Biri ödüllü iki Fransız filmi

Robin Campillo’nun JÜri Büyük Ödülü’nü aldığı Cannes’dan François Ozon eli boş ayrıldı

Viktor APALAÇİ Sanat
12 Temmuz 2017 Çarşamba

90’lı yıllarda AIDS konusunu duyarlı hale getirmeye çalışan Act Up-Paris aktivist grubunun etkinliklerini anlatan ‘Dakikada 120 Kalp Atışı’ festivalin ikincilik ödülünü aldı. O yıllarda gruba hizmet veren yönetmen Robin Campillo, grubun başkanı Philippe Mangeot ile yazdığı senaryo, Sağlık Bakanlığı bürokratlarının ikiyüzlülüğünü, ilaç şirketlerinin samimiyetsizliğini, ölümü bekleyen AIDS’lilerin çaresizliğini anlatıyor. Filmi boğazımda bir düğüm ile izledim.

François Ozon ‘Çifte Aşık’da psikiyatrı ve onun ikizi ile aşk yaşayan hassas, kırılgan, depresif bir kadının öyküsünü anlatıyor. Sürprizler içeren bu gerilim filmi, pornografiye kaymadan, erotizmin sınırlarını zorlayan iddialı seks sahneleriyle öne çıkıyor.

 

90’lı yılların başında AIDS salgını karşısında gençleri bilgilendirmeyi amaçlayan Act Up-Paris dayanışma ve yardımlaşma grubunun çalışmalarını beyaz perdeye taşıyan ‘Dakikada 120 Kalp Atışı/120 Battements Par Minute’ 70. Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nü kazandı.

Film AIDS salgını yıllarının topluma nasıl yansıdığına ayna tutarken, AIDS konusunu duyarlı hale getirmeye çalışan aktivist grubun etkinlik alanından bahsediyor.

Eşcinseller arasında yayılan AIDS’e toplum o yıllarda ayıp bir hastalık gözüyle bakıyordu. Devlet kademeleri, ilaç şirketleri, işi ağırdan ele alıyor, politikacılar ve Sağlık Bakanlığı görevlileri ölüme yaklaşan AIDS’lilerin son günlerini gözden uzak, hastane odalarında geçirmelerini tercih ediyordu.

Senarist-yönetmen Robin Campillo, 90’lı yıllarda genç bir aktivist ve ateşli bir militan olarak, Act Up- Paris grubunda hizmet verdiği acılı günleri, yaşadığı olaylardan esinlenerek anlatıyor.

Senaryo yazılımında kendisine, örgütün 1997-99 yılları arasında başkanlığını yapan Philippe Mangeot eşlik ediyor.

Basın gösteriminde dakikalarca ayakta alkışlanan film, ödül gecesinde adı okunduğunda, izleyicilerin dokuz ödül arasında en çok alkışladıkları film oldu.

AIDS AYIP BİR HASTALIK MI?

Rahatsızlık yaratan, hard porno sınırlarını aşan, erkekler arasındaki iki eşcinsel seks sekansı dışında, filmi boğazımda bir düğüm ve çaresizlik hissi içinde izledim.

80’li yıllarda sayısız genci pençesine düşüren AIDS’e karşı mücadele etmek için 1989’da kurulan Act Up-Paris, haftada bir yapılan toplantılarında devletin bu hastalığa yaklaşımını, egemen güçlerin konuya yaklaşımını eleştiriyordu.

Cannes’da ödül dağıtımından sonra yaptığı basın toplantısında Robin Campillo, “kollektif çalışmalara önem veren bir insan olarak, burada ve az evvel ödül almak üzere sahneye çıktığımda kendimi yalnız hissettim. Hep ekip havası içinde çalışıp, AIDS’lileri görmezden gelen topluma karşı on yıl savaş verdim. Filmdeki sahnelerin tümünü yaşadım. Ölen bir genci, tabutuna yerleştirmeden önce annesinin yardımıyla giydirdiğim oldu. Kendimi o dönem kaybettiğim arkadaşlarıma ve mücadelemizi borçlu olduğum için bu filmi yaptım” dedi.

İlaç şirketleri sorumlularının samimiyetsizliğini, Sağlık Bakanlığı bürokratlarının ikiyüzlülüğünü, aktivistlerin çabalarını, ölümü bekleyen AIDS hastalarının çaresizlik içinde geçirdikleri son günleri film gerçekçi bir atmosfer eşliğinde anlatıyor.

Gruba yeni katılan Nathan’ı (Arnaud Valois), ölümü bekleyen zeki ve ateşli militan Sean’ı (Nahuel Perez Biscayart) ve sağduyunun temsilcisi moderatör Sophie’yi (Adele Haenel) merkezine alan film, yüksek tempolu ve duygu yüklü anlatımıyla ilgiyle izleniyor.

Sağır-dilsiz ve kör bir kamuoyunu harekete geçirmeye çalışan gençlerin aralarında yaptıkları ateşli toplantıların, ümitsiz AIDS hastalarının yürek parçalayıcı öykülerini sunarken, yönetmen Campillo bu yüksek tansiyonlu sekanslar arasına, birkaç çılgın diskotek sahnesini serpiştirmeyi uygun görmüş.

Arnaud Rebotini’nin derlediği nefis gece kulübü müzikli sahneleri bu hüzünlü filmin ender huzurlu anları.

HÜZÜNLÜ, GERÇEKÇİ, DUYGU YÜKLÜ FİLM

Belgesel tadında ‘Dakikada 120 Kalp Atışı’ Robin Campillo’nun üçüncü uzun metrajlı filmi. 2004’te ‘Geri Döndüler/Les Revenants’ ile kamera arkasına arkasına geçen, ‘Eastern Boys’ (2013) ile yönetmenliği sürdüren Campillo, önceleri senaryo yazarı olarak sesini duyurmuştu.

Laurent Cantet ile ‘L’Emploi du Temps’ (2001) ile başlattığı işbirliğini, Fransa’ya 21 yıl aradan sonra Altın Palmiye Ödülü’nü getiren ‘Sınıf/Entre les Murs’ (2008) ile sürdürdü.

Aynı yönetmenin bu yıl Cannes’da Belirli Bir Bakış bölümünde ses getiren mükemmel ‘L’Atelier’nin senaryosu yine Robin Campillo’nun elinden çıkma.

Campillo, senaryo yazarı ve kurgucu olarak yer aldığı ‘Sınıf’ filminde yönetmen Cantet’nin uyguladığı üç kameralı çekim yönlerini kendi filminde de tekrarlıyor.

‘Dakikada 120 Kalp Atışı’nda diyaloğu sürdüren iki konuşmayı iki kamera takip ederken, üçüncüsü dinleyicilerin tepkilerine odaklanınca kolektif bütünlük sağlanmış oluyor.

Tanınmamış ama müthiş yetenekli gençlerden oluşan bir oyuncu kadrosu kuran Roger Campillo, tek istisnayı Dardenne Kardeşlerin oyuncusu Adéle Haenel’le yapmış.

“Bunu Adéle’in ününden yararlanma adına yapmadım. Kendisini, ağzı iyi laf yapan bir polemik ustası, ateşli savunucu ve militan kişiliği için seçtim” diyen Campillo sinemaya müthiş bir yetenek kazandırmış: Arjantin kökenli Nahuel Perez Biscayart, ölümü bekleyen Sean rolündeki performansı ile En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nün adayları arasındaydı.

EROTİZM YÜKLÜ FANTASTİK FİLM

Birbirlerinden çok farklı konulara değinen, zengin filmografisi bilinen, genç kuşak Fransız sinemasının yetenekli auteur yönetmeni François Ozon’un, geçen yıl siyah-beyaz yaptığı ‘Frantz’ başyapıtı yılın en iyi filmlerinden biriydi.

Cannes Festivallerinde fazla boy gösteren bir yönetmen olmayan Ozon’un son filmi ‘Çifte Aşık/ L’Amant Double’, yarışmada ilgiyle bekleniyordu. Zira seçici kuruldan Festival Direktörü Thierry Frémaux, filmi Hitchcock ile Cronenberg sinemalarını birleştiren bir gerilim olarak tanımlamıştı.

François Ozon’un Joyce Carol Oates’in 1987 tarihli ‘Lives of the Twins’ adlı romanlarından esinlenerek yazdığı senaryo, gerçeklerle kâbusları fantastik bir öyküde harmanlıyor.

78 yaşındaki bu kadın yazar Laurent Cantet’nin ‘Foxfire’ filmine de ilham kaynağı olmuştu.

‘Çifte Aşık’ yaşadığı bunalımlı dönemi atlatamadığı için, mide ağrılarına son verebilecek bir psikiyatr arayışına giren güzel Chloé’nin (Marina Vacth) fırtınalı hayatını anlatıyor.

Tutkular ve beklentiler üzerine olan bu film, sürprizler içeren konusu ve pornografiye kaymadan erotizmin sınırlarını zorlayan iddialı seks sahneleriyle öne çıkıyor.

İzleyicisini insan ruhunun gizemli labirentlerinde gezdirmekten hoşlanan Ozon, psikanalizin kodlarını kullanarak, tansiyonu hiç düşmeyen bir gerilime imzasını atıyor.

Hassas, kırılgan ve depresif bir kadın olan Chloé’nin iç dünyasını merkezine alan film, genç ve yakışıklı bir psikolog olan Paul’un (Jérémie Rénier) devreye girmesiyle hareketleniyor. Chloé âşık olduğu Paul ile aynı evi paylaşmaya başlamasından sonra, kendinden ve geçmişinden pek bahsetmeyen sevgilisinin kendisinden çok şey sakladığını keşfeder.

Paul’un yine psikiyatr olan bir ikiz kardeşinin ortaya çıkması, Chloé’nin her ikisiyle aynı yatağı paylaşması, kızı bitkisel hayat süren acılı bir annenin (Jacqueline Bisset) devreye girmesi ile film bambaşka bir kulvara sapar.

Bir önceki beraberliklerinde ‘Genç ve Güzel/Jeune et Jolie’de keşfettiği Marine Vacth’a seks işçiliği yapan genç üniversite öğrencisi rolünü biçen François Ozon, bu filmde aynı oyuncuyu isterik, sevgilisine ihanet eden, sado mazoşist, tatminsiz bir femme fatale yapıyor.

Mankenlikten sinemaya geçen bu 26 yaşındaki aktris, beşinci filmi olan ‘Çifte Aşık’da güzel fiziği, delici bakışları, inandırıcı performansı ile dikkat çekiyor.

Psikiyatr Paul ile ikiz kardeşini oynayan Jéremie Renier, canlandırdığı gizemli kişiliğin hakkını veren performansıyla, eski tüfeklerden Jacqueline Bisset kısa rolüne rağmen etkileyici yorumuyla oyuncu kadrosunun başarısına ortak oluyorlar.

Çifte Altın Palmiyeli Belçikalı Dardenne Kardeşlerin fetiş aktörü, Cannes’a yönetmenin ‘Çocuk’ (2005), ‘Lorna’nın Sessizliği’ (2008), ve ‘Bisikletli Çocuk’ (2011) filmleriyle gelen Jéremie Renier ile Cannes’a Truffaut’un ‘La Nuit Américaine’inden 44, John Huston’un ‘Volkan’ın Altında’sından 33 yıl aradan sonra gelen Jacqueline Bisset, 70. Festival’e renk katan oyuncular oldular.

Bir jinekoloğun gözlüğünden, kadın kahramanının vajinasına bakan yakın bir planla açılan film, cüretli ve ateşli seks sahneleri ile devam ediyor. 2003’te Cannes’da yarışan ‘Swimming Pool’da Ludivine Sagnier’i filmin yarı süresinde çırılçıplak oynatan François Ozon, o yıl 57 yaşında olan İngiliz diva Charlotte Rampling’i bir yatağa çırılçıplak uzanmış evin bahçıvanını seks yapmak için beklerken görüntülemişti.

Cannes’daki eleştirmenler yılda bir film çekme prensibiyle üretkenliğini sürdüren Ozon’un, son filminde Polanski’den, De Palma’dan hatta Bunuel’den izler buldular.

Cannes Festivali’nde ilk filmi ‘Sitcom’ (1998) ile Yönetmenler Haftası’nda, ‘Swimming Pool’ (2003) ile ana yarışmada, ‘Le Temps Qui Reste’ (2005) ile Belirli Bir Bakış’ta, ‘Jeune et Jolie’ (2013) ile ana yarışmada yer alan François Ozon, geçmişte olduğu gibi, bu yıl da ‘L’Amant Double’ ile ödül listesine giremeyerek Cannes’dan elleri boş ayrılıyor.