"Benim yarışım kendimle"

Uzun yıllardır televizyon ve sinema ekranlarında görmeye alışık olduğumuz bir sima Yosi Mizrahi… Deneyimli isim, özellikle oyuncu olmak isteyen gençler için hem bilgisi hem de deneyimleriyle yol gösteriyor…

Dora NİYEGO Yaşam
21 Kasım 2017 Salı

Önce sizi tanıyalım. Yosi Mizrahi kimdir?

1971 yılında İstanbul Kurtuluş’ta doğdum. İlkokulu Kurtuluş İlkokulunda, orta ve liseyi Beyoğlu Özel Musevi Lisesinde okudum. Liseden sonra, tatil köylerinde profesyonel amatörlük yaptım. Tiyatro oyunculuğuna lisedeyken, amatör olarak Dormen Tiyatrosunda başladım. Dormen Tiyatrosunda katıldığım seçmeleri kazanınca ‘Şarkılar Susarsa’ müzikalinde rol aldım. Daha sonra, Haldun Dormen’in konservatuardaki derslerine katıldım.

Çok yönlü bir sanatçısınız. Herkes sizi tiyatro ve dizi oyuncusu olarak tanıyor, ancak birçok dalda parmağınız var. Biraz bunlardan bahseder misiniz?

Tiyatro, dizi ve sinema oyunculuğu dışında, sunuculuk da yapıyorum. Gerek televizyon programları olsun, gerekse bazı şirketlerin bayi toplantılarının konseptlerini belirleyip, ekibimle beraber gecelerini modere ediyorum. Reklam ve belgesellerde konuşuyorum, dublaj yapıyorum.

Bizim toplumumuzda birçok faaliyetiniz oldu ve olmaya da devam ediyor…

Zaman zaman özel gecelerde sunuculuk yapmamı, sohbetlere katılmamı, söyleşi yapmamı rica ederler. Ne istenirse, zamanım el verdiği sürece yardımcı olmaya çalışırım.  Ama maalesef, aynı özveriyi kendi toplumumdan pek göremedim. Acı ama gerçek.

“POZİTİF RUH HALİ BENİ HAYATA BAĞLAR”

Sizi yakından tanıyanlar çok pozitif bir insan portresi çiziyor. “Espri anlayışı olmayanlarla iletişim kuramadığınızı, mutluluğun gülmekten, eğlenmekten geçtiğini, pozitif enerjinin enerji kaynağınız olduğunu, sevgiye çok önem verdiğinizi” demişsiniz. Ancak hayatın insanı üzen tarafları da var. Böyle durumları nasıl karşılıyorsunuz?

Doğru, hayata bir şaka gibi bakarım. Üzüntülerimi uzun yaşamam, hayatı ti’ye almayı severim çünkü gülmeyi, çevremdekileri eğlendirmeyi severim. Hayat motivasyonum budur. Hayal kırıklıklarının ve üzücü olayların hayatımızdaki yakıtımızı bitirdiklerine inanırım. Pozitif ruh hali beni hayata bağlar. Negatif durumlardan olabildiğince uzak durmaya çalışırım. Bir olay beni üzmüşse, kırmışsa, negatif bir duygu yaratmışsa, hemen içimde absorbe ederim. Gülmek, eğlenmek lazım. Hayat çok kısa ve yeteri kadar zor; pozitif olmaya çalışmazsak, yaşanmaz duruma gelir. Espri anlayışı olmayan insanlarla ciddi ir şekilde iletişim problemi yaşıyorum çünkü espri, komiklik, gülümseme, bunların hepsinin ruhumuzu besleyen duygular olduğuna inanıyorum. Hatta ekiple konuştuğumda, bir Brecht veya bir Shakespeare oynayacak olsak bile, komedi versiyonunu yaparız dedik. Televizyon dizilerinde, rolüme baktıktan sonra, kadrosuna bakarım; “Çok iyi, sette eğleneceğiz” derim. Önemli olan şu; önce ben eğlenmeliyim. Eğlenirsem işimi daha iyi, daha pürüzsüz, daha lezzetli çıkardığıma inanıyorum. Benim ivme kazandığım yer eğlence…

“OYUNCULUK NE KADAR GENİŞ BİR YELPAZEYE SAHİP OLDUĞUNLA ORANTILI”

“Türkiye’de sanatçıları hep belli bir kalıba sokuyorlar” demişsiniz. Siz genellikle ne gibi rollerde oynadınız? Bunun dışında oynamak istediğiniz roller var mı?

Evet, maalesef öyle. Bir dizide ailenin temiz oğlanını oynadıysanız, bu rol üstünüze yapışıyor. Hep aynı tür rol teklif ediyorlar. Türk oyuncuları da, çoğu zaman bunun için kafa yormuyor. “Aman bu rolü tutturduk, yürüyelim” diyorlar. Kendilerini zorlamayı sevmiyorlar. Ben öyle değilim; yarışım kendimle. Temiz oğlanı da, psikopatı da, gay’i de, katili de, naif bir adamı, snob bir CEO’yu da oynadım. Oyunculuk ne kadar geniş bir yelpazeye sahip olduğunla orantılıdır.

Bu yıl ‘Suç ve Ceza Film Festivalinin’ jürisinde yer aldınız. Biraz bu faaliyetten bahseder misiniz?

Bu festival, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından organize ve finanse ediliyor. İki senedir kapanış gecelerini sunuyorum. Bu yıl, oyunlarımın yoğunluğundan dolayı, kapanışı yapamayacağımı bildirdim. Onlar da jüri görevini teklif ettiler. Seve  seve kabul ettim. Kesinlikle desteklenmesi gereken bir organizasyon. Adalet temalı çok iyi filmler seyrettim. Sanat olmazsa olmaz, adalet de toplumun işleyişi bakımından olmazsa olmaz bir kavram. Bu festival sayesinde, adalet temalı filmler seyrediyoruz. Bu festivalde, filmlerin yani sanatın yanı sıra, ciddi paneller de yapılıyor. Bu konuda halkı bilinçlendirilmesi amaçlanıyor.

Festivaller hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bir takım festivallerin halka ulaşmadığını düşünüyorum. Tabii ki derinliği olmalı ama bazı festival filmlerinin halka ulaşmadığını zannediyorum. Biraz da halkın nabzını tutmak gerektiğine inanıyorum. Amaç halkı bilgilendirmekse, halkın anlayabileceği filmlere imza atmak gerektiğine inanıyorum. Festivallerin daha fazla desteklenmesi gerektiğini, daha fazla festival filmi çekilmesi gerektiğini ve bizim gibi oyuncuların daha fazla festivallere destek vermeleri gerektiğini düşünüyorum

‘Hayatın İçinde Fenerbahçe’de ayın konuğu olmuş, “Fenerbahçe hayatımın önemli köşesinde” demiştiniz. Bu buluşmanızı anlatır mısınız? Fenerbahçe’den başka hayatınızın önemli yerlerinde neler ve kimler var?

Ben babadan Fenerliyim. Babam küçükken her maça götürürdü beni, ama maalesef babamla beraber o da gitti. Artık derbi dışında pek seyretmiyorum çünkü babamı hatırlatıyor bana. Hayatımın merkezinde işim var, oyunculuk var. Mesleğimi gerçekten çok seviyorum. Bu mesleği seçtiğim için, bir gün bile pişman olmadım. Hayatımın önemli yerlerinden biri, ailem tabi ki. Yeğenlerime tapıyorum, onlar benim her şeyim

“E.S.E.K’in emektarları Yosi Mizrahi, Hakan Bilgin ve Uğur Uludağ, günün teknolojisini beceremeyen yaşlı kuşağı canlandırdıkları kısa bir skeçte oynuyorlar ve çok alkış alıyorlar” şeklinde bir yorum okudum. ‘Gençleri anlamaya çalışmak, gençlere yol açmak konusu’nu bir de sizden dinleyelim.

Yosi Hakan ve Uğur bir sacın üçayağı gibiyiz. E.S.E.K junior tayfası dediğimiz, yetiştirilmek üzere tiyatroya alınmış gençler vardı. Bu çocuklara, tiyatronun her şeyini öğretmeye kararlıydık. Başlarda, çay getirirler, dekor yaparlar, sonra ışık müzik efekt yaparlar… Sonra da bu gençler için bir oyun koyduk. Amaç şu idi: Biz artık 20’li yaslardaki rolleri oynayamayız. Gençler yetişsin. Bu amaçla bir oyun sahneye koyduk. Galada da, oyunun bir yerinde sahneye daldık. “Biz size böyle mi öğrettik. Bakın biz nasıl yapıyoruz?” şeklinde doğaçlama 10 dakika oynadık. Bir kerelik bir şeydi. Kendimiz de, seyirciler de, çok gülüp, çok eğlendik.

Evet, gençlerin yolunu açmak lazım. Onlara yardım etmek lazım. Böyle düşünüyorum çünkü ben de böyle bir ekolden, Haldun Dormen ekolünden geliyorum.

‘Detay’ filminde, sizi görmeye alışmadığınız değişik bir karakteri canlandırdınız. Bu karakter size uydu mu?

Benim için değişik bir deneyimdi. Dedim ya, kendimi zorlamayı severim. O rol de, beni zorlayan işlerden biriydi. Ben bir rolün oyuncuya uyup uymamasına bakmam. Alıp rolü, karakteri giymiş mi ona bakarım.

“ŞÖHRET DENEN BALON, BU YOLCULUKTAKİ DURAKLARDAN BİRİ”

Medya maalesef sanatçıların özel hayatlarını çok irdeliyor. Bu sizi üzüyor mu?

Yok, hiç üzmüyor. Niye üzsün? Şöhret denen balon, bu yolculuktaki duraklardan biri. Ayrıca, biz servis yapıyoruz. Her şeyimizi sosyal medya aracılığı ile gösteriyoruz. Herkes de bundan memnun, kimse kimseye yalan söylemesin, riyakârlık yapmasın.

Fotoğraflarınızın arasında bir karede, sizi başınızda bir kipa ile gördüm…

O bir fotoğraf çalışması. Mehmet Turgut’un bir fotoğraf dergisi var, 46. Orada toplama kampından birini canlandırmak istedik. O fotoğrafın devamı da var. Hitler’in kellesini almış, elimde tutuyordum. Ama, malum çok tarafsız medyamız onu yayınlamadı. 

Bir sanatçı olarak, Yahudi kimliğinizin yarattığı zor veya üzücü durumlar oldu mu?

Yaşadığım belirgin bir şey yok, çünkü bu konuda hiçbir zaman kaçak dövüşmedim. Hep dobra oldum; “Önce Türk, sonra Yahudi’yim” dedim. “Bununla sorunu olan, yüzüme söylesin, bu konuyu saatlerce tartışırım” dedim.

Sahnede unutamadığınız anılarınız olmuştur mutlaka. Bir-iki tanesini anlatabilir misiniz?

O kadar çok anım var ki. 2000 senesinde, Nedim Saban ile ‘Şen Makas’ adlı oyunda oynuyordum. İnteraktif bir oyundu ve bir cinayeti çözmeye çalışıyorduk. Oyunun sonlarına doğru, seyircilerle soru cevap yapıp, cinayeti onlara çözdürüyorduk. Bir gün, soru sormak için ayağa kalkan bir seyirci, “Sana aşığım, senden çocuk yapmak istiyorum” dedi. Önce şoke oldum, ne diyeceğimi bilemedim. Sonra, sinirim bozuldu, gülmeye başladım. Kız biraz bozuldu, ama sonra çıkışta beni bekledi, konuştuk ve gönlünü aldım; böyle bir şeyin  mümkün olamayacağını anlattım…

Oyunculuğu kariyer olarak seçmek isteyen gençlere neler söyleyebilirsiniz?

Bu iş zorlu bir yolculuk. Çok istiyorlarsa denesinler. Sosyal bir aktivite olarak görüp yapmaya çalışırlarsa, çok büyük hayal kırıklıkları yaşarlar. Ustalarımızın çok güzel bir lafı vardır: ‘Oyunculuk kolay iştir. İlk 35 yılı biraz zorlar…’

Etiketler: