Hasret dedikleri

Luiza UÇKİ Köşe Yazısı
29 Nisan 2009 Çarşamba

Natan küçücük yaşında hem öksüz hem de yetim kalmış bir çocuktur. Ona anneannesi bakar. Apartmanlarına tatlı sevecen bir kadın taşınır. Madam Merkada adlı bu kadın bir gün Natan’ı çağırır. Ona, “Benim de senin yaşında bir oğlum var. Seninle aynı okula gidecek. Okul çıkışı bize gelin. Beraber yersiniz. Arkadaş olursunuz” der.

Gerçekten de Natan’ın hayatı bu noktadan sonra değişir. Yosef’le çok yakın arkadaş olur ve ona çok bağlanır. Natan’ın yüzü gülüyordur artık. Herkes mutludur. Birkaç yıl böyle geçer gider. Bir gün Madam Merkada yine Natan’ı çağırır. Ona, “Maalesef sana verecek kötü bir haberim var. Biz artık yurtdışına taşınıyoruz. Eşimin işleri iyi değil. Şansını başka yerde denemek istiyor. Seni çok özleyeceğiz, Natan. İnan bana. Sen çok iyi bir çocuksun. Oğlum senin sayende hayatından memnundu. Kendine iyi bak, yavrum. Bir daha kim bilir nerede, nasıl karşılaşırız? Tanrı’nın eli üzerinde olsun” diyerek gözyaşlarına boğulur. Natan da çok üzülür. Kelimeler boğazında düğümlenir. Annesinden sonra ilk kez gerçek sıcaklığı onların yuvasında yaşamıştır. Şimdi onlarsız bu hayata nasıl katlanacağını düşünür. Hep onları düşünür. Günden güne acısı artar. Birkaç yıl bu mutsuzluğu atamaz, sonra da onunla yaşamaya alışır.

Lisedeyken büyük bir burs alan Natan tüm hırsını ve enerjisini okumaya verir, ama Madam Merkada’yı, oğlunu hiç unutmaz, unutamaz da. Nerede nasıl oldukları hep merak eder. Nihayet üniversiteyi de kazanır. Tahsil hayatı parlak devam eder. Okuldayken tanıştığı kızla evlenir. Bu sırada anneannesi bir hayli yaşlanmıştır ve bu hayata gözlerini yumar.

İş hayatına atılan Natan basamakları hızla çıkar. Bir gün işe bir başvuru olur. Adamın soyadı “Mazliyah”dır. Bu, Madam Merkada’nın soyadıdır. Ona, Madam Merkada diye birini tanıyıp tanımadığını sorar. Adam onu tanır. Ona, yaşadıkları şehri ve semtin ismini de söyler. Adresi tam bilmiyordur ama yine de bu Natan’ı çok sevindirir. Eve koşar. Eşine durumu anlatır: “Gitmeliyim. Birkaç günde dönerim. Lütfen anla beni. İçimdeki bu yangını söndüremiyorum. Sanki Yosef benim kardeşim ve ondan uzakta geçirdiğim yıllar hasretimi günden güne artıran seneler” der.

İlk uçakla oraya gider. Bir gün boyunca onları arar ve sonunda izlerini bulur. Merkada küçük bir terzi dükkânı açmıştır. Oğlu da yanında çalışmaktadır. Kapılarında içeri girer. Merkada onu tanımaz, “Buyrun” der. Natan, “Beni tanıdınız mı ben Natan’ım” diye açıklar. Merkada ayağa kalkar, gözyaşlarına mani olamaz, ona sarılır. Merkada, “Seni çok özledik! Ne güzel günlerdi değil mi? Okuldan gelirdiniz, küçük ayaklarınızla koşa koşa merdivenleri çıkardınız. O, çocukluğunuzun verdiği pozitiflik evimi aydınlatırdı. Biz çok varlıklıydık oğlum. Eşim iflas etti. Koskocaman evi bırakıp sizin binanıza taşınmıştık. İlk gecemi hatırlıyorum. Oğlum dadılarla büyümüştü o güne kadar. Kıtlık nedir bilmezdi. Şimdi ona verebilecek birşeyim kalmamış gibi kendimi çok çaresiz hissediyordum. Bir anne baba için çocuklarına verecekleri imkanları kısıtlamak ağır geliyor. O kadar üzgündüm ki; oğluma belli etmeden bütün gece ağlamıştım. Bu günleri nasıl atlatacağımızı kara kara düşünürken kapım çalındı. Anneannen gelmişti, “Hoşgeldiniz. Ben üst kattaki komşunuzum. Ne zaman ihtiyacının olsa kapımı çalın, çok sevinirim” der demez bütün gecenin uykusuzluğu ve gerginliğiyle gözyaşlarım boşalmaya başladı.

Ona herşeyi anlattım. O da bana güç verdi, “Hayatta ne acılar var bilsen. Ben damadımı ve kızımı arka arkaya kaybettim. Torunuma ben bakıyorum. O da çok mutsuz bir çocuk. Hiç gülmez. Kolay değil. Ne yapsam onu birazcık sevindirmeye gücüm yetmedi? Hayattan kopuk nefes almadan yaşıyor gibi?” demişti. O an aklıma sizleri arkadaş etme fikri geldi ve seni çağırdım. Sen bana en çaresiz anımda ilaç gibi geldin. Oğlumu ben hiç bu denli mutlu görmemiştim. Çok sevdi seni, dostluğunu. Senden ayrıktıktan sonra günlerce ağladı senin için. Hasret beni de onu da derinden yaraladı. Çok zor günler yaşadık. Allah hasret acısını kimseye tattırmasın” der, demez içeri yakışıklı bir girer. Bu Yosef’tir. Merkada “Yosef, bak Natan gelmiş” deyince Yosef, Natan’a sarılır, “Kardeşim benim. Sen benim kardeşimsin!” diyerek çocuklar gibi ağlamaya başlar.

Ardından onların evine giderler. Natan, “Ben oldukça varlıklıyım artık. Gelin bize. Elimden geleni yaparım” diye açıklar. Merkada “Bu imkansız. Burada kurulu bir düzenimiz var. Hem gelecek ay düğümüz olacak. Yosef evleniyor. Seni ve eşini de düğüne bekliyoruz” diye belirtir. Natan “Ailemden kimse kalmadı hayatta. Bundan sonra siz benim ailemsiniz. Bundan böyle sık sık görüşeceğiz.

Havaalanında bir ay sonra görüşmek üzere vedalaşırlar. Natan, artık tatlı bir huzur hissetmektedir.

Not: Hasret; gerçekten dayanılması güç bir duygu. 12 yaşındayken ilk kez tattığım bu duyguyu şimdilerde halam ve ailesinin yurtdışına gitmesiyle yeniden yaşıyorum. Hasretin zorluğunu bilip, yakınlarınıza sıkı sıkı sarılmanız dileğiyle...