Eddi Anter´den Vakitsiz Kaybedenler

Yeni yayımlanan son kitabı ‘VAKİTSİZ KAYBEDENLER’ ile ilgili görüşmek üzere Eddi Anter ile bir araya geldiğimizde felsefenin derinliklerine vardık.

Sara YANAROCAK Sanat
1 Kasım 2017 Çarşamba

Eddi Anter, karizmatik, güler yüzlü, apaydınlık bir çehreye sahip. Konuşmaya başladıktan kısa bir süre sonra beni, düş ve düşünceler dünyasına daldırdı. Aşk, ölüm, zihin, kabulleniş, hayat ağacı, kabala, ruh terapisi, kişinin kendini rahat bırakıp akışta olması gibi konularda kapıları tek tek araladı. Her tarafı ışık sardı.

Ne yazık ki, sadece sayfamıza sığacak kadarını sizlerle paylaşabiliyorum.

Eddi Anter kimdir?

Kim olduğumu her gün sorgulayan biri olarak değişimin içinde olduğumu biliyorum. Her gün hatta günün her anı değişebiliyorum. Bu, tutarsız, dengesiz veya güvenilmez anlamında değil. Fikirlerimin değiştiğine, buna bağlı olarak duygu ve davranışlarımın da farklı haller aldığına şahitlik ediyorum. Tadını çıkartıyorum hayatın. Her günü farklı deneyimlemekle günler tekrara dönüşmüyor. Toplamda 20 bin gün yaşamışken her günün hakkını verebildim mi diye soruyorum kendime. Yoksa aynı günü 20 bin kere mi yaşadım? Gelip geçici olduğumun farkındayım. O yüzden bir gün Eddi Anter adını, nasip olur da görürsem, torunlarım hatırlayacaklar; onun dışında ha vardım ha yoktum, kimselere bir anlam ifade etmeyecek...

Yazar, kişisel gelişim uzmanı ve terapist konumuna nasıl geldiniz?

Bir gün, ‘yaptığım işi seviyorum fakat sevdiğim işi yapmıyorum’ düşüncesi kafama giriverdi ve yaklaşık 20 yıllık tekstil işime son verip yazmaya başladım. Bu sevdaya başlayalı 14 sene oldu. Felsefe ve inanç konularında çok kitap okuduktan sonra insan zihnini çözmek niyetiyle psikoloji konusunda master eğitimi alıp klinik psikolog oldum. Kendi yöntemimi geliştirip ‘Farkındalık Hapı’ adı altında bireysel seanslar uyguluyorum.

Her kitabınızda kendinizi biraz daha aşıyorsunuz. Yazmaya başlayacağınız zaman, önce bütün konuyu tasarlıyor musunuz, yoksa alabildiğine akıp gidiyor mu?

Hayatım sürekli not almaya odaklıdır. Yanımda, arabamda, cebimde başucumda not defterleri bulunur. Devamlı kısa notlar alır, gözlemlediklerimi kayıt ederim. Biriktirdikten sonra birleştirmeye başlar en son kurguya karar veririm. Nasılsa yönlendirildiğimi bildiğimden akışında yazarım.

Aslında Alper Karaköy kendi geçmişinden kesitler verirken, iç hesaplaşmaları sırasında derin bir felsefe yapıyor. Bu denli derin ve çok değerli düşünceler zinciri sizde nasıl oluştu? Çok çarpıcı...

Kitaplarımın genelinde sorular ve sorgulamalar var. Okuyucuların da aynılarını düşündüğünü umarak cevaplar üretiyorum. Sorular bizleri birleştirirken cevaplar ayırıyor... Günlük hayatımda da tüm veri, malumat veya bilgiyi sorgulayan biri olarak bunları kâğıda dökmek eğlenceli oluyor. Romanımın başkarakteri Albert Karako Türkiye’de yaşayan bir Yahudi. Kuledibi’nde başlayan 80 senelik hayat yolculuğunu anlatırken başına gelen Trakya Olayları, Varlık Vergisi, sinagog bombalamaları gibi deneyimlerini de hatırlatacak. Unutmamak ve unutturmamak adına 500 yılı aşkın bir süredir yaşadığımız bu topraklarda ölüm sayısının doğum sayısını aşması, asimilasyon ve yurt dışına yapılan göçlerden ötürü gelecek yüzyılda Yahudilerin Türkiye’de yaşadıklarını sadece tarih kitaplarından okunmasın diye, ben de bu topraklarda yaşan bir Türk Yahudi’si olarak ortak duygularımızı kâğıda döktüm...

Romanın içinde geçen ‘Sırlar Kitabı’ (Sefer ha Sod) adlı bir kitap gerçekte var mı, yoksa kendi fikirlerinizin toplandığı bir kurgu isim mi?

Vakitsiz Kaybedenler’ romanının yarısı bilgi içeriyor. Bunları kurgudan ayırabilmek için ‘Sırlar Kitabı’ bölümünü eklemeyi seçtim.

Kitapta verilen felsefi konuların içinde aşk ve ölüm çokça işleniyor. Ölümü gerçek aşka kavuşmak olarak betimliyorsunuz. İslami tasavvufa çok yakın değil mi?

Hayatın en büyük gerçeği olan ölümü çoğu zaman inkâr ederiz. Konuşmayız. Yok sayarız ölümü. Fakat kaçınılmaz olandır. Uzun bir süredir hem Tevrat hem Zohar eğitimi alıyorum. Tasavvuf, kelime anlamı olarak Allah’ın varlığı, birliği ve yaratılışı esas aldığından farklı inançlar bile olsa varılacak durağın aynı olduğunu biliyorum. “Aklın yolu birdir” sözü boşuna söylenmemiştir.

‘Teslimiyet’ konusunu çok etkileyici ve ikna edici bir biçimde aktardınız? Siz bunu hayatınıza ne kadar geçirebiliyorsunuz?

Uygulamadığım bir şey hakkında konuşmak, yazmak bilgiden öteye gitmez. Ne yazık ki yakın çevrem, ailem ve sevdiklerim uygulamalarımı yapıcı olarak eleştirmekteler. Teslimiyet, Allah’ın ve İlahi Plan’ın varlığını kabullenmek ve olan bitenleri sadece şahitlik edebilmeyi gerektiriyor. Dur ve izle. Yorum yapma, değiştirmeye çalışma. Romanımın içeriğinde teslimiyet geniş yer kapsıyor.

Kendini serbest bırak’ ne demektir ve nasıl bırakılabilir? Kalıplaşmış alışkanlıkları kırmak o kadar zor ki…

Olan olması gerektiği gibi olur. Olanın başka türlü olmak ihtimali yoktu. Olan oldu. Bütün bu sözcüklerin anlamı iyi kötü, güzel çirkin kavramlarını zihnin yarattığını fark edebilmek. Olanın olmasına izin vermek demek sadece olayların dışında kalıp ekranda önceden çekilmiş bir filmi izlemek gibi seyredebilmektir. Yorum yapmadan, müdahale etmeden...

Zihni kullanmamak mümkün mü? Sırlar Kitabı kısmında bu konuyu irdeliyorsunuz.

İnsanları hayvanlardan ayıran en önemli özellik düşünme yeteneğidir. Zihin kıyas yapar ve kendince karışık ortamı düzene sokar. Fakat işin aslı, karmaşayı yaratan da zihindir. Bizler zihni kullanmadan olanları ve olayları izleyebilseydik eğer hayatı anlamak konusunda daha ileride olurduk. Hayvanlar dünyasına baktığımızda düzen görüyoruz. Hemcinsini öldüren insan dışında başka hayvan yok. Susarak, eylemsiz kalıp düşünceleri durdurarak Mutlak Bilince varmanın yolunu açıklıyorum Vakitsiz Kaybedenler kitabında...

İnançlar arası farklılıkları ne kadar önemsiyorsunuz? Kitabınızda bu yüzden bitmiş olan aşkına üzülen adam büyük bir pişmanlık içinde. Yahudi adamın şimdiki aklı olsaydı, Süryani sevgiliden ayrılmayacaktı galiba? Bu konuda neler söylemek istersiniz?

İnançlar kadar gelenekler de önemlidir elbette. Farklılıklar, bizleri biz yaparken insan olduğumuzu unutmamak lazım. Sizi üzen şey beni de üzer. Kendime yapılmasını istemediğim şeyi başkasına yapmaktan kaçınırım.

Azınlık halkların doğup büyüdükleri ülkelerden, evlerinden zorla veya mecburen koparıldıklarını yazarken, bu acıları kendiniz de yaşamış gibi aktardınız. Deneyimlerinizden bahseder misiniz?

Ruhların yaşadığı bir azap vardır nesillerden nesillere aktarılan. Korku da bulaşıcıdır. Annem ve babam, tüm atalarımın yaşadığı korku ve endişeleri içselleştirmemek imkânsız. Arzu ve isteğin dışında şehrinden, ülkenden atılmak, inancını değiştirmeye zorlamak gibi kavramlarla şahsen tanışık olmasam bile geçmişime baktığımda tarih kitaplarından okuduklarım beni şaşırtmaya yetiyor. Sebepsiz nefret bir gün sebepsiz sevgiye dönüşecek. Buna inanıyorum...

Yahudilerin yüzyıllar boyunca uğradıkları kıyımları, hiç sevilmemelerini acı çekerek anlatıyorsunuz.  Sizce bunlar neden oluyor?

Asırlardır süregelen haksızlıklara bakınca, Tevrat’ın okunmasının yasaklanması, İbranice konuşulmasının ve dua edilmesinin engellenişi, isimlerin ve aile soyadlarının bulundukları ülkeye uyum sağlaması için değiştirilmesi, dini gelenek ve bayramların kutlanmasının kanun dışı sayılması ve yeri gelince inançlarının da ortadan kalkması için zorlanmalarının sebebi tam olarak neydi?

Yıllar yılı borsaların düşüşü, ekonomilerin çöküşü, savaşlar, deprem, kuraklık ve milli felaketlerin suçlusu olarak Yahudiler işaret edilmiş, ispatı olmasa bile ses getirmesi belli bir amaca hizmet etmiş. Sebepsiz nefret adı üzerinde zaten. Sebebi bilinseydi çözümü de bulunurdu.

Türkiye’de Yahudi olmak, dünyada Türk olmak size neler hissettiriyor?

Bir insanın inancı mahremiyet alanına girer. Bu yaptığın iş, aldığın maaştan öte bir konudur. Kimseleri ilgilendirmez ve gizli kalması da hayırlıdır kanımca. Türkiye’de kimliğimin en önemli özelliği Yahudilikken dünyanın herhangi bir başka ülkesinde bu Türk olmamla özdeşleşiyor. Yani kendi ülkemde çoğu konuda Türk sayılmazken diğer her ülkede Türklüğüm öne çıkıyor. Azınlık olmanın ikilemidir bu.

Sizi basında veya imza günlerinde yeterince görmüyoruz. Bunun belli bir sebebi var mı?

Kitapların yazarların önüne çıkmasını önemsiyorum. Yazan kişinin kitabı sadece kendine mal etmesi anlamsız. Yazdıran biri var nasılsa. Kitap yazmak, bastırıp raflara koymak egoya yeterince hizmet ediyor nasılsa. Şahsı çok sevilen fakat yazdığı kitapları okunamayan pek çok yazar mevcut. Kişiden önemli olan kitabın kendisidir. Yazar gelip gider, kitapsa nesiller boyu kalıcıdır.

Eddi Anter’i tanıma şansını elde ettiğim için kendimi şanslı addediyorum. Her şey için teşekkürler arkadaşım.