İran’da güç ve siyaset

Bundan aylar önce, henüz İran’daki seçimler güncel haberler arasında yer almamışken, birçok İranlı, biraz da nostaljik şekilde, kendi kendilerine şu soruyu soruyordu: 2005 yılındaki başkanlık seçimlerini Mahmud Ahmedinecad kazanmamış olsaydı, İran’ın şu sıralardaki durumu nasıl olurdu? Seçim döneminde İran’da siyaset nasıl anlam buluyor?

Marsel RUSSO Perspektif
17 Haziran 2009 Çarşamba

Bazı İranlı muhalifler Ahmedinecad’ı İran’ın güncel sorunlarından sorumlu tutmaktalar. Eski dönemlerde hükümet sözcülüğü yapmış Abdullah Ramazanzade, “İran’ın son elli yılın en kötü dönemini” geçirmekte olduğunu söylüyor. Birçok batılı kaynağa göre de, sansürün toplumu bu denli kısıtlaması, yolsuzluk iddialarının ayyuka çıkması, ekonomik çöküşün içinden çıkılmaz hale gelişi, batılı ülkelerin ambargoları ve ülkenin Amerika ile savaş noktasına kadar gelen gergin bir siyaset içine girmesini, hep Ahmedinecad’a bağlıyorlar.

Oysa Ekber Ganji’ye göre böylesi bir yaklaşım, Ahmedinecad’ın sistem içindeki yerini abartılı olarak ortaya koyuyor. Ganji, 2000 ile 2006 yılları arasında Tahran’da tutuklu bulunan ve yazıları halen İran’da yasaklı bir gazeteci… Ganji’ye göre, resmin önemli bir kısmını kaplayan kişi İran’ın dini lideri Ali Hamaney. İran anayasası, dini lideri son derece geniş yetkilerle donatıyor ve 1989 yılından bu yana bu makamda bulunan Hamaney, zaman içinde çeşitli yollarla bu yetkilerinin sınırlarını ciddi bir şekilde arttırmış durumda.

Ülkenin tüm yürütme, yasama ve yargı mekanizması dini liderin kontrolü altında… Hamaney hem devlet başkanı, hem başkomutan hem de baş ideolog. Aynı zamanda ekonomik, dini ve kültürel işlerle de ilgileniyor. Bunu yaparken değişik kurulları ve komutanını kendi atadığı Devrim Muhafızlarını kullanıyor.

Ganji’ye göre, 1979 yılındaki İslam devriminden beri ülkede Ayetullah Humeyni, 1990’lı yılların önemli bir süresinde devlet başkanlığı yapan Ali Ekber Rafsancani ve nihayet Ali Hamaney ülkenin genel politikalarına yön veren isimler olmuş. Geçtiğimiz Cuma günkü seçimlerde yeniden seçilen ancak bu satırlar kaleme alınırken henüz seçilmişliği resmen doğrulanmayan Mahmud Ahmedinecad ise, 30 yıllık İslam Cumhuriyeti döneminde ülkeyi etkileyen ilk 100 kişi içinde sayılmıyor bile… Ancak Hamaney, daha önce hiçbir siyasi lideri desteklemediği kadar destekliyor Ahmedinacad’ı. O da ancak dini liderinin yörüngesi içinde kaldığı ve amaçlarına hizmet ettiği sürece bu destekten yararlanacak.

Dolayısı ile İran’da yolunda gitmeyen işler için salt Ahmedinecad’ı suçlamak ve gitmesi halinde işlerin düzeleceğini sanmak saflıktır. Aynı şekilde, batılıların umdukları şekilde Ahmedinecad’ın seçimleri kaybetmesi durumunda Tahran’ın dış politikasında köklü değişikliklerin oluşacağını düşünmek de bir o kadar yanlıştır. Gücü elinde tutan liderin siyaset içindeki konumunda değişiklik olmadığı sürece, İran’ın dış politikasında farklılaşma olmayacaktır.

Bu anlamda, Hamaney’in ülkenin her alanında etkisi o denli yüksek ki, bir önceki devlet başkanı Muhammed Hatemi 2004 yılında, cumhurbaşkanlığı makamının bir onay noktası haline getirildiğinden şikâyetçi olmuştu.

Hatemi, diğer cumhurbaşkanlarından daha değişik yöntemler uygulamış, siyasette bir liberalleşme, sosyal bir rahatlama sağlamış ve bu bağlamda özellikle kadınlar ve gençler arasında popüler bir kişilik olmuştu. Ancak şunu hemen belirtmek gerekir ki bugünkü söylemlerle hiç benzeşmese de Hatemi’nin İran’ı, genel anlamda sanıldığı kadar büyük farklılıklar arz etmiyordu, bugünkü İran’dan.

Dolayısı ile reformcu aday olarak lanse edilen ve özellikle kentlerde büyük heyecan yaratan, ancak görülen o ki seçimleri kaybeden Musavi’nin, kazanması durumunda da, Tahran’ın kendisine çizdiği yol çok farklı olmayacaktı. Belki İsrail’e karşı söylemler gevşeyecek, Holokost’un inkârından tutun da, uluslararası toplum tarafından çoğunlukla tanınmış bir ülkenin meşruluğu o denli sorgulanmayacaktı. Ancak anti İsrail tutumdan bir sapma olacağını beklemek hayal olur. Unutulmamalıdır ki, Humeyni döneminden bu yana İran, genelde tüm İslam ülkelerine ancak özelde Ortadoğu’ya ilgi duyuyor, hem devrimi ihraç etmek hem de bölgenin ağabeyi olmak için yanıp tutuşuyor. Ahmedinecad olsun, Musavi olsun, ülkenin bu ihtirasını kimsenin değiştiremeyeceği kesin. Keza, Tahran’ı, nereye gideceği tam da kestirilemeyen nükleer programından döndürmek de olası değil, çünkü ok yaydan çıkmış durumda.

Seçimlere gelince… İran Genelkurmay Başkanı General Hasan Firuzbedai’nin Mart 2008’deki Meclis seçimleri öncesinde söyledikleri durumu iyi bir şekilde özetliyor:

“Reformcuların Meclis’e girip önceki dönemlerde yaptıkları hareketleri yinelemelerine izin vermemek gerek. Bu kişiler Başkan Bush tarafından Amerikan çıkarlarına hizmet etmekle görevlendiriliyorlar. İran ulusu bu acıyı daha önce tatmadı mı?”

Başkanlık için olsun, Meclis için ya da yerel yönetimler için olsun, İran’daki seçimler hakkında bazı saptamalarda bulunmak isabetli olacaktır: Öncelikle tüm adayların devrim lideri Humeyni’ye ve dini lider Hamaney’e bağlılık yemini etmeleri, anayasaya, İslam’a hizmet edeceklerini yazılı ve sözlü olarak beyan etmeleri gerekir. Buna uymayı ret eden birçok sol eğilimli adayın Rafsancani’nin devlet başkanlığı döneminde, 1992 yılındaki meclis seçimlerine sokulmadıkları biliniyor. Hatemi’nin başkanlığında yapılan 2004 Meclis seçimlerinde ise adayların %43’nün diskalifiye edildiği ve meclisteki 290 sandalyenin seçimden önce atama yoluyla doldurulduğu da kayıtlara geçmiş durumda. Dönemin İçişleri Bakanlığı müsteşarlarından reformist Mustafa Tacizade’ye göre bu bir parlamenter darbedir…

2005 yılında yapılan başkanlık seçimlerinde Mahmud Ahmedinacad’ın galip çıkması, seçimleri takiben birçok yüksek konumlu bürokratın istifasını getirmişti. Benzer şekilde, bugün de bazı gazetelerin sütunlarında reformist adat Musavi’nin benzer tespitleri çıkmış durumda.  Hedeflenen hep “uyumlu” çalışacak kişilerin önemli noktalara taşınmalarıdır.

İran’daki toplumsal yaşama gelince, durumun devrimin ilk yıllarından bu yana az da olsa düzeldiğini söylemek gerekir. İslam Devrimi’nin ilk on senesinde, Humeyni’nin liderliğinde ve hemen sonrasında Hamaney’in devlet başkanlığında siyasi hükümlülere sistematik bir şekilde işkence edildiği, 1988 yılında binlerce muhalifin idam edildiği biliniyor. Rafsancani döneminde de İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığı yurtiçinde ve yurtdışında muhalifleri öldürmeye, toplum içinde sistemli bir baskı kurmaya devam eder. Hatemi zamanında, durum belki çok değişmez, ancak görece olarak artan basın özgürlüğü, insan haklarının daha çok dillendirilmesi ile baskı sanki biraz azalır… Ancak eleştiride çok ileri gidenlerin başına nelerin geleceği bellidir.

Durum bugün geçmişten çok daha iyi ya da çok daha kötü değildir. Bu eğer bir başarı ise, bunun Ahmedinecad ile de bir ilgisi yoktur. Bunun nedeni, devrimin katı yasalarına rağmen demokrasi, insan hakları gibi kavramların toplum içinde kök salmaya başlaması ve bu durumda idarenin halkına karşı suç işlemesinin zorlaşmasıdır.

Bütün bunların ötesinde İran’da muhalefet olmadığını söylemek haksızlık olur. Özellikle Ahmedinecad’ın her fırsatta kullandığı popülist söylem şiddetle karşılık bulmaktadır.

Örneğin bu yılın başlarında Ahmedinecad siyasi rakiplerinin yaklaşmakta olan parlamenter seçimlere girmeye ehil olmadıklarını söyleyince, muhaliflerinden Muhsin Armin şöyle der:

“Eğer seçimlere ehil olmayanların katılması ülkeye zarar veriyorsa, öncelikle Mahmud Ahmedinecad’ın bu seçimlere katılmaması gerekir…”

Benzer şekilde Mustafa Tacizade yükselen enflasyonun durdurulması konusunda becerikli davranmayan Ahmedinecad’ı, ekonomik konularda cahil olmakla suçlar.

Hatemi döneminde Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olan Seyyid Muhammed Sadr ise, yazdığı makalelerin birinde, Ahmedinecad’ın dış politikasını ve söylemlerini şiddetle eleştiriyor:

“Ehil olmayan ve delice görüşleri, bir çeşit kendine beğenmişlik ve derin bilgisizlik! Bilmediğini bilmediği için kimseye sorma zahmetine de girmiyor. Biraz seyahat etmeyi, dış temaslarda bulunmayı başarması gerekiyor…”

Bugün gelinen noktada, seçimin sonuçları ne olursa olsun, İran’ın ne iç ne de dış politikasında

değişiklik beklenmeli… Resmi sonuçların Mahmud Ahmedinecad’ı bir kez daha devlet başkanlığına taşıması halinde, eski retoriğin bir dönem daha geçerli olacağını söylemek, hatta şiddetinin bir miktar artabileceğini de öngörmek gerekir.

Değişim olabilir mi? Akbar Ganji, Foreign Affairs Dergisi’nin Kasım/Aralık 2008 sayısındaki yazısını bu konuda şöyle bağlıyor:

“Gerçek değişim daha sonra gelecek. Bunun için İranlıların şu anda geçerli sultan rejiminden nasıl kurtulacaklarına karar vermeleri gerekiyor. İran gibi rejimlerde demokrasinin yerleşmesi reformcuların, devlet yönetimini elinde tutan bürokratlar, ordu ileri gelenleri, sosyal elit ve dış güçler arasında kendilerine yeteri kadar yer bulmaları ile mümkün. Böylece yapacakları sosyal hareketler ülkeyi demokrasiye doğru götürecektir.”

Görünen o ki, bu şimdilik başka bahara kaldı.

Kaynakça: Foreign Affairs

Kasım / Aralık 2008 

İran'da seçim kargaşası

https://www.salom.com.tr/news/detail/12118-Iranda-secim-kargasasi.aspx