir sigortacının öyküsünü, sondan başa doğru anlatan, ayrıksı ve özgün filmi “Akıl Defteri / Memento” (2000) da Nolan sıradışı montajlı bir başyapıta imzasını atmıştı.

Annesi Amerikalı, babası İngiliz olan Christopher Nolan 16 yaşından beri yapmayı hayal ettiği ve senaryosunu 10 yılda yazdığı “Başlangıç”ta, insanların rüyalarına girip fikirlerini çalan bir hırsızın öyküsünü, bilim-kurgusal aksiyon türü kalıpları içinde işliyor.

İzlenmesi entellektüel bir çaba gerektiren bu psikolojik dramda, Nolan bizleri gerçekler alemleriyle düşler arasında dolaştıran, rüya aleminin labirentlerinde bir geziye davet ediyor.

İnsanın rüyada geçirdiği zaman ile gerçek zaman arasındaki bağı araştıran, filmin zengin katmanlı senaryosu, gerçek ile düşü birbirinden ayırmanın güç olduğu bir yap-bozu andırıyor.

Christopher Nolan’ın uçuk hayal gücünün ürünü senaryosu bizleri insan zihnini altüst eden bir labirentte dolaştırırken, rüyayla gerçek, hayatla ölüm, iyiyle kötü temaları üzerine ilginç şeyler söylüyor.

UÇUK BİR HAYAL GÜCÜ

Anlatılması ve özetlenmesi güç bu senaryo, kronolojik sıraya itibar etmeyen, iki paralel öykü anlatıyor. İnsanın rüyalarına girip fikirlerini çalan düşünce hırsızı Cobb (Leonardo di Caprio) un, James Bond filmlerini andıran maceralarıyla bir aksiyon filmi, ailesi ve kişisel sorunlarını işleyen bölümleriyle bir psikolojik dram izliyoruz.

Affedilemeyecek büyük suçlar işleyerek, çok sevdiği karısını (Marion Cotillard) kaybetmenin acısını yaşayarak, çocuklarına bir türlü kavuşamayarak cehennem hayatı yaşayan Cobb’a, zengin patronu (Ken Watanabe) reddedemeyeceği bir teklifte bulunur:

Babasının (Pete Postlewhite) mirasını devralmış genç bir trilyonerin (Cillian Murphy) rüyalalarını yönlendirerek servetine sahip çıkmak. Görevi kabul etmesinin karşılığında Cobb çocuklarına kavuşarak uzun süredir geçirdiği sürgün hayatlarında kurtulacaktır.

Bu kişisel film, yalnız felsefi alt metniyle değil, müthiş görselliğiyle de izleyicisini büyülüyor.

Özel efektlerin ustalıkla kullanıldığı aksiyon bölümlerinde yerçekimi kurallarını hiçe sayan rüya sekanslarında da, Christopher Nolan kullandığı sade ama şiirsel sinema diliyle, 2,5 saatlik filme nefes nefese izlettiren kıvrak ritmiyle beğeni kazanıyor. Sokakların binaların eğildiği Paris’te geçen rüya sekansı, Paris caddelerinin eğilerek küp halini alması, New York’ta binaların, gökdelenlerin dağılıp denize döküldüğü sahne, yine Paris’te aynaların kullanıldığı büyüleyici sahne sinemanın mimari ve  resim sanatından ödünç aldığı güzellikler.

MÜTHİŞ GÖRSELLİK

Genç mimarlık öğrencisi Ariadne’in (Ellen Page) rüyaların geçtiği mekanları tasarlarken, av olarak seçilen genç trilyonerin kafasına bilgi yerleştirirken, yer çekiminin kaybolduğu otel koridorları sekansı, filmi sinemasal anlatımı getirdiği yeniliklere bir örnek.

Cobb’un rüya odaklı zengin boyutlu ve görkemli fantazi dünyasını oluşturmak için (Ocaans ekibini aratmayan) yardımcıları var. Arthur (Joseph Gorden Lewit) rüyaları kontrol altına alırken, Eames (Tom Hardy) sürekli kılık değiştirip avını bilinçdışındaki tuzağa yönlendiriyor. Yusuf uykuyu derinleştirip, uyanmayı zorlaştıran uyuşturucuyu hazırlıyor. Ekibe yeni katılan genç mimar Ariadne ise olağanüstü yetenekli bir tasarım büyücüsü.

“Başlangıç” en küçük rollerini dahi ünlü oyuncular tarafından canlandırıldığı müthiş oyuncu kadrosu için de izlenmeyi hak eden bir film. Leonardo diCaprio sanat kariyerinin en başarılı kompozisyonu çizerken, işveren, gizemli patronda büyük Japon usta Ken Watanabe çok başarılı.

Cobb’un ancak rüyalarında izleyabildiğimiz, ölmüş eşi Mal’da Fransız aktris Marion Cotillard güzelliği ve oyun gücüyle büyülüyor. Mal’in Fransızca kötülük anlamına gelmesi, bir rüyada kocasının rakibiyle işbirliğine girmesi akıllarda soru işaretli bırakıyor. Yine de Christopher Nolan, Edith Piaf’ı oynayarak Oscar’a ulaşan Fransız aktrise, Piaf’ın “Non, Je Ne Regrette Rien”ini sık sık kullanarak kıyak geçiyor.

Hollywood’un yükseleyen yıldızı, “Juno”dan hatırladığımız Ellen Page, baba-oğul Fisher’larda İngiliz Pete Postlewhite ile Cillian Murphy, sinsi amcada Tom Berenger kusursuzca yakınlar. Oyuncu kadrosunun görkemi, Sir Michael Caine gibi bir dev aktörün (rüyaların mimarı baba Cobb rolünde) sadece 2-3 dakika görülmesi ile izah edilebilir.

Son sözüm sanatın herhangi bir dalına ilgi duyan okuyucularıma ve sinefillere: “Başlangıç” filminin sunduğu entellektüel egzersize katılma zevkinden kendinizi mahrum etmeyiniz. 2,5 saatin nasıl geçtiğini anlayamayacaksınız.