Kralların oyunu: Tenis

Henüz bir halk sporu olmasa da çok sayıda tenis izleyen, oynayan yaşlı genç bir nüfus var. Benim gibi araştırıp öğrenmeden duramayan meraklı kafaların da olabileceği düşüncesiyle, bu haftayı tenisin tarihindeki hikâyelere değil de bilgi dağarcığına kırıntılar aktarmaya ayırdım.

Mete YAYLALI Spor
21 Aralık 2016 Çarşamba

Günümüzün klişe sorularından biridir. Halkı aydınlatmaya çok meraklı sunucu, konuğuna sorar: Neden piyano?

Ben olsam cevabını “Baktım evde viyolonsel yoktu bari piyano çalayım dedim” şeklinde verirdim ama nazik sanatçılarımız oturup anlatır.

Tenis oynayanlara da bu soruyu soran var mı bilmiyorum fakat sanmıyorum çünkü ne tenis ne de tenisçi medyatik değil. Eh bizim medya da haliyle futbola yükleniyor. Piyano örneğine bakmayın, piyanistler de medyanın ilgisini çekmiyor aslında çünkü sanat dediğin dandik dizilerin dandik oyuncularından ibaret artık ne yazık ki! Gerçek sanatçıları arayıp soran yok.

Konu çok sosyal içerik kazanırken biz köşemizin bize verdiği göreve dönüp soralım bakalım bu tenis neymiş!

Henüz bir halk sporu olmasa da çok sayıda tenis izleyen, oynayan yaşlı genç bir nüfus var.

Okumaya ve araştırmaya meraklı bir toplum olmadığımız için de çıkıp oynuyoruz ve asla polemiğe girmiyoruz!

Benim gibi araştırıp öğrenmeden duramayan meraklı kafaların da olabileceği düşüncesiyle, bu haftayı tenisin tarihindeki hikâyelere değil de bilgi dağarcığına kırıntılar aktarmaya ayırdım.

KRALLARI ÖLDÜREN SPOR

Tenis sporunun pek bilinen kayıtlı bir tarihi yok maalesef. Antik Yunan’a kadar dayandırılsa da 12. yüzyılda Fransa’da oynanan Jeu De Paume yani Avuç Oyunu sanki başlangıcı işaret ediyor. Top avuç içiyle karşı tarafa atılıyor bu oyunda. Daha sonra eldiven kullanıyorlar ve içine balık ağı gerilen ve sapı olan bir tahta çerçeveye geçildiği biliniyor.

Buna ‘raket’ deniyor fakat bu kelime ne demek? Etimolojisi pek belli değil ama Arapça avuç içi anlamına gelen ‘rahat’ kelimesi en güçlü aday.

Topla oynanan bir spor ve raket kullanımı da başladığına göre ‘tenis’ sözcüğünün de bir kaynağı olmalı tabii.

İşte bunu kesin biliyoruz.

Oyuna başlayan sporcu rakibine bir uyarı seslenmesi yapıyor: Tenez!

Fransızca bilenler bunun ‘tut, yakala’ gibi anlamı olduğunu biliyor, ben Fransızcaya Fransız olduğum için sorup öğrendim.

Bu Fransız ‘tenez’ Britanya’ya geçince olmuş ‘tenis’.

Biz yine bir süre Fransa’da kalalım.

Özellikle keşişler arasında yaygın olan bu spor kraliyet ailesinin dikkatini çekiyor. Oyun biraz değişip bugün nostaljik olarak devam ettirilen ‘Real Tennis’ adıyla yeni kurallarla oynanmaya başlıyor. Tabii topun sekmesi ve sağa sola kaçması, keşişlerin de top peşinde ‘atan alır’ gibi koşması bir sorun olduğu için arazide değil de kapalı alanlarda oynuyorlar. Henüz Roland Garros’un toprak zemini ufukta görünmüyor. Fransa kralı X. Louis tenise çok meraklı, sıkı bir oyuncu. Sene 1316, aylardan haziran, zorlu bir maç yapıyor, sarayındaki kapalı kort sıcak, havalandırma sistemleri henüz düşünülmemiş. Çok terliyor ve serinlemek için bolca soğuk şarap içince hayata veda ediyor. Zatürre olduğu söyleniyor ama komplo teorisyenleri zehirlenme de olabilir diyor. Sebebi her neyse artık, tarihin ‘tenisten ölen ve adı bilinen ilk oyuncusu’ bu Kral X. Louis! Hazır ölümlere gelmişken tek vaka bu Louis değil. Tarihin gelecek sayfalarında üç kral daha tenis yüzünden ölecek. Yüz küsur yıl sonra Fransa kralı VIII. Charles tenis maçı seyretmek için salona girerken kafasını kapının pervazına çarpıyor. Maç bitip dönerken komaya giriyor ve bir süre sonra da ölüyor. Beyin kanaması olduğu söyleniyor, sene 1498.

 

 

Elbette buradan yola çıkarak ‘tenis oynamak da seyretmek de tehlikeli olabilir’ sonucuna varmayalım. Terli terli soğuk içeceklerden ve kapı pervazından sakınmak yeterli!

1500’lü yıllar başlarken İngiltere kralı VIII. Henry tenise çok meraklı ve Londra’da Hampton Court Sarayına o günkü adıyla Real Tennis kortu yaptırıyor. 16. yüzyılda artık İngiltere’de tenis vardır. Yine de kıtadan adaya bir sporun geçmesinin yüzlerce yıl sürdüğüne dikkat edelim. Henüz popüler değilmiş demek ki. Tenis terminolojisi bu durumda Fransız etkisinde olmalıdır. Her tenis oyuncusunun ezberlediği kuralların aslında bir sembolizması olduğu sanılıyor. Bunların başında da puan sistemi ve sayılar.

TENİS VE SAYILAR

Bilenler biliyor sözüm bilmeyenlere olsun, teniste puanlar 15-30-40 sırasıyla hesaplanır. Pek az insan da sebebini bilir. Bu konuda da yüzyıllar içinde birçok teori ortaya konmuş. En tutulanı ise zaman ile ilgili olanı. Her puanın saatin çeyrekleri olduğu söyleniyor. Aslında oyun 60’a varınca bitiyor. Peki, neden son puan 45 değil de 40? Burada iki teori var. Fransızcada, tabii İngilizcede de öyle, 15 ve 30 tek kelimelik sözcükler, 45 iki kelime. Sırasıyla Quinze/Fifteen, Trente/Thirteen. Kırk beş Quarante Cinque yerine Quarante kullanılmış, aynı Forty Five yerine Forty gibi. Bir başka teori de yine saatle ilgili. Biliyorsunuz her iki oyuncu da 40 sayısına varınca eşitlik durumunda iki puan daha oynanıyor, buna da genel terminolojide Deuce deniyor. Deuce kelimesi Fransızca Deux Le Jeu yani ‘oyun sonuna iki kaldı’ anlamında. İki sayı farkı yakalayan oyunu bitirir demek. İşte bu detay sayıları da etkilemiş diyorlar. Saatin çeyreklerinde yelkovanın 45 ile 60 arasında hareketinde eşit bölüntü olmuyor. Fakat 40 olursa önce 50 sonra 60 ile oyun bitiyor! Mantıklı bir açıklama aslında. Yeri gelmişken, özellikle ‘deuce’ sözcüğü Fransa’dan İngiltere’ye geçerken alınmış olmalıdır çünkü Roland Garros maçlarını izleyenlerin kulağına çalınmıştır, hakem skor söylerken ‘deuce’ demez fakat EGALITE der. Egalite, yani eşitlik Fransa’nın tarihsel mottosudur aynı zamanda! Roland Garros derken bir küçük detay daha vereyim. Uluslararası maçlarda kural hakemin seslenmeleri hem yerel dilde hem de İngilizce yapmasıdır. Sadece Roland Garros’ta bu seslenmeler Fransızca yapılır ve İngilizce kullanılmaz. Bu sporu biz icat ettik, kuralları biz koyduk, bizim toprakta oynanıyor senin dilin geçmez diyorlar herhalde! Fransızların dil konusunda hassas olduğunu biliyoruz.

Setler altı oyuna varanın kazanacağı bir sistemde kurulmuştur. Bunun da yine zaman ile ilgili olduğu teorisi var. Setlerde her iki oyuncunun altı oyuna vardığı hallerde kullanılan ‘tiebreak’ uygulaması da 1970’li yılların başında tenise girmiştir.

Tenis skorlarında çok dikkat çeken bir seslenme de Love. Sıfır karşılığı kullanılıyor İngilizcede. Hatta oyun bir tarafın hiç sayı almadan bitmesi halinde Love Game olarak nitelendiriliyor. Burada hemen akla aşk bir sıfırdır gibi sonu hüsranla bitmiş bir tecrübenin sonucu çıkmasın tabii! Kaynak yine Fransızcadan İngilizceye geçiş döneminde. Ortaçağ Fransa’sında bu skor sisteminde sıfır için Loef (yumurta) sözcüğü kullanılmış. Sıfırın yumurtaya benzediğinden yola çıkarak. Kıtadan adaya geçerken bu Loef olmuş Love! Fakat Fransızlar romantik insanlar olduğu için skor sisteminde Love değil Zero kullanıyorlar, aşk içi boş bir kavram değildir.

Yine çoğumuz kort ölçülerine dikkat etmeyiz, sadece çıkıp oynarız. Bazen kortta hatalar olur. Mesela ben topu sıkça auta attığımda karşı sahanın hep kısa yapılmış olduğunu düşünürüm. Sıkça fileye takıyorsam da gidip filenin yüksekliğini kontrol ederim! Kort ölçülerinin de bir anlamı var aslında. Kortun boyu 78 feet olarak sabittir. Eni de tekler kortu 27 feet ve çiftler kortu 36 feet. Sayılara dikkat ederseniz üçün katları olduğunu göreceksiniz. Servis çizgisi de fileden 21 feet uzaklıktadır yani 3x7. Fransız ihtilaline kadar,  Avrupa’da İngiliz ölçü birimlerinin kullanıldığını unutmayalım. Net (file) yüksekliği de üç ile orantılıdır. Net direkleri (net post) çiftler maçında yan çizginin 3 feet dışında olmalıdır. Tek maçında da aynı şekilde 3 feet ölçülür. Net yüksekliği kortun tam ortasında 3 feet; net post yüksekliği ise 3 feet 6 inch olmalıdır. Hepsi de üç ve katları. Sebebini üç sayısına yüklenen kutsal anlamlarda bulabiliriz belki. Neden net ortada 6 inch alçaktır sorusunun cevabını da fizikte bulabiliriz. İçinden çelik tel geçen net, ağırlıktan dolayı esneme ve bu yüzden de net tansiyonunun ortadan 3 feet yükseklikte kuşakla sabitlenmesi.

Görüldüğü gibi ‘Kralların Oyunu’ boşuna denmemiş. Krallar oynamış ama kurallarına matematik, fizik yanında biraz mistik değerler katılmış, numerolojiye de başvurulmuş. Beyaz geleneksel rengi olmuş, saflık ve temizlik yanında dürüstlük temsil etmiş. Spor dürüstlüktür denmiş. Kimsenin aklına doping, top yemek, hatta hakem kullanmak bile gelmemiş olmalıdır. Basit bir oyundur ve her şeyde olduğu gibi hayatı da karmaşık hale getiren insanoğlu tenisin de içine hırslar, tutkular ve para sokup oyunu değiştirmiştir. Tenisi bir oyun olarak görenler çok eğlenir.

Henüz denemediyseniz hâlâ ne duruyorsunuz?