Sinema cefalı bir sanattır

Ferhat ATİK Köşe Yazısı
28 Nisan 2021 Çarşamba

Kimi zaman sinema filmi çekmek, filmi tamamlamaktan kolaydı. Buna birçok örneğim var.

Fuat Uzkınay'ın 1914 yılına denk gelen, filmi olan ve bazı araştırmacılara göre çekilemeyenler kategorisinde, bazılarına göre ise çekimi yapılıp, yayınlanmadan arşivlerde kaybolanlar kategorisinde olan ‘Ayestefanos Abidesinin Yıkılışı’ gibi, içinde kuşku da barındıran ya da depo yangınlarında yanan ya da çok tırnak içinde “bazı özel yaşamları konu alması nedeniyle” hakkında davalar açılıp örneğin ‘Kayıp Kız Ayla’ gibi gösterimi tamamen yasaklanan filmler de vardır.

Ancak tüm bunları saymazsak, Türk sinemasında bir takım nedenlerle filmlerin yarım kalması 1916 yılında başlar. Bu çalışma tabi ki, tarihin derinliklerine hapsolmuş ve hiç günışığına çıkamamış bilgi ve belgelerdeki sinema eserlerini kapsamıyor. Kapsayamaz.

Sigmund Weinberg ismini duymuşsunuzdur. Weinberg, 1915’te kurulan Merkez Ordu Sinema Dairesinin başına getirilen ve bir değişle sinemanın Türkiye’ye gelmesini sağlayan kişidir. Romanya asıllı Polonya Yahudi’si Sigmund Weinberg, 1916'da dönemin ünlü tiyatrocularından Benliyan Topluluğu ile anlaşarak ‘Leblebici Horhor’ adlı filmi çekmeye başlar. Bu, aynı ismi taşıyan bir operetin sinemasal uyarlamasıdır. Ancak, bir talihsizlik yaşanır. Başrol oyuncusu çekimler bitmeden ölür. Film yarım kalır.

Bu talihsizlik ‘Leblebici Horhor’un, Türk sinemasının ilk filmi olması yerine ilk yarım kalan filmi oldu. Film ancak, 1923 ve 1934 yıllarında ve iki kez Muhsin Ertuğrul tarafından sinemaya uyarlandı. Dönemin ünlü komedi ustalarından olan İsmet Fahri de ‘Tombul Aşığın Dört Sevgilisi’ ismini taşıyan bir oyununu filme çekmek ister. Filmin çekimine başlanır. İsmet Fahri, filmin hem yönetmeni, hem de başrol oyuncusu olur. Bu filmin çekimlerinde ise anlaşmazlıklar çıkar ve film yarım kalır. Böylece dönemin ilk komedi filmi de yarım kalır.

Benzer tarihi değiştiren sıkıntılar devam eder. Örneğin 1918 yılında çekimine başlanan ve yarım kalan ‘Alemdar Mustafa Paşa’ isimli film tamamlanıp gösterime girseydi, ‘ilk tarihsel filmi’ olacaktı. Ama olmadı.

Aynı dönemde henüz 23 yaşında olan Sedat Simavi, karikatürleriyle tanınan bir gazetecidir. Simavi aynı yıllarda ‘Pençe’ ve ‘Casus’ adlı Türk sinema tarihinin ilk dönem filmlerini yönetmiştir. Kendisi gibi genç bir gazeteci olup foto muhabirliği yapan Burhan Felek'le üçüncü konulu filmi ‘Alemdar Mustafa Paşa’yı (Alemdar Vak'ası Yahut Sultan Selim-i Salis) çekmeye başlarlar. Burhanettin Tepsi'nin başrolünü oynadığı filmin görüntü yönetmeni Burhan Felek olur. ‘Alemdar Mustafa Paşa’ filminin yarım kalma nedeni ise çekim bittikten sonra kopyası basılmadan filmin bilinmeyen nedenlerle kaybolmasıdır.

Bu dönemi inceleyen ve bu dönemde yaşayan tek sinema tarihçisi Rakım Çalapala'ya göre ‘Alemdar Mustafa Paşa’nın negatifleri, I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu yenilgiye uğrayınca yok edilmişti.

Burhan Felek ise ‘Sinema Operatörlüğüm’ adlı yazısında bu konuda şöyle demektedir: "Alemdar Mustafa Paşa filminin montajını yapmaya vaktimiz olmadı. Yani, sahneler çekildi, fakat senaryo icabı birbirine bağlantısı yapılmadan, Türkiye mağlup oldu. Ne Müdafaa-i Milliye Cemiyeti kaldı, ne filmler. Hepsini alıp götürdüler. Ama nereye götürdüler malumatım yok." Sebebi ne olursa olsun sonuçta ‘Alemdar Mustafa Paşa’, Türk sinema tarihine ‘yarım kalan film’ olarak geçti.

Fazlı Necip’i tanırız. Tanımayanlar için kısa bir anlatımla Fazlı Necip, İstanbul basın camiasında önemli bir yeri olan, zamanın önemli edebiyatçılarından ve şairlerindendir. Bir yandan da bir sürü roman çevirmiş, öğrenime yönelik eserler vermiştir. Türk edebiyatında Beşir Fuad ile mektuplaşmaları oldukça ilginç ve önemlidir. Hatta Fazlı Necip bunları Beşir Fuad'ın ölümünden sonra ‘Mektubat’ adı altında yayınlamıştı. Ancak Fazlı Necip, tiyatro ya da sinema tarihinde adı geçen biri değildir. Hâlbuki ‘İstanbul Perisi’, ‘Lale Devri’, ‘İstanbul Esrarı’ ve ‘Binbirdirek Vak'ası Yahut Tayyarzade’ isimli sinema filmlerinde yönetmenlik yapmıştır. Bu filmlerin dördünün de ortak yanı yarım kalmış olmalarıdır.

Bu filmlerden ‘İstanbul Perisi’ hakkında yarım kalıp kalmadığı ile ilgili olarak çelişen iki iddia var. 1922 tarihli ‘İstanbul Perisi’, Rakım Çalapala'ya göre çekilmiş, Nijat Özön'e göre ise yarım kalmıştır.

Fazlı Necip’in ‘İstanbul Perisi’ isimli eseri ile ilgili çelişkili yaklaşım 1958'de çekimine başlanan ‘Bir İnsanlık Meselesi’ adlı film için de aynen geçerlidir.

Filmin yönetmeni, dönemin ünlü seslendirme sanatçısı Vala Önengüt’tü. Bazı söyleşi yazılarında Önengüt ile yapılan konuşmalarda Önengüt’ün, filmi kabullenmeyip kendisinin çekmediğini söylediği vurgulanmış olsa da, filmin oyuncularından Fikret Hakan filmi Önengüt'ün çektiğini söylüyor.

Metin Erksan, Halit Refiğ ve Tarık Dursun'dan sonra, 1960 senesinde, aslında sinema eleştirmeni olarak Rekin Teksoy yönetmenlik yapar. Polisiye bir komedi olan filmin senaryosu roman yazarı Cengiz Tuncer tarafından yazılmıştır. Tuncer, aynı zamanda ‘Çakaralmaz aptal hafiye’yi piyanist İlham Gencer üstlenir. Filmin çekimlerinin büyük bölümü yapılmışken, bir sahne her şeyi alt üst eder. Filmin sevişme sahnesinde İlham Gencer, Aysel Tanju sevişirken, ünlü piyanistin yeni evlendiği eşi sete gelir. Ertesi gün filmin setine gelmeyen İlham Gencer, ortalıktan kaybolur. Aysel Tanju ile sevişmesine bozulan eşi yüzünden Gencer, oynamaktan vazgeçer, film yarım kalır.

Bu tarihi ‘yarım kalma’nın ardından Hayri Gencer, şirket kurar ve ‘Vur Gözünün Üstüne’ ismini taşıyan filmle ilk yönetmenlik serüvenini yaşasa da, sürdüremez. Bölge işletmecileriyle anlaşarak başladığı çekimlerin tamamı yarım kalır. ‘Altın Yumruk’, ‘Viski Kadın ve Pasta’ ile ‘Arkadaşımın Aşkısın’ yarım kalır. Caner ‘yarım kalanlar’ listesinde hatırı sayılır bir isme sahiptir. 1968'de Ajda Pekkan'ın başrolünü oynadığı ‘Zehirli Hayat’ isimli film de Ajda Pekkan'ın, çekimi yarım bırakıp Ankara'ya şarkıcılık yapmaya gitmesi ile yarım kalır.

1965’te çekilen Fahri Sadedil'in ‘Milyon Kurbanları’ ve 1967 çekilen Oksal Pekmezoğlu'nun ‘Nemli Gözler’ filmleri de ‘yarım kalanlar’ listesine girerler.

Türk sinema tarihinde ‘yarım kalma’ listesi aslında acı bir listedir. Ancak ülkemizde bir tek tam metraj film olması inanın bundan daha acıdır. En azından ülkemizdeki tam metraj filmin yarım kalmaması da bir şanstır. Şans diye ifade etmemin nedeni Kuzey Kıbrıs’ın ilk tam metraj filminin, sinemaya yatırımın sıfır olduğu bir coğrafyada çekilmesidir.

Türk sinemasında bunca yarım kalanın yanında, bu listeye girmekten son anda kurtulan ‘Zavallılar’ ile ‘Yol’ filmleridir. Yılmaz Güney'in çekimine başlayıp tutuklanması sonucu yarım kalan ‘Zavallılar’ isimli filmi uzun bir aradan sonra Atıf Yılmaz tarafından tamamlamıştır.

Yine Yılmaz Güney’le anlaşmazlığa düşen Erden Kıral'ın yarım bıraktığı –bazı araştırmacılara göre yarım bıraktırıldığı ‘Yol’ filmi de, daha sonraları Şerif Gören tarafından çekilmiştir.

Aslına bakarsanız, tamamlanma kadar yarım kalma da mümkün sinemada. Ancak mesele emekçinin hakları. Yukarıda saydığım yarım kalan filmlerin ortak yanı, ne yazık ki çalışan emekçilerin de yarı yolda kalmaları.

Sinema her anlamda cefalı bir alan.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün