Eğrikapı Yahudi Mezarlığının hatırası

İstanbul’un farklı yerlerinde tarihi maşatlıkların olduğu bilinir. Halihazırda bu maşatlıkların en eskileri Hasköy ve Kuzguncuk’takiler olsa gerek. Ancak Yahudi mezarlıkları içinde önem açısından belki de onlardan geri kalmayacak bir diğer gömü alanı Eğirikapı’da idi. Bu mezarlık alanında İstanbul’un fethinden sonra Yahudi cemaatinin ilk hahambaşı olan Moşe Kapsali de gömülüydü.

Önder KAYA Perspektif
20 Temmuz 2017 Perşembe

İstanbul'un fethinden kısa bir süre sonra hahambaşı tayin edilen Moşe Kapsali, 1420’de Girit-Kandiye’de doğmuş olup, Almanya ve İtalya’da eğitim görmüş, dini ilimler sahasında çağının önde gelen alimleri arasına girmişti. 1435’te eğitimini tamamlayarak Kandiye’ye dönen Kapsali, on yıl kadar memleketi Girit’te kaldıktan sonra, 1445’te İstanbul’a göç etmişti. Galante’nin rivayetine göre, fetih sonrası dönemde Fatih Sultan Mehmet de kendisine saygı gösterir ve sahasına olan vukufiyetinden dolayı ona ‘Hocam’ diye hitap ederdi. Bu rivayetin gerçek olup olmadığını tam olarak bilemesek de gerek Fatih’in ve gerekse de oğlu II. Bayezid’in ona güvendikleri aşikâr. Zira neredeyse yarım asır boyunca Yahudi Cemaatinin Hahambaşılığı görevini yürütecekti. Kapsali, bu iki padişah döneminde İstanbul Yahudi Cemaatinin nüfuzlu bazı hahamları ile giriştiği fikri mücadeleleri de iktidarın desteği arkasında olduğu için başarı ile sonuçlandırmayı bilmiş bir isim. Minna Rozen onun kadar karizmatik ve güçlü bir hahambaşı figürü için 20. yüzyılın başlarında bu makama getirilecek olan Hayim Nahum Efendi’yi beklemek gerektiğini söyler. Bununla birlikte Kapsali, Karai Yahudileri üzerinde otorite tesis etmede pek başarılı olamamış gibi görünüyor.

Moşe Kapsali ile akraba olan kronik yazarı Eliyahu Kapsali, Fatih Sultan Mehmet’in, Moşe Kapsali’ye Hz. İsmail hakkında samimi düşüncelerini sorduğunu kaydeder. Bilindiği üzere Müslümanların peygamberi olan Hz. Muhammed’in, Hz. İbrahim’in cariyesi Hacer’den doğma Hz. İsmail’in soyundan geldiğine inanılır. Moşe Kapsali, Talmud’dan verdiği örneklerle Hz. İsmail’in kötülükten kaçan salih bir kul olduğunu söyler. Bu cevaptan çok memnun kalan Fatih de, Hahambaşı'ya süslü bir kaftan verir ve onu sarayın çıkışına kadar uğurlar. Ne yazık ki gerek Kapsali’nin ve gerekse de halefi Eliyahu Mizrahi gibi diğer cemaat önderlerinin Eğirikapı’da bulunan mezar taşlarının yitip gitmesi, Türkiye Yahudi tarihi açısından büyük bir kayıptır.

Edirnekapı surlarının dışı, tarihsel süreçte İstanbul’un en eski gömü alanlarından biri olageldi. Bilindiği gibi üzeri iyi kapatılmamış mezarlar eski zamanlarda veba illetinin en temel nedenlerinden biri olarak görüldüğünden, ölülerin şehir dışına gömülmeleri uygulanagelen bir gelenekti. Nitekim bundan dolayı bölge gerek Müslümanların gerekse de gayrimüslimlerin mezar alanı olarak kullandıkları yerlerin başında geliyordu. Sur dışında 1950’lere kadar Müslümanlar haricinde Rum, Ermeni, Bulgar ve Yahudi cemaatlerinin kabristanları bulunuyordu. Bunlardan Bulgar ve Yahudi mezarlıkları bugün ortadan kaldırılmış vaziyettedir. Pervititch haritalarından Bulgar mezarlığının halihazırda var olan Rum mezarlığının üst kesiminde, bugünkü Tekfur Sarayının tam karşı noktasında yer aldığını görürüz.

Çevreyolu düzenlemeleri çoğu gömü alanını yok etti

Mezar alanlarının ortadan kalkmasında 1970’lerde Edirnekapı ile Haliç’i birbirine bağlayan çevreyolu düzenlemelerinin rolü büyüktür. Zira gerek yol yapımında ve gerekse de ana yola çıkacak bağlantı yollarının inşası sırasında çoğu gömü alanı ya yok edilmiş ya bölünerek tanınmayacak hale getirildi.  

Bazı kaynaklarda (mesela Hans-Peter Laqueur’un Osmanlı’daki mezar taşları üzerine kaleme aldığı son derece kapsamlı çalışmasında) Yahudi maşatlığını kapsayan sahanın önemli bir bölümü üzerinde, İstanbul Halk Ekmek AŞ’nin fabrikası ve idari binalarının bulunduğu kayıtlı. Nitekim Halk Ekmek fabrikasının hemen alt sokağı bugün de ‘Meşatlık Sokak’ adını taşır. 1913-1914 yılları arasında Almanlar tarafından yapılan ve literatüre Alman mavileri olarak giren İstanbul haritalarında da Tekfur Sarayının güneybatısına düşen mevki Musevi Mezarlığı olarak gösterilir. Bu mezarlık Edirnekapı’dan Ayvansaray’a doğru inen Savaklar Caddesi ile Çayırbaşı Caddesi arasında uzanmaktaydı. Mezarlık, 1970’lerde çevreyolu inşaatı başlayana kadar bölük pörçük de olsa varlığını devam ettiriyordu. Mezar alanı üzerinde zamanla bir mahalle teşekkül etmişti. Bu mahallenin ara sokaklarında yine bu yıllarda tek tük de olsa eski taşlara tesadüf edilebiliyordu.

Üsküdar ve Eyüp tarihi üzerine yaptığı derinlikli araştırmaları ile tanınan Mehmet Nermi Haskan, ‘Eyüp Sultan Tarihi’ adlı eserinde buradaki kabristanı Eğrikapı Karay Mezarlığı olarak adlandırır. Mezarlığın yerini de “Savak Çeşmesi civarında, Yenikuşat sokağı ile Maşatlık sokağının birleştiği yerde” ifadesiyle belirtir. İhtimal ki bu yerde tıpkı Hasköy Çıksalın mevkiinde olduğu gibi hem Rabbinik Yahudi cemaatinin hem de Karai cemaatinin yan yana gömü alanları bulunuyordu.  Bünyamin Levi de İstanbul Karaileri üzerine kaleme aldığı değerli çalışmasında Eğrikapı’daki Karai mezarlığına gönderme yapar. Karai mezarlarını Rabbinik Yahudi mezarlarından ayıran en önemli alamet-i farika Karai mezarlarının üzerinde Davud yıldızının yer almamasıydı.

19 Temmuz 2016 tarihinde Şalom gazetesinde ‘Madam Çela’yla Yer Altı Tarihi: Eyüp’te Yahudi bir annenin kaybettiği oğlu için yazdığı bir ağıt bulundu’ başlığıyla kaleme alınan yazıda, şu an Eyüp Sertarikzade Tekkesi avlusunda bulunan ve üzerinde İbranice yazılı ibareler yer alan sanduka şekilli bir mezar taşı hakkında bilgi verilir. Bu taşın Haliç’in öte yakasından yani Hasköy’den getirilmiş olduğu şeklinde de bir görüş beyan edilir. Kanımca taşın kaynağını Haliç’in öte yakasında aramaktansa, Eğrikapı Mezarlığında aramak daha akla yatkın gibi duruyor. Zira Eğrikapı’daki gömü alanı Sertarikzade tekkesine epi topu birkaç yüz metre mesafede bulunuyor.   

Daha önce Şalom gazetesi için İstanbul’daki Yahudi maşatlıklarını kaleme alırken Eğrikapı maşatlığı hakkında da detaylı bir şeyler yazmak istemiş ancak pek de malzeme bulamamıştım. Ne yazık ki malzeme konusundaki sıkıntım devam ediyor. Fakat geçenlerde bölgeye yaptığım bir ziyaret sırasında bulduğum bir mezar taşı, beni bu satırları yazmaya teşvik etti.

Raşi Alfabesi ile yazılı sanduka şeklindeki mezar taşı

Yukarıda da belirttiğim üzere okuduğum bazı metinlerde mezar alanının yerinde İstanbul Halk Ekmek fabrikasının varlığından bahsediliyordu. Bu nedenle de mezarlığın Halk Ekmek fabrikasının arkasına düşen kısmında biraz gezindim. İlk başlarda başıboş gezen bir iki köpeğe rastladım ki mezar alanında bu rastlaşmalar tehlikeli olabilir. Zira kısa sürede bir sürü teşkil edebilen köpekler, başınıza olmadık işler açabilir. Mezar alanında otlayan keçiler görmek de benim için sürpriz oldu. Ama asıl sürpriz biraz daha ilerdeydi. Halk Ekmek fabrikasının tam arkasında denk gelen alanda duran ve üzerinde Raşi alfabesiyle yazılar olan sanduka şeklindeki mezar taşı haliyle beni heyecanlandırdı. Taşın bulunduğu bölgeye dikkatlice baksam da başka bir taş örneği daha bulmam ne yazık ki mümkün olmadı. İhtimal ki bu taş da Haliç’e bakan daha alt kesimde bulunmuş olup buraya getirilerek bırakılmıştır. Dolayısıyla Sertarikzade tekkesindeki taştan sonra bu gömü alanına dair bir diğer mezar taşı daha literatüre girmiş oluyor. Taşın Rabbinik Yahudi cemaatine mi yoksa Karai cemaatine mi ait olduğunu anlamam ise yazık ki mümkün olmadı. Ancak taşın üzerinde Davud yıldızının olmaması akla Karai cemaatine ait olma ihtimalini getiriyor.

Yalnız bu civarda konumuzla ilgili tek enteresan mezar taşı bu değil. Hans-Peter Laqueur’un İstanbul mezar taşlarını incelediği son derece kapsamlı çalışmasında yine bu mezar alanında Fethi Çelebi Caddesi ile Otakçıbaşı Caddesinin kesiştiği yerde Fatma Hanım’a ait mezar taşı da adeta bu civardaki Yahudi-Müslüman kabristanlarının bir sentezi gibidir. Her şeyden önce söz konusu mezar taşı, Müslüman mezarlarında olduğu gibi diklemesine değil pek çok Yahudi mezarında olduğu gibi yatay biçimde konulmuştur ve daha da önemlisi üzerinde Davud yıldızı sembolü bulunmakta. Mezar taşındaki yazıdan burada yatan Fatma hanımın babasının adının Avram olduğunu ve kendisinin mühtedi yani İslam inancını sonradan benimsemiş bir kişi olduğunu öğreniyoruz. 1881’de Odessa’da doğan Fatma Hanım 1930’da İstanbul’da vefat etmiş ve buraya gömülmüş. Daha da ilginci mezar taşında Türkçe dışında Almanca da yazı bulunmakta ve bu yazıda Fatma Hanım’ın adının İbranicesi de verilmekte. Hasılı bu mezar da sırrını koruyan ve ilgi çeken mekanlardan biri.

Eğrikapı mezarlığı hakkında Osmanlı arşivinde yaptığım araştırmada da yazık ki pek bir şey bulamadım. Sadece bir belgede Eğrikapı mevkiindeki Yahudi Mezarlığının suyolu üzerinde olması sebebiyle bazı Yahudi cenaze definlerinin suyolu üzerine defnedildiği, bu işlemden doğacak sıhhî zararın engellenmesi için de defin yapılan bazı cenazelerin çıkarılarak başka bir yere gömülmesi gerektiği belirtilmekte. Burada kast edilen ihtimal ki Eğrikapı maksemine giden suyoludur. Eğrikapı maksemi Kanuni zamanında yapılmış olup, şehrin içme suyunu karşılayan Kırkçeşme tesislerinin bir parçası konumundaydı. Dolayısıyla içme suyunun bulunduğu güzergaha cenaze defni, beraberine salgın hastalıklara da davetiye çıkartmaktaydı.

Öte yandan Edirnekapı üzerine son derece kıymetli bir monografi kaleme alan Orhan Tüker, Yahudi mezarlığının 1497-1839 yılları arasında kullanıldığı bilgisini verir. Ancak arşivdeki belge, daha geç tarihlerde de mezarlığa defin yapıldığını göstermektedir. Şüphesiz belli bir tarihten sonra özellikle Balat Yahudilerinin cenaze defnettiği bu mezarlığa defin yapılmamaya başlanmış ve cenazeler Hasköy’e yönlendirilmiştir. 

Günümüzde bu koca mezarlıktan geriye yazık ki ‘Meşatlık Sokağı’ yazılı bir sokak tabelası kalmıştır. Sokak, Halk Ekmek fabrikasından kuzeye doğru uzanmaktadır. Bazı yerlerde gecekondular bazı yerlerde ise apartmanlar görülmekte. Yine sokak üzerinde yer alan ve 1977’de kurulan Otakçılar Lisesi de maşatlık alanı üzerinde yer alıyor olabilir. Hâsılı Eğrikapı maşatlığı çok daha kapsamlı bir araştırmayı fazlasıyla hak ediyor.

 

KAYNAKÇA

Nuh Arslantaş; Yahudiler ve Türkler, İstanbul 2013

Franz Babinger; Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı (çev: Dost Körpe), İstanbul 2002

Cumhuriyet 27 Eylül 1977, s. 5

İrfan Dağdelen (hazırlayan); Alman Mavileri 1913-1914, I. Dünya Savaşı Öncesi İstanbul Haritaları, İstanbul 2007

Hatice Doğan; Osmanlı Devleti’nde Hahambaşılık Müessesesi, İstanbul 2003

Avram Galanti; Fatih Sultan Mehmed Zamanında İstanbul Yahudileri, İstanbul 1953

Naim Güleryüz; “Moşe Ben Eliya Kapsali”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, cilt: 4, İstanbul 1994, s. 433

Mehmet Mermi Haskan; Eyüp Sultan Tarihi, cilt: 2, Ankara 2008

Ahmet İsvan; Başkent Gölgesinde İstanbul, İstanbul 2010

Reşat Ekrem Koçu; “Edirnekapusu Dışı”, İstanbul Ansiklopedisi, cilt: 10, İstanbul 1968, s. 4927-4928

Hans Peter Laqueur; Hüve’l-Baki İstanbul’da Osmanlı Mezarlıkları ve Mezar Taşları (çev: Selahattin Dilidüzgün), İstanbul 1997

Bünyamin Levi; Bizans’tan Günümüze İstanbul Karaileri, İstanbul 2016

Silvyo Ovadya; “Yahudi Mezarlıkları”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, cilt: 7, İstanbul 1994, s. 400-401

Minna Rozen; İstanbul Yahudi Cemaati’nin Tarihi (1453-1566) (çev.: Serpil Çağlayan), İstanbul 2010

Orhan Türker; Pili Adrianupoleos’tan Edirnekapı’ya Unutulmuş Bir Bizans Semtinin Hikayesi, İstanbul 2013

Bürhaneddin Ülker; “Edirnekapusu Dışı”, İstanbul Ansiklopedisi, cilt: 9, İstanbul 1968, s. 4927-4928