Garip Japon ‘ailesine’ Altın Palmiye

Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Ahlat Ağacı’nın favoriler arasında görülmesine rağmen, jüri tarafından politik bulunması nedeniyle ödül alamadığı 71. Cannes Film Festivali’nin kazananı Japon yönetmen Kore-eda Hirokazu oldu.

Viktor APALAÇİ Sanat
23 Mayıs 2018 Çarşamba

Kapanış Galasından sonra jürinin yaptığı basın toplantısında ve ödül sahiplerinin basınla buluşmasında yer alan tek Türk gazeteci olan Viktor Apalaçi, Cannes 2018 jürisinin ödüllerini değerlendirdi.

Jürinin aldığı kararlara getirdiği yorumları, ödüller hakkındaki dedikoduları, ödüllü sanatçıların basının sorduğu sorulara cevaplarını bu yazımda okuyacaksınız. Kadının sesini duyurduğu ‘feminist’ festivalde son bombayı patlatan Asia Argento oldu. Ödül dağıtımındaki ilk sürpriz, başyapıt olmaktan çok uzak bir Japon filminin Altın Palmiye ile ödüllendirmesi, ikincisi ise Jean Luc Godard’ı eli boş göndermemek için jürinin icat ettiği ‘özel’ bir Altın Palmiye idi. Dört Fransız filmi ödül listesine giremezken, yarışmadaki iki İtalyan filmi de ödüllendirildi. Yarışmanın en iyi filmini yapan Spike Lee ikinciliğe kaydırıldı.

71. Cannes Şenliği festival tarihine kadınların sesini duyurduğu, son yılların en feminist festivali olarak geçecek.

Yarışmanın öne çıkan üç önemli filminin ana teması aile ve çocuklardı. Bunlardan biri Altın Palmiye ile ödüllendirildi. Diğer ikisi ödül listesinde yer aldı.

Gazeteci kökenli, senaryo yazarı, yönetmen Japon Kore-eda Hirokazu (56) toplum dışı bir aile üzerinden, düzen ve ekonomik hayat üzerine sorular sorduğu ‘Shoplifters/ Bir Aile Meselesi’ ile Altın Palmiye kazandı.

Genelde dengeli bulunan ödül dağıtımındaki iki sürprizden biri, başyapıt olmaktan çok uzak ancak geniş halk kitlelerini etkileyecek hasletlere sahip Japon filmine en büyük ödülün verilmesiydi.

İkinci sürpriz, Cate Blanchett başkanlığındaki jürinin 88 yaşındaki veteran usta Jean-Luc Godard’ı eli boş göndermemek için ilk kez uygulanan ‘Özel Altın Palmiye’ ödülünü icat etmesiydi.

Jüri, yarışmanın üç kadın yönetmenine, Jane Campion’un 1993’te ‘Piano’ ile aldığı ilk ve tek Altın Palmiye’sinin ikincisini vermedi. Bu üç yönetmenin ikisinden birine bu ödül verilmiş olsaydı, kimseler itiraz etmeyecekti.

Zira Cannes’deki diğer jürilerden iki ödül kazanan, ana yarışmada ise ikincilik ödülüne kaydırılan Nadine Labaki, olumlu mesajlara sahip müthiş masalıyla, İtalyan Alice Rohrwacher Altın Palmiye’ye yakın gösterilen favoriler arasındaydılar.

Spike Lee ikinciliğe kaydırıldı

Cannes’da ikincilik ödülü sayılan Büyük Ödülü kazanan Spike Lee’nin ‘BlacKkKlansman’ı, yarışmada (Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Ahlat Ağacı’ ile birlikte) en çok beğendiğim iki filmden biriydi.

Film, Colorado Springs’de Ku Klux Klan örgütüne sızmayı başarıp orada beş ay yaşayan Yahudi polis Flip Zimmerman’ın gerçek hayattan öyküsünü anlatıyor. Filmin başlığındaki üç ‘k’ harfi, dehşetengiz ırkçı örgüt Ku Klux Klan’ı vurguluyor.

Bu örgütün bir liderini, sempatizan hüviyetiyle telefonda kandıran Afro – Amerikalı, çiçeği burnunda genç bir polis Flip’i, üstündeki gizli alıcıyla birlikte Ku Klux Klan’ın kalbine sokuyor.

27 yıl gibi uzun sayılacak bir ara ile Cannes’daki yarışmaya geri dönen, ‘Malcolm X’in yaratıcısı Spike Lee, son filmiyle bilinen ‘kızgın kişiliğini’ üstünden atmadığını kanıtlıyor, Trump yönetimine müthiş bindiriyor.

Jüri Ödülünü, Cannes’a 26 yıl gibi uzun bir aradan sonra katılabilen, Lübnan sinemasından gelen Nadine Labaki’nin ‘Capharnaüm’u kazandı. Biri 12, diğer bir yaşında iki kahraman üzerinden bir insanlık dramı anlatan kadın yönetmen (duygu sömürüsü yapma tuzağına düşmekten kendini kurtaramasa da) yüreklere hitap eden bir film yapmış.

12 yaşındaki Suriyeli geçmen çocuğu, bir yaşındaki Etiyopyalı bebeği, Lübnan sokaklarından toplayıp perdeye taşıyan Labaki, onları yönetmedeki hüneriyle de takdir edildi.

Altın Palmiye için adı geçen filmeler arasındaki ‘Soğuk Savaş / Cold War’un Polonyalı yaratıcısı Pawel Pawlikowski, emeğinin karşılığını ‘En İyi Mizansen’ ödülü ile aldı.

Üç yıl önce Yabacı Dilde En İyi Film Oscar’ını kazanan ‘İda’ filminde olduğu gibi, yönetmen Pawlikowski’nin siyah-beyaz çektiği filim, müthiş görselliğiyle uzun yıllara dayanan bir imkânsız aşk öyküsü anlatıyor.

1950’li yılların Stalin baskısı altında ezilen Polonya’da başlayıp Paris’te devam eden, Berlin’le Yugoslavya’ya sıçrayan, Soğuk Savaşa rağmen hızını kesmeyen müthiş bir aşkın hikâyesi.

SONUNA KADAR HAK EDİLMİŞ İKİ OYUNCULUK ÖDÜLÜ

Jürinin verdiği ödüllerin en hak edilmiş olanı, bütün festival takipçilerinin rakipsiz adayı, müthiş İtalyan aktör, ‘Dogman’ın ilk sahnesinden sonuncusuna kadar perdeden hiç eksik olmayan, anti-kahraman rolündeki Marcello Fonte idi.

Fakir ve kasvetli bir banliyö semtinde, karısı ve çocuğu ile yaşayan, köpek bakıcısı Marcello, herkes tarafından sevilen mazbut bir insandır. Çocukluk arkadaşı, uyuşturucu müptelası, belalı Simoncino’nun hapisten çıkmasıyla, haraca kestiği mahallede huzur kalmaz. Simoncino’nun suç işlemeye mecbur ettiği Marcello’nun hayatının alt üst olmasıyla, olaylar kendisini bir intikam sürecine götürür.

Gülerken, konuşurken 32 dişini gösteren, kısacık boyuyla komik görülen İtalyan aktörün performansı, bu yıl izlediklerimin en mükemmeliydi.

En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, erkek meslektaşı gibi benzer bir rolü canlandıran Kırgız aktris Samal Yeslyamova’ya verildi.

Günümüz acımasız dünyasının ezici çarklarına kendilerini kaptırmamak için insanüstü bir mücadele vermesi gereken ‘Dogman’ ile ‘Ayka’nın başkahramanları benzer rollerle ödüle ulaştılar. 31 yaşındaki Samal Yeslyamova ‘Ayka’da tecavüze uğradıktan sonra doğurduğu çocuğu hastanede bırakıp kaçan, mafyaya olan borcunu ödeyebilmek için iş arayan talihsiz anneyi canlandırıyor.

En İyi Senaryo Ödülü iki film arasında paylaştırıldı. ‘Mutlu Lazzaro / Lazzaro Felice’ ile İtalyan Alice Rohrwacher ve ‘Üç Yüz / 3 Faces’ filminin iki İranlı senaristi Jafar Panahi ve Nader Saeivar. Panahi’nin yurt dışına çıkma yasağı devam ettiği için Cannes’daki ilk ödülünü almaya gelmedi.

Dört yıl önce ‘Le Meraviglie’ adlı filmiyle Büyük Ödülü kazanarak festivalin en büyük sürprizine imza atan, İtalyan anne – Alman babanın kızı Alice Rohrwacher, bu kez festivalin en güzel filmerlinden biriyle En yi Senaryo Ödülü’nün ortağı oldu. Masalsı atmosferli ‘Mutlu Lazzaro’ saf, temiz ve iyi bir karakterin günümüz toplumsal hayatında yeri olmadığına dair acı ama iç karartıcı bir mesaj veriyor. Klasik İtalyan filmlerine selam gönderen ‘Mutlu Lazzaro’ İtalyan sinemasına saygı duruşunda bulunuyor.

Abbas Kiorastami’nin asistan olarak başladığı sinema kariyerinde, günümüz İran Yeni Dalgası’nın en etkili isimleri arasında yer alan Jafar Pahani, ‘3 Yüz’ adlı filmini yine ülkesinin baskıcı rejiminden gizli çekti.

Filmde bir Azeri köyünden imdat çığlığı alan bir TV yıldızı, Jafar Pahani eşlinde İran’ın kırsal kesimine bir yolculuğa çıkar. Aktör – yönetmen, köy halkıyla Türkçeye çok yakın Azeri lisanında konuşurlar.

JÜRİ, TERCİHLERİNİ YORUMLUYOR

Cumartesi akşamı yapılan Kapanış Gecesinde dağıtılan ödüllerin sahipleri ve jüri heyetinin basın toplantılarını izleyen tek Türk gazeteciydim.

Başka bir yerde okuyamayacağınız, ödüller hakkındaki dedikodular, jüri üyeleri ve ödül sahiplerinin basının sorduğu suallerin cevaplarını, her yıl olduğu gibi aktarmak istiyorum.

İlk önce, en çok merak edilen sorudan başlayalım: Favoriler arasında gösterilen Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Ahlat Ağacı’nı jüri niye ödül listesinin dışında bıraktı?

Bu soruyu dokuz kişilik jüri masasına, toplantının hemen başında bir gazeteci sordu. Sözcülüğü üslenen Başkan Cate Blanchett ‘Ahlat Ağacı’nı jürinin beğendiğini söyledikten sonra, “Film politik bir dünyayı işliyordu. Aramızda her filme sanat eseri gözüyle bakma konsensüsü yerleşti. Politik konseptli filmi tercih dışı bıraktık. Bizi duygulandıran filmleri tercih ettik. Günümüzün sosyal sorunlarına eğilen, dünyanın gidişatı ile ilgili konuları odağına alan filmleri tercih ettik. Fazla iddialı, sıkıcı filmlerden uzak durduk” dedi. Hiç de tatminkâr olmayan konuşmasında Cate Blanchett’ın kullandığı dört cümlenin tümünde ‘politik’ kelimesi vardı.

Aynı Cate Blanchett, basın toplantısının sonunda Spike Lee’nin filmini cömertçe methetti. Hâlbuki ‘BlacKkKlansman’ yarışmanın en politik filmiydi. Kariyeri boyunca eleştirel politik filmlere imza atan Spike Lee, ırkçılığa, antisemitizme, Trump’ın politikalarına müthiş bir eleştiri getiriyordu.

Birkaç dakikada sonra, ödülü elinde yaptığı basın toplantısında Spike Lee, “(Başyapıtı olan 1989 yapımı) ‘Do The Right Thing’in 20. yaşının gelecek yıl kutlayacağız. Aradan geçen sürede zencilerin sosyal haklarında hiçbir düzelme olmadı” dedi.

Politika konusunda tenakuza düşen Cate Blanchett, “Ödüllerde kriteriniz ne oldu?” sorusunda, “Jürinin yargılama gibi bir işlevi yok, biz yargılamadık, sadece seçtik. Kurallarda yazılı yedi ödülü, sekiz sanatçı arasında paylaştırdık. Godard’ı onore etmek istedik. Kendisine sıradan bir ödül veremezdik. Festival tarihinde ilk kez olsa da ikinci bir Altın Palmiye’yi, önüne ‘özel’ kelimesini ekleyerek Godard’a verdik” cevabını verdi.

ÖDÜL SAHİPLERİ KONUŞUYOR

Cannes Festivallerinde aldığı üçüncü ödülle ‘Altın Palmiye’ye upgrade eden Japon yönetmen Kore-eda Hirokazu: “Aile filmleri yapmaya devam ediyorum, ancak yaşım ilerledikçe değişik aileleri anlatıyorum” dedi.

Hirokazu’nun ‘Shoplifters’daki altı kişilik garip ailede ‘akrabalık bağı’ yok. Evet tümü bir gecekonduda yaşayıp aynı masayı, aynı yazgıyı paylaşıyor, aile gibi yaşıyor, sokakta sürünen ailesinden şiddet gören bir kız çocuğunu himayelerine alıyorlar.

Düzene uymayan, yankesicilik, hırsızlık yapan, ancak mutlu olan bu garip aile için Hirokazu; “Filmdeki çocuklara senaryo vermem. Onların kulaklarına replikleri sufle ederim. Öncesinden çocuklara hiçbir şart koşmadan, doğaçlama yapma şansı tanırım. Çocukken büyüdüğüm çok küçük evde kendime ait bir odam yoktu. Tecrübelerimi senaryoya taşıdım. Bu filmimde, aile olmak için kan bağlarının önemi var mı diye sordum kendime. Akrabalık bağları olmayan insanları aynı evde buluşturup, normal bir aile gibi yaşattım.

En iyi Senaryo ödülüne ortak olan Alice Rohrwacher, iyimser sinemanın, saflığın, iyiliğin, dürüstlüğün temsilcisi sayılıyor. “Basitlikten yola çıkmayı seviyorum. Gözden uzak, medeniyetin nimetlerinden istifade edemeyen, toprak ağası bir markiz tarafından sömürülen köylüleri anlatıyorum. İtalyan sinemasının ustalarından bana kalan miras, dünya görüşümü şekillendiriyor” diyerek görüşlerini dile getirdi.

Taviani Kardeşler, Pasolini filmlerini hatırlatan ‘Mutlu Lazzaro’, Ermano Olmi’nin Altın Palmiyeli ‘L’Arbre aux Sabots’sunu (1978), Ettore Scola’yı Cannes’da En iyi Yönetmen yapan ‘Çirkinler, Kötüler, Kirliler/Affreux, Sales et Mechants’ (1976) gibi İtalyan klasiklerini akla getiriyor.

İtalyan aktör-yönetmen Roberto Benigni, eşi ve fetiş oyuncusu Nicoletta Braschi’nin ‘Mutlu Lazzaro’sunu oyuncusu olduğu için bu filmin galasına katılmıştı. Filmin ‘Little Big Man’ aktörü Marcello Fonte’nin ödülünü vermesi için Benigni görevlendirildi. Benigni, 1997’de ‘Hayat Güzeldir’deki ödülünü almak için Cannes’da sıraların üstünden atlayarak sahneye çıkmıştı.

Bu yıl da aynı şaklabanlıkları sürdürdü, jüri üyesi tüm kadınları hararetle öptü.

ASİA ARGENTO ÖDÜL TÖRENİNE DAMGASINI VURDU

71. festivalde bulunan 82 kadın sinemacının kırmızı halıda yaptıkları gösteride eşitlik istediler, ayrımcılığa karşı çıktılar. Manifesto metninin İngilizcesini Cate Blanchett, Fransızcasını Agnes varda okudu. Fransız kadın Kültür Bakanı Françoise Nyasen kendilerine destek verdi.

Ancak bombayı patlatan, ‘feminist festival’e damgasını vuran İtalyan aktris Asia Argento oldu. Samira Yeslyamova’ya ödülünü vermek üzere sahneye davet edilen Argento hışımla mikrofonu kaptı ve herkesin dikkat kesildiği müthiş konuşmasına bir itiraf ile başladı: “Burada 1997’deki festivalde Harvey Weinstein tarafından tecavüze uğradım. 21 yaşındaydım. Cannes onun avlanma alanıydı. Salonda oturan erkeklere sesleniyorum. Bazılarınız bu suçlara göz yumdunuz. Bugüne kadar yaptıklarınızı ileride sürdürebileceğinizi düşünmeyin. Artık size bu imkânı tanımayacağız.”

Asia Argento’nun militan tavırlı, asık suratlı, hiddetli söylemi salonda buz gibi bir hava estirdi. Argento, mikrofondan uzaklaşıp yerini ödül sahibi Kazak aktrise bırakınca, salondan cılız alkışlar yükseldi. Önümüzdeki hafta ödüllü filmlerin eleştirileriyle, Cannes defterinin sayfalarını çevirmeyi sürdüreceğiz.

 

 

 

 

————————————————————————