Nezaketi yaşamını bağışladı

Sara YANAROCAK Kavram
29 Mart 2017 Çarşamba

Sara, Almanya’da eşi ve iki küçük çocuğu ile birlikte yaşayan genç bir Yahudi kadındı. 1930 yıllarının sonlarındaydılar. Yahudilerin yaşamı orada git gide daha da zorlaşırken, Sara’nın kafasındaki tek düşünce ailesiyle birlikte Nazi tehlikesinden kurtulmaktı. Bunu nasıl yapacağını bilmiyordu.

Bir gün yolda giderken, gözü duvardaki bir ilana ilişti. Ama şimdi bir umut ışığı parlamıştı. İlanda, ertesi gün, Berlin’de isteyenlere vize dağıtılacağı yazıyordu. Eşi işi yüzünden gidemezdi, fakat kendisi çocuklarını komşusuna emanet edip, trenle Berlin’e gitmeye karar verdi. Ertesi sabah, müthiş bir sıcak altında, saatlerce sürecek olan bir yolculuk için, erkenden trene bindi.

Berlin’e vardığı zaman, ilandaki adrese gidebilmek için bir taksiye atladı. Oraya varınca, merdivenleri çıktı ve minicik bir ofise girdi. İçerisi, kendisi gibi vize almak umuduyla orada bekleşen düzinelerce insanla karşılaştı.

Alman bir memur, masasında oturmuş, etrafını ilgisizce süzüyordu.

Saatler geçiyordu. İnsanlar sıcak havada buram buram terliyor, umutsuzca acı çekiyorlardı.  Sara alabileceği vize kâğıtları için umutla bekliyordu. Çünkü bu sabrın sonu selametti. Ailesi ve kendisi canlarını kurtaracaklardı.

Aksi halde ne yapacaklarını kendi de bilmiyordu. Alman memur, aniden tiz ve ruhsuz bir sesle: “Bugün vize verilmiyor, yarın tekrar gelin…” dedi.

Oradaki herkes o sırada, yarın tekrar aynı çileyi çekeceklerini düşünüyorlardı. Ama başka çareleri olmadığından, ertesi sabah mecburen yine oraya döneceklerdi.

Bu beklenmedik bildiri Sara’ya yeni bir yük bindirmişti. O akşam için kalacak bir yer bulmak… Fakat çaresiz olduğundan sonuna kadar direnecekti. Bir otele giderek bir geceliğine oda tuttu.

Güneş doğarken, içinde ikircikli duygularla aynı binanın yolunu tuttu. Umut ve korku yüreğinde çarpışıyordu. Sara bir kez daha kalabalık ve boğucu ofise girdi. Umudunu yitirmemeye çalışarak bekliyordu. Onun dört vizeye ihtiyacı vardı. Acaba hepsini alabilecek miydi?

İnsanlar yine sessizce ve sabırla acı çektiler. Sevimsiz memur, yine herkese ilgisiz bir biçimde oturuyor, önündeki işlere gömülmüş gibi çalışıyordu. Etrafındaki insanları görmezden geliyordu. Akşama doğru memur yine sessizliğini bozdu. Onlara duygusuzca bakarak: “Vize yok. Herkes evine dönsün…” dedi. Bu sözler etrafında silah etkisi yaptı. Herkes bir ağızdan bağırmaya, yakınmaya ve şikâyet etmeye başladı. Sabahtan beri içlerinde sakladıkları duygular adeta infilak etmişti.

Sara dünyanın bütün yükünün, omuzlarına çöktüğünü hissetti. Ailesinin ve kendisinin kaderi böyle ufak dengeler üzerinde duruyordu. Hayatları başkasının keyfine göre şekilleniyordu. Hava çok sıcaktı ve o çok yorgun ve bezgindi. Bunca çaba boşa gitmişti. Uzun bir bekleyişin ardından evine elleri boş dönüyordu. O da diğerleriyle birlikte bağırıp çağırırsa, hiç kimse onu ayıplamazdı. Ama o bunun tam tersini yaptı. Kalabalığın arasından yavaşça yürüyerek geçti, doğruca memurun oturduğu masanın önüne geldi. Adamın üzerine doğru eğilerek: “Bizlere ayırdığınız değerli vaktiniz için size teşekkür etmek istiyorum. İyi günler dilerim” dedi.

Sonra yavaşça döndü ve kapıdan dışarı çıktı. Koridoru zorlukla geçti. Bitkindi. Merdivenlere yöneldiği anda arkasından koşarak ona doğru gelen topuk seslerini duydu. Arkasına dönüp baktığında elinde vize kâğıtları olan memuru gördü.

“Elimde bulunan bu vizeleri size vereceğim” dedi. İşte bu cümle Sara ile ailesini Avrupa’dan dışarıya çıkartacak olan sihirli sözlerdi.

Pirke Avot adlı kitapta “Bütün insanları neşe ve nezaketle karşılayın” diye bir öğüt vardır. Bunu söylemek kolay ama uygulamak çok zordur. İnsan genellikle böyle olaylar karşısında şikâyet edip, o anda yakınır. Kendi derdine odaklanır, o anda nezaketi unutur. Tüm kuralları unutup, anlayışlı davranamaz.

Oradaki memur kuşkusuz ki insanları ne iyi karşılamış, ne de dostça davranmıştı. Ama ne yapabilirdi? Kimseye fark ettirmeden onlara vize kâğıtlarını verebilir miydi? Yukarıdan aldığı emir kesin ve acımasızdı. O kendisine emredileni yapıyordu.

Gerçi Sara ona neşeli bir biçimde yaklaşmamıştı, çünkü kendini çok kötü hissediyordu. Ama nedir ki yetiştiriliş şekli nedeni ile yine de nezaketi elden bırakmamıştı. Çünkü aksini beceremezdi.

Sara’nın hayranlık uyandıracak olan nezaketi, onu zaferine ulaştırmıştı.

Not: Bu hikâye Alan Mapill tarafından anlatılmıştır. Alan Mapill, ‘Jewish Press’ gazetesinde köşe yazarıdır. Tiyatro oyunları ve makaleleri kitap olarak basılmıştır.