“Hayatta ne yaparsanız yapın, eğlenerek yapın”

Farklı gazetelerde yazdığı yazılar ve kitaplarıyla tanıdığımız Nora Romi, kariyerinin aldığı farklı yönü, çocuğuyla tecrübelerini ve hayata bakışını anlattı.

Dora NİYEGO Yaşam
17 Mayıs 2017 Çarşamba

Önce sizi tanıyalım…

1970 İstanbul doğumluyum. Şişli Terakki Lisesini bitirdikten sonra, İstanbul Üniversitesinde İngilizce Bölümüne başladım. Ancak, çalışmaya başlayınca, üniversiteyi bıraktım. 1998 yılında evlendim; 2000 yılında da bir oğlum oldu.

Yazı yazmaya nasıl başladınız?

Okumaya ve yazmaya her zaman merakım vardı. Nitekim üniversitedeyken çok eğlenceli bir tesadüf sonucu, Bir Numara Yayıncılık’ta çalışmaya başladım. İlk girdiğim dergi olan Para, iki ay sonra kapanınca kendimi Penthouse dergisinde buldum. Orada çalışırken, birçok başka dergi için de yazı yazmaya başladım. Derken ekipçe Milliyet Gazetesi’ne transfer olduk. Orada ana gazetede ve ek yayınlarda çalışarak gazetecilik konusunda epey eğitildim. Arada ‘No Name’ başlığı altında köşe yazılarım da çıkmaya başladı.

Oğlum doğunca, yazmaya kısa bir süre ara verdim. Sinan Jak iki yaşına bastığında, Hürriyet Gazetesi ile anlaştım ve her hafta tam sayfa anne-çocuk köşesini hazırlamaya başladım. Bu arada dergiciliğe de geri döndüm ve başta Parents olmak üzere, Perfect Wedding, More, Better Homes and Gardens, gibi dergilerin yayın yönetmenliğini ya da koordinatörlüğünü yaptım.

Sosyal medyaya geçişiniz nasıl oldu?

Sosyal medyanın yükseleceğini ve dergilerin düşüşe geçeceğini, biraz da tecrübeyle fark ederek, üç yıl önce sosyal medyaya girdim. Şu anda sosyal medya bir nevi iletişim ve pazarlama yöntemi. ‘Blogger’ ya da ‘influencer’ dediğimiz kişiler kişisel postlarını paylaşıyor ya da markaların mesajlarını iletiyor. Bir nevi gazete, dergi, outdoor reklam panosu gibi düşünün. Ancak blogger ya da Instagram fenomeni olarak çalışmıyorum; onlarla beraber markalara taleplerine, ihtiyaçlarına, mesajlarına ve bütçelerine göre özel içerikler geliştirerek, projeler geliştiriyorum. Buna ‘influencer marketing’ diyoruz. Diyelim yeni bir ürün çıkıyor ya da herhangi bir ürün hakkında bilgi vermek istiyorsunuz. Bu blogger ve influencerlar arasından size uygun bir ekip kuruyor, projelendiriyor, içeriği geliştiriyorum. Sonra onların sosyal medyalarında paylaştırarak bu mesajın direkt onların takipçisi olan hedef kitle içinde duyurulmasını sağlıyorum.

Şu anda da hem bunu yapıyor hem de Posta gazetesinde Anne-Çocuk Ekini, bazı özel proje eklerini ve sayfalarını hazırlıyorum.

Influencer marketing konusunu biraz açar mısınız?

Klasik medya kolları, televizyon, gazete, outdoor ülkemizde hâlâ etkili. Ama bu klasik medyayı destekleyen ve çok önemli bir erişim sağlayan sosyal medya gerçeği var. İnsanların deneyimlerinin ve önerilerinin güzel resimler, samimi bir üslupla ve güven veren, doğru bilgi içeren sosyal medya paylaşımları ile mesajın verilmesini sağlıyor.

Tabi burada, “Kim bu insanlar?” sorusu devreye giriyor. İşte onları bulmak, gerekirse yönetmek, yöneltmek, bilgilendirmek benim işim. Daha çok anne çocuk konusuna hâkim olmakla birlikte, moda, life style, kozmetik, yemek gibi, yaşama yönelik alanlarda da pek çok sosyal medya fenomeni ile çalışıyorum.

Bunu nasıl yapıyorsunuz?

Marka geliyor; brief dediğimiz marka, mesaj ya da ürünü hakkındaki bilgiyi veriyor. O konsepti çeşitlendirip, renklendiriyorum. Sonra, bana verilen bütçeye göre, uygun ve doğru bir proje geliştirip, o projeye uygun ekip kuruyorum. Beraber çalıştığım yüzlerce bloggerla arkadaş oldum artık. Çoğu ile özel hayatlarımızda bile görüşüyor, yeri geldiğinde dertleşiyoruz. Projelerime çok sahip çıkar, moderatörlük ve ev sahipliği bile yaparım. Çok iyi öğrenirim. Bu sayede, bugün süt ve beyaz et gibi, bol bol şehir efsaneleri olan hassas konularda bile çok bilgi sahibi oldum. Bilgi olmadan bir iş yapılmaz. Hele ki internetten sonra o kadar yanlış bilgi dolaşıyor ki etrafta, bunlara dikkat etmek gerekir.

Gazetecilikte en çok dikkat ettiğiniz nokta nedir?

Gazeteciliğe başladığımda tek dikkat ettiğim nokta, bir paragraf yazı bile yazsam içinde bilgi olması gerektiğiydi. Ya bilgi, ya güzel bir alıntı, her ne ise... Havada kalan yazı ve içerikleri hiç sevmedim. Hâlâ da, hem yazılı basında yaptığım işlerde, hem sosyal medya projelerinde, moderatörlüklerde ya da yaptığım konuşmalarda, bunlara çok dikkat ederim.

Biraz da ailenizden ve yakın çevrenizden bahsetmenizi istesem…

Hayatım çok küçük. Yakın ailem daha da küçük. Sadece babam ve oğlum var burada. Bir de İtalya’da yaşayan kardeşimle eşi. Çok arkadaşım var ama artık görüştüğüm az sayıda insan var. Eşimle on üç yıl evli kaldım. Kocam Müslümandı ama Şabat yemeklerini kaçırmamaya gayret eden, bayram sofralarımızı kuran o olurdu. Oğlumun nüfusuna Musevi yazdırmıştı. Balıkesir şaşırmıştı tabi, orada Musevi’nin ne işi var diye. Hata var diye geri gelen evrakı “Hayır hata yok” diye göndertip, oğlumu Musevi diye kaydettirmişti.

Gençlere, hayat mücadelesinde neler tavsiye edersiniz?

Ne yaparlarsa yapsınlar eğlenerek, kendilerini mutlu edebilecek detayları yakalayarak yapmalarını öncelikle öneriyorum. Kendileriyle barışık olmaları lazım, herkesin bunu becerme yöntemi farklıdır. Duvar terapisi dediğim, kendi kendine konuşma yöntemi benim için en basit başlangıç yöntemidir. Ayna karşısında da olur. Çünkü kendini tanıdığında ve sevdiğinde, kendinle barışırsın zaten. Gerisi de gelir.

Biraz da kendinizden bahseder misiniz?

Doğrusunu isterseniz Hollywood filmi gibi başlayıp biraz Türk filmine dönen bir hayatım oldu. Son yıllarda birden her şey çok ters gitti. Maddi-manevi kayıplar, ölümler, üzüntüler yaşadım. Ama bunlar beni başka bir yola çekti ve bir şekilde her şeyi halletmem gerektiğine inandım. Öyle manevi konulara çok inanmam. Son derece gerçekçi bir insanımdır. O yüzden çalışarak ve çaba sarf ederek, pes etmeyerek yol alınacağına inanırım. Ferrari’sini satan adamların kitaplarını okumam. Ama sanırım kendimi de iyi tanıdım. Yine de hayata karşı biraz kızgınlığım ve kırgınlığım olduğunu da hissediyorum. Buna rağmen, “Nora boş ver, sen yoluna bak” diyebiliyorum. Tabi ki en büyük gücüm oğlum. Bütün yaşadığımız sıkıntıları, o da bizimle yaşadı ve bunlar onu inanılmaz olgunlaştırdı. Şimdi oğlum 16 yaşında ama bana akıl verebiliyor. Bana rağmen müthiş bir yetişkin olmuş durumda!

Başka ilgi alanlarınız var mı?

Son sekiz yıldır hayatıma sporu soktum. Hatta o kadar abartarak sokmuşum ki, iki bel fıtığı patlattım. Şimdi de yüzüyorum artık. Bunun yanı sıra, film ve bazı yabancı dizileri izlemek benim ilacım. Boş zamanlarımda da bilgisayar başında işimle ilgili araştırma yaparım. Yeni şeyler bulmaya çalışırım. Ev işi ve yemek yapmaktan nefret ederim. Bunları yapmamak için elimden geleni yaparım.

Kitaplarınız?

Üç kitabım var: ‘Sanırım Uzun Uzun Konuşmamız Gereken Bazı Şeyler Varmış Kürşat’çığım’,  ‘9 Ay 3 Yıl’ ve ‘Annemden Bana’.

Kitaplarımın ilki, Hürriyet’teki ve dergilerimdeki yazıların derlemesiydi. Hayat şekli ve yaşam üzerine, eğlenceli yazılardı. İkincisi hamilelik ve oğlum Sinan’ın ilk üç yılını anlatan bir kitaptı. Üçüncü kitabı bir arkadaşımla beraber yaptık. Aslında kitap değil, defter gibiydi. Belli konu başlıklarında, çocukların annelerine sorabilecekleri soruları toparladık. Soruların altına, annelerin cevaplarını yazabilecekleri şekilde yayınladık. Örneğin, “Babamla nasıl tanıştın?” gibi sorular. ‘Aileler nasıl tanıştı’dan tutun da, ‘bebekken en çok neye ağlardım’a kadar çeşitli sorular... Annenin, cevapları doldurup saklayarak, yıllar sonra çocuğuna verebileceği şekilde hazırladık kitabı.

Hayatta bir düsturunuz var mı?

Hayatta ne yaparsanız yapın, eğlenerek yapın derim. Ya da, o işi sizin için eğlenceli hale getirecek bir bakış açısı yakalayın. Meslek hayatımdan özel hayatıma kadar inandığım ilk şey bu oldu. Çocuğumu da böyle büyüttüm.  Çocuk büyütmek, tanıdığım Nora karakterine uygun bir şey değildi sanırdım. Gerçekten de bebek bakımı benim için son derece sıkıcıydı. Onun büyümesini gün gün bekliyordum. Bazen arkadaşlarım içeride eğlenirken, ben Sinan’ın odasında onun uyumasını beklerken, sinir krizi geçirirdim. Normalde Sinan uyuyan bir çocuktu, ama benim aklımın içeride olduğunu fark ettiğinden tabi ki uyumazdı. Sonra, bir gün dedim ki kendi kendime, “Kızım bugün bir daha olmayacak, bu çocuk da burada böyle olmayacak. Boş ver içeriyi, şimdi bunun keyfini çıkar.” O günden itibaren de, ne iş yaparsam yapayım, hep böyle düşündüm.