“ALFRED DREYFÜS” davası ve sonuçları

Ondokuzuncu yüzyılın önemli olaylarından, l’Affaire olarak anılan, dünya ve özellikle Fransız kamuoyunda çok ses getirmiş olan bir dava... Alfred Dreyfüs’ün yüzellinci doğum yılı dolayısıyla bu tarihi davayı bir kez daha gündeme getiriyoruz...

Coya DELEVİ Kavram
5 Ağustos 2009 Çarşamba

Adaletsizliğiyle ve l’Affaire (Olay) adıyla tarihe geçmiş olan bu dava, 3. Fransız Cumhuriyeti’nin politikalarına da damgasını vurmuştur. Bundan 111 yıl önce 13 Ocak 1898’de, dönemin sayılı kalemlerinden Emile Zola, Fransız l’Aurore Gazetesi’nde, “J’accuse” (itham ediyorum) başlıklı ünlü mektubunu yayınladı. Ordu’yu ve Genel Kurmayı, Dreyfüs Davasındaki korkunç hatayı örtbas etmekle suçluyordu bu mektubunda... 19. yüzyılın bu sarsıcı olayı neydi?...

O yüzyılın önemli olaylarından biri olarak anımsanacak  ve “Antisemitizm” in tarihçesinde büyük rol oynamış olan bir davaydı bu... Bir bakıma, Fransız Toplumunda da derin çalkalanmalara neden olmuştu. Bu olayın başlıca sonuçlarından biri de, başlattığı tartışmaların, 1905’te ülkede din ve devlet işlerinin kesinlikle birbirinden ayrılması gibi önemli değişikliklere yol açmış olmasıdır.

Merhum Salamon Bicerano, “Dreyfüs” olayından söz edildiğinde, buna benzer bir yorumda bulunmuştu: “... Bu davayı ve sonucunu bilmeyen bir Yahudi olabileceğine ihtimal vermiyorum...” Aslına bakarsanız sevgili okurlar, ben de veremiyordum ama,!!.. Ne yazık ki, gerçek pek öyle değil. Hakkında bunca yazılıp, çizilmiş, sinemalarda filmi oynamış, uzun süre gündemde kaldığı gibi, değişik süreçlerde de gündeme gelmiş bir olaydı bu... Zihinlerde kalmış, olası soru işaretlerinin giderilmesi bakımından sanırım, bunu bir kez daha anımsamak yararlı olabilir...

Kimdir Alfred Dreyfüs? Alsas’lı zengin Yahudi bir ailenin çocuğu olarak, 1859’da Mulhouse Kentinde dünyaya geldi. 1882’de Politeknik Okulu’na girdi. Amacı subay olmaktı. Nitekim, 1889’da yüzbaşılığa yükselip, Genelkurmay’da çalışmaya başladı. Aynı kurumda çalışan ve onun başarılarını çekemeyen Hubert Joseph Henry ile Du Paty Clam adındaki subaylar, Alfred’i, Fransız Ordusu’nun sırlarını Almanya’ya satmakla suçlayan sahte belgeler düzenleyerek onu ihbar ettiler.

15 Ekim 1894’te yargılanıp suçlu bulunan Dreyfüs, ömür boyu hapse mahkum olarak, Fransız Guyana’sındaki korkunç Şeytan Adası’na sürüldü. Nişanları ve apoletleri sökülürken bile Alfred: “Ben masumum... Yaşasın Fransa!..” diye haykırmaya devam ediyordu... Viyana kaynaklı “Neue Press” gazetesinin muhabiri de bu hazin töreni izleyenler arasındaydı. Aslında bu kişi, ateşli bir “Asimilasyon” yanlısı, Theodore Herzl’den başkası değildi. (*)

Alfred Dreyfüs davası ve özellikle sonucu, Fransız Toplumunu iki karşıt kampa böldü. Bir kesim, Dreyfüs’ün suçsuzluğunu desteklerken, diğerleri aleyhte propagandayı sürdürüp, tartışmaları körüklüyordu. Bir bölüm basının, özellikle,“La Parole Libre”  gazetesinin başını çektiği bu grup, Alfred’i “Hain Yahudi” olarak niteliyor, onu ihanetin simgesi gibi ilan etmekten çekinmiyordu.

Bu arada, oğullarının suçsuzluğundan kesinlikle emin olan Alfred’in ailesinin yanı sıra, geniş bir çevrede de bazı kuşkular belirmeye başlamıştı. Aralarında entellektüeller, ünlü yazarlar, gazeteciler, senatörler, hatta subayların da bulunduğu bu kesim, bir şeyler yapma gereğinin bilincindeydi. Nitekim, Albay Georges Picquart, Dreyfüs’ü suçlayan el yazısı  belgenin, aslında bir Ordu mensubu tarafından düzenlendiğini iddia etti. Suçladığı bu subay, Genel Kurmay’dan Binbaşı Esterhazy idi... Ama, Yüce Divan’da yargılanan Esterhazy beraat etti. Bunun üzerine, ya da bundan cesaret alan ve ilk “sözde” ihanet mektubunu bulduklarını iddia etmiş olan, H.J.Henry ve Du Paty Clam, Dreyfüs aleyhinde yeni belgeler düzenlemekten çekinmediler. Bu kez de onlara yardım eden Binbaşı Esterhazy idi...

Albay Georges Picquart kuşkularını belirtmeyi sürdürüyor, ve bu durum yönetimi oldukça rahatsız ediyordu. Bu arada da, Emile Zola’nın yukarda sözünü ettiğimiz l’Aurore’daki açık mektubu, Parlamentoda ateşli oturumlara neden oluyordu. Dreyfüs’ün suçsuzluğuna inanan Zola, bu mektubuyla, Orduyu küçük düşürdüğü iddiasıyla yargı önüne çıkarıldı ve suçlu bulundu. Temyiz mahkemesinin kararını beklemeden  İngiltere’ye kaçan Zola, orada 11 ay kaldı. (**)

Bu arada, Dreyfüs’ün yeniden yargılanmasını isteyenlerin baskısıyla, 2. bir dava açıldı. Dreyfüs davasına yeniden bakılacağını öğrenen, ve büyük olasılıkla ilk kararın bozulacağını düşünen Zola, Fransa’ya döndü. Ne var ki, 1899’da, Rennes Kenti Askeri Mahkemesi’nde görülen bu davada da, Alfred Dreyfüs bir kez daha suçlu bulundu. Ancak, sorunu kökünden çözmek isteyen  dönemin CumhurBaşkanı, Alfred Dreyfüs’ü affetme yolunu seçti. Ama bununla yetinmeyen Alfred yılmadı, suçsuzluğunu kanıtlamak, aklanmak için yıllarca uğraş verdi.

Bu çabaları sonucu, sivil bir mahkemede yargılanma hakkını elde etti. O tarihlerde Esterhazy Londra’ ya kaçarken, H. J. Henry, suçlu olduğunu itiraf ettiği bir mektup bırakarak intihar etti... Alfred’in çabaları sonuçsuz kalmadı. 1906’da suçsuz olduğu ilan edildi. “Légion d’Honneur” nişanıyla ödüllendirilip, binbaşı rütbesiyle orduya döndü. Evet, Dreyfüs tüm suçlamalarından aklanmıştı. Buna rağmen, bir takım çevrelerin, özellikle bazı yargıçların hâlâ, Dreyfüs’ün suçsuzluğu hakkında kuşkuları vardı. Bununla ilgili, “Los Muestros” dergisinin eski bir sayısında bulduğum satırlarlarla, yazıma son noktayı koyuyorum...

...Ve kuşku ancak 1930 yılında son buldu. Alman Askeri Ataşesi Schwarzkoppe’nin el yazıları ve bir takım gizli belgelerin ortaya çıkması olayı tamamıyla aydınlattı. Bu belgelerle eksik olan bilgiler tamamlandığında, bir diğer Genel Kurmay mensubunun, yani Binbaşı Esterhazy’nin suçlu olduğu gün ışığına çıktı. Bu belgelerin halka açıklandığı süreçte, ilgililer arşivlerdeki“Dreyfüs Dosyası”ile bir karşılaştırma yapmak istedilerse de, ne yazık ki, arşivlerde korunması gereken bu dosyaların, Ordu tarafından yok edilmiş olduğu saptandı.”