İmparatorluktan Cumhuriyet’e Azınlıklar

Uzun yıllarıdır Şalom’da az bilinen tarihi konuları kaleme alan, tarihimizin gerek mekânsal gerekse toplumsal konularına hassasiyetle eğilen ve bu alanlarda titiz çalışmalar ortaya koyan Önder Kaya, bu kez de azınlıklar üzerine bilgi birikimini aktardığı yeni kitabıyla karşımızda.

Virna BANASTEY Perspektif
14 Şubat 2018 Çarşamba

Önder Kaya, ‘İmparatorluktan Cumhuriyet’e Azınlıklar’ başlıklı yeni çalışmasında, ilk Türk-İslam devletlerinin akabinde Osmanlı İmparatorluğu’ndaki azınlıkların yaşamlarını ve devlet içindeki konumlarını derinlemesine inceleyerek Milli Mücadele dönemine kadar uzanıyor. Osmanlı tarihini ve özellikle bu tarih içinde azınlıklar konusuna ilgi duyanlar, Kaya’nın kitabında tatmin edici bilgiler bulabilecek.

 Azınlıklarla ilgili çalışmanız bu kitapla sınırlı değil. Türkiye’deki azınlıklar konusuna ilginiz nasıl başladı? Bu yöndeki çalışmalarınızı şekillendiren ne oldu?

Açıkçası İstanbul’da ‘Suriçi’ olarak da bilinen Fatih ilçesinde yaşamamın bunda etkisi büyük. Fatih, içinde ilginç zıtlıklar barındırıyor. 20. yüzyıl ortalarına kadar bu ilçede yoğun bir gayrimüslim nüfus vardı. Fener Rum, Balat Yahudi, Samatya ve Kumkapı Ermeni kimliğini önemli ölçüde koruyordu. Sonrasında Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları, İsrail’in kuruluşu, Kıbrıs olayları gibi gelişmeler yaşandı. Bir anda Suriçi İstanbul’unun dokusu değişti. Şehrin yerlisi olan ekalliyetler çeşitli nedenlerden dolayı ülkeyi, bazen de yaşadıkları muhiti terk ederken onların yerini özellikle Menderes zamanındaki imar (ki buna imar demek şehrin geçirdiği travmaları göz önüne alınca biraz trajikomik kaçıyor) ve fabrikalaşma süreci sonrasında Anadolu’dan gelen nüfus aldı. Gayrimüslimlere ait yerleşkeler legal ya da illegal yollarla bu yeni göçmen kitlesinin kontrolüne geçti. Suriçi’nin dokusu hızla değişti. İlginçtir ki gayrimüslimlerin varlıklarına dair mabetler bir tarafa bırakılacak olursa bazı yerlerde pek bir şey kalmadı. 43 yaşındayım. Doğma büyüme Fatihliyim. Sanırım bu kontrast ilgimi çekti. Yoksa çocukken gayrimüslim arkadaşım filan da olmadı. Hatta ilk gayrimüslim arkadaşımla Erzurum’da askerlik yaptığım yıllarda tanıştım. Farklı inançlara mensup insanlarla dostluğum ve arkadaşlığım hep sonradan oluştu.

 Anadolu toprakları Osmanlı’dan önce de azınlıklarla bir arada yaşama alışık. Bu dönemde, azınlıkların otoriteyle ilişkilerine dair belli başlı neler söyleyebilirsiniz?

Osmanlı öncesini sanırım iki devrede ele almak mümkün. Selçuklular ve beylikler dönemi ile onun öncesinde Bizans. Bizans zamanında özellikle Ermeni toplumu otoriteyle sorun yaşıyor. Ermeniler bilindiği gibi kendilerine özgü mezhepleri olan bir topluluk. Bizans Devleti onları uzun süre Ortodoks Patrikhanesine bağlamaya çalışıyor. Bir baskı durumu söz konusu. Bu sebeple Türklerin Anadolu’ya gelişi Ermeniler arasında görece olumlu bir havanın esmesine sebep oluyor. Anadolu Selçukluları zamanında genelde hükümdarlarla gayrimüslim topluluklar arasında ciddi sorular yaşanmıyor.

 Tanzimat’tan sonra, azınlıkların günlük yaşamında neler değişti?

Pek çok şey. Tabii öncelikle şunu belirtmek lazım. Osmanlı her zaman bir İslam devletiydi. Şeriat, gayrimüslimlere karşı belirleyici bir normdu. Azınlıkların belli konularda ciddi sıkıntılar yaşadığı bilinir. Bu sıkıntıların başında ibadethane ya da okul gibi cemaat açısından önemli kurumların inşası ve tamiri meselesi geliyordu. Osmanlı yetkilileri (her ne kadar nadiren bazı istisnaları olsa da) sıfırdan mabet inşasına izin vermiyorlardı. Ancak zaruri durumlarda cemaatlere ait var olan binaların orjinaline sadık kalınması ve bir milim dahi ilave yapılmaması şartıyla onarımına izin veriliyordu. Bu izin süreci de oldukça sancılıydı. Tanzimat sonrası devrede bu sıkıntılar büyük ölçüde ortadan kalktı. Yine bir başka önemli değişim cemaatlerin hızla sekülerleşmesi oldu. Eskiden cemaatler büyük ölçüde ruhani kadro tarafından idare ediliyordu. Ancak 19. yüzyıl ortalarından sonra oluşturulmaya başlanan ruhani meclisler yoluyla laik kesim de cemaatin mukadderatında etkin bir rol oynamaya başladı. Yine Mekteb-i Sultani yani Galatasaray Lisesi ya da Mekteb-i Tıbbiye gibi eğitim kurumları vasıtasıyla ortak bir Osmanlı kimliği yaratılmaya çalışıldığına da bu devrede şahit oluyoruz.

Özellikle son zamanlarda yayınlanan bazı dizilerde yanlış bir telakki yaratıldığı da bir gerçek. Bu dizilerde Osmanlı Yahudi’si denilince Siyonizm sevdalısı ve Osmanlı Devleti’ni bölmek hatta yok etmek için can atan bir tipleme göze çarpıyor ki gerçeklikten çok uzak.

 Tanzimat, Islahat Fermanı vs. gibi dönemlerde azınlıklar arasındaki milliyetçilik akımları güçlendi. Aynı dönemde Yahudilerin bu akımlar karşısındaki tepkisi nasıldı?

Anlaşıldığı kadarıyla Yahudiler arasında bu duruma itibar görece zayıf. Siyonizm Osmanlı Yahudileri arasında çok destek gören bir düşünce değil. Bunda en temel nedenlerden biri sanırım 19. yüzyıldan itibaren bazı Yahudilerin kültürel ve buna bağlı olarak maddi durumlarının düzelmesi, Rum ve Ermenilerden boşalan bazı kadrolara onların tayin edilmesinin önemli rolü olsa gerek. Rumlar 1821’deki Yunan bağımsızlık kalkışmasından sonra sıkıntılı bir evre yaşıyorlar. Aynı şey Fener Patrikhanesi için de geçerli. Hatta milliyetçilik toplumumuzdaki genel kanının aksine Fener Patrikhanesinin pek rağbet ettiği bir şey değil. Zira patrikhane Rumcayı ibadet ve eğitim dili olarak kullandığı için Bulgar, Sırp, Arnavut gibi gayri Rum topluluklar tarafından ciddi eleştirilere maruz kalıyor. Bunlara ilave olarak Rum milliyetçiliği yapmak ‘ekümeniklik’ iddiasının zedelenmesi anlamına geliyor. Ermeni toplumunda ise değişen koşullara bağlı olarak 19. yüzyılın sonlarından itibaren güçlenen bir milliyetçilik algısı var. Öte yandan özellikle son zamanlarda yayınlanan bazı dizilerde yanlış bir telakki yaratıldığı da bir gerçek. Bu dizilerde Osmanlı Yahudi’si denilince Siyonizm sevdalısı ve Osmanlı Devleti’ni bölmek hatta yok etmek için can atan bir tipleme göze çarpıyor ki gerçeklikten çok uzak. Bu ve benzeri tutumlar zaten toplumda çok da sağlıklı olmayan Yahudi imajının daha da sorunlu bir hal almasına ortam hazırlamaktan başka bir işe yaramıyor.    

 Kitabın hazırlığı aşamasında en zorlandığınız, kaynak bulmada en çok güçlük çektiğiniz bölüm / başlık hangisi oldu?

Sanırım en zorlayan kısım 19. yüzyıl ve sonrası. Zira ister istemez devreye netameli konular giriyor. Milliyetçilik akımının etkisiyle oluşan hareketlenmeleri sağduyu ile değerlendirmek hayli zor. Kaynak bulmakta çok sorun olmasa bile yaşanan gelişmelere akademik bir bakış açısıyla yaklaşan çalışma bulmak hayli zor.

 

 Osmanlı’daki azınlıkları Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler olarak üç başlıkta incelediniz. Ancak kitabın Yahudiler bölümünde, diğer bölümlerde olmayan bir alt başlık dikkat çekiyor: ‘16. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Yahudi Nüfuzu.’ Yahudiler için böyle bir alt başlık açmanızı nedeni neydi?

Her şeyden önce kitabın şekillenmesinde Şalom gazetesinde yazıyor olmamın etkisi de var şüphesiz. Açıkçası gazetede kaleme aldığım yazılar Yahudi toplumu üzerinde biraz daha odaklanmama sebep oldu. 16. yüzyıl tarihçiler tarafından genelde Osmanlı Yahudilerinin ‘Altın Çağı’ olarak bilinir. Bunun da en temel nedeni Avrupa’nın bu dönemde değişim dönüşüm sancıları içinde olması. Seferad Yahudilerinin göçü esnasında İslam dünyası bilimsel gelişme açısından gerileme evresine girerken Avrupa tam tersi bir istikamete doğru yol alır vaziyette. Haliyle bu durum Yahudilerin göçüyle birlikte Osmanlı ülkesinde yazın sahasında, tıp alanında, ticarette bir canlanmayı beraberinde getiriyor. Yahudi toplumunun pek çok önde gelen mensubu Osmanlı padişahlarının özel doktoru, bazen de danışmanı oluyor.