Kayhan Berkin´in nefes kesici Bergman uyarlaması: ´Evlilikten Sahneler´

Erdoğan MİTRANİ Sanat
27 Ekim 2021 Çarşamba

Tiyatro ve film yönetmeni, kadınları çok seven, onlar tarafından da çok sevilen (sayısız ilişki, beş evlilik, dokuz çocuk), tüm zamanların en yaratıcı sinemacılarından Ingmar Bergman, neredeyse tüm eserlerinde kadın ruhunun en derinlerine inmeyi başarmış, yaşama aynı gün veda etmiş olduğu Michelangelo Antonioni ile birlikte, kadınları en iyi anlayan ve anlatan iki erkek sinemacıdan biri olarak isim yapmıştır.

Bergman, kişisel deneyimlerinden, özellikle yıllarca birlikte yaşadığı, çocuklarından Linn Ullmann’ın annesi Norveç kökenli oyuncu yönetmen Liv Ullmann ile ilişkisinden esinlenen, 1973’te yazıp yönettiği ‘Scener ur ett äktenskap / Bir Evlilikten Sahneler’ adlı televizyon dizisinde, çoğu zaman kadın ve erkek kimliğinde önemli dönüşümlere yol açan, onu biçimlendiren bir çerçeve haline gelen evliliği mercek altına alır.

Bergman, yapımcıların arzusu üzerine, başrollerini birlikte 20 film çektiği Liv Ullmann ile 30 filminde oynamış Erland Josephson’un paylaştığı, yaklaşık 50’şer dakikalık altı bölümden oluşan bu mini diziyi 168 dakikalık bir film olarak da kurgular; 30 yıl sonra da‘Saraband’ filminde iki başkarakterini yeniden karşı karşıya getirir.

Bergman’ın söz konusu dizisinden Kayhan Berkin’in tiyatroya uyarladığı ve yönettiği oyun, Versus Tiyatro ile Zorlu PSM Ortak yapımı olarak 21 Ekim’den beri Zorlu PSM Studio’da sahneleniyor.

Metni çeviren ve Marianne’ı canlandıran Ece Dizdar ile Öner Erkan ve Kayhan Berkin’in 2020’den beri yapmayı hayal ettikleri, henüz nerede ve nasıl sahneleneceğini bile bilmeden provalarına başladıkları, Zorlu PSM’nin ortak yapımcı olarak katılmasıyla rüyadan gerçeğe dönüşen ‘Evlilikten Sahneler, müthiş başarılı, nefes kesici, yılın tiyatro olayı olmaya aday bir çalışma.

Fazla spoiler vermeden konuyu özetlersem, oyun mutlu bir evliliği sürdüren, boşanma konusunda uzmanlaşmış avukat Marianne ile üniversite hocası Johan’ın onuncu evlilik yıldönümlerini yakın arkadaşları Peter ve Karina ile kutladıkları yemekte başlar. Diğer çiftin gece boyunca sürdürdükleri çekişmelerin yarattığı karşıtlık, kendi birlikteliklerinin ne kadar sağlam temeller üzerinde oturduğunun kanıtı gibidir. Ancak Marianne ile Johan’ın mutluluk olarak inanıp kabullendikleri, önemli sorunları hasıraltı ederek, evliliği kavgasız gürültüsüz bir sığınak olarak kullanmakta oluşlarıdır.

İlişkilerinde, Marianne’ın yeniden hamile kalmasını Johan’ın epey şevksiz karşılayarak kürtaj önermesiyle başlayan çatlak, iş yerlerinde karşılaştıkları insanlarla görüştükten sonra kendi evliliklerini sorgulamaya başlamalarıyla genişler ve Johan’ın başka bir kadına âşık olmasıyla tam bir kırılmaya dönüşür…

Bergman, ilişkileri paramparça olmaya başlayan, görünürde mükemmel bir çiftin, sevgi, nefret, arzu, tekeşlilik, özgürlük, iletişimsizlik gibi kavramlarla mücadele edişleri üzerinden, “İki insan bir ömür bir arada yaşayabilir mi? Aile nedir? Şefkat nedir? Aşk nedir ne değildir?” sorularına yanıt arar.

Yapıtlarını isimlendirmekte son derece titiz davranan Bergman’ın henüz yarıya gelmeden ‘Ayrılıktan Sahneler’e dönüşen metnini boşuna ‘Evlilikten Sahneler’ olarak adlandırmaz. Gerçekten de evlilik kâğıt üzerinde tescil edilmiş, iki evrağa atılan imzalarla bozulabilen bir anlaşma değildir. Evlilik, bir çiftin utanma duygularından arınarak benzeri olmayan bir mahremiyeti, sevgiyi, şefkati paylaşması, sözcüklere gerek duymaksızın göz göze gelerek anlaşması, kimi zaman suç ortaklığına dönüşebilen bir dayanışma yaşamasıdır. Evli çift ayrılmış da olsa, en derin sevecenliğin yerini hınzır bir iğneleyicilik de alsa, sevgi ve sevişme sözel ve hatta bedensel şiddete de dönüşse, bu bir kere oluşmuşsa koparılması neredeyse imkânsız bir bağdır.

Tüm uyarlamalarında son derece kapsamlı bir dramaturgi çalışması yapan Kayhan Berkin, özgün metinden yola çıkarak oyunun yaklaşık iki saatlik süreye indirgerken, ustalıklı bir çalışmayla Bergman’ın duygusunu ve özünü birebir yansıtmayı başarmış.

Berkin, diziden tiyatroya geçerken iki radikal karar vermiş. Birincisi, Bergman’ın neredeyse tamamı yakın plan çekimlerden oluşan öyküsünün mekânlarını ve oyuncularının bedenlerini özgürce açığa çıkaran bir sahneleme düşünmüş. Bu dekorlu kostümlü yorum, iki olağanüstü başoyuncusunun da desteğiyle öyküye müthiş bir yaşanmışlık ve gerçeklik katıyor. Dekor ve kostüm tasarımını üstlenen Meltem Çakmak, sadece çok işlevsel bir mekân oluşturmakla yetinmeyerek, karakterlerinin yıllar boyu süren değişimini usta işi bir kostüm tasarımı ile yansıtmayı da başarıyor.

Aşk ilişkileri bittikten sonra da Liv Ullmann’la yakın dostluğunu ve profesyonel ilişkisini sürdürmüş olan Bergman, Bir Evlilikten Sahneler’i, boşandıktan bir süre sonra buluşarak birlikte en güzel zamanlarını geçirdikleri yazlık eve giden Marianne ile Johan’ın, hiç kaybetmemiş oldukları yakınlığı, desteği ve şefkati birbirlerinde yeniden bulmalarıyla bitirir. Berkin’in ikinci önemli kararı, dizinin bu altıncı bölümünü katmadan, oyunu beşinci bölümün son patlamasıyla bitirmek olmuş. Bu seçim, hem teatral açıdan çok parlak bir final oluşturuyor, hem de anlatının belki de en önemli sorunsalı olan, Marianne’ın Johan’a bağımlılığından ve tutkusundan sıyrılmasını iyice açığa çıkarıyor.

Yönetmen olarak Berkin, Pınar Göktaş, Naz Buhşem ve Kayhan Berkin’in canlandırdığı, ilk sahnedeki diğer çift ve ikilinin iş yerlerinde karşılaştıkları iki karakter dışında oyunun tamamını Marianne (Ece Dizdar) ve Johan’ın (Öner Erkan) üzerinden götürüyor.

Ben, Evlilikten Sahnelerdeki kadar, mahremiyetin bu kadar doğallıkla sahnede açığa çıktığı bir yorum hatırlamıyorum. Ece ve Öner, birlikteliğin getirdiği o benzersiz yakınlığı, sadece büyük doğallıkla birlikte giyinip soyunduklarında, aynı yatağa girdiklerinde ya da öpüşüp seviştiklerinde değil, konuşmalarında, tartışmalarında, kavgalarda, baştan çıkarmalarında, hatta ve hatta bedensel şiddete dönüşen patlamalarda da her anını gerçekten yaşarcasına yansıtıyorlar.

Kariyerlerinin başından beri izlediğim, sanatçı olarak çok beğendiğim bu iki usta oyuncu, kendileriyle tanıştığımızda çok sevdiğimiz iki arkadaşımız olmuşlardı. Kişisel sempatimin pozitif ayırımcılığa sebep olması endişesiyle yorumlarına epey katı bir eleştirel gözle bakmış olmama karşın, ikisinin de performansını gönül rahatlığıyla kusursuz bulduğumu belirtmek isterim. Ece’nin olgunlaştıkça daha da güzelleştiğini görmekse ayrı bir keyif.  

Sonuç olarak bir dizi uyarlaması olarak yola çıkan Evlilikten Sahneler, parlak bir tiyatro yapıtına dönüşmüş çok sağlam bir çalışma. Uyarlanması, sahnelenmesi, oyunculuklarıyla bu yılın en çok söz edilen oyunlarından biri olacak.

4 ve 20 Kasım ve sezon boyunca Zorlu PSM Stüdio’da. Kesinlikle kaçırmayın derim.

Kumbaracı50’de Muamma’

Gaye Boralıoğlu’nun ‘Mübarek Kadınlar’ ve ‘Hepsi Hikaye’ kitaplarından alınan 

‘Mi Hatice, Japon İcadı, Muamma ve Mutlu Son’ adlı öykülerden İsmail Sağır’ın uyarlayarak yönettiği ve ışık tasarımını üstlendiği ‘Muamma’ Altıdan Sonra Tiyatro’nun pandemi sırasında hazırladığı, ilk açılmada prömiyer yaparak iki kez sahnelendikten sonra yeniden kapanma sebebiyle ancak bu sezon seyirci karşısına çıkarabilen yeni oyunları.

Sirkeci-Halkalı banliyö hattında rayların üzerinde sallantılı bir yolculuk yapan üç kadın, ‘Mi Hatice’nin hikayesini anlatmaya başlar, giderek Hatice’nin hikayesiyle iç içe geçen üç farklı kadının daha öykülerini aktarırlar. Yıllardır aynı evde yaşadığı kocası tarafından görülmeyen, fark edilmek için bir şeyler yapmayı hayal eden kadın, sırtının ortasındaki kaşınan yere ulaşamayan, evinde yaşadığı yalnızlıktan ve maddi olanaksızlıkların yarattığı dünyadan kaçmaya çalışan kadın, kahramanlarına mutlu son yazmaya çalışan, toplumun beklentilerine uygun bir aşk hikayesi yazamadığı için kendini çaresiz hisseden kadın, kısacası içlerinde kalmış umutları, bastırmak zorunda kaldıkları hayal kırıklıklarını bu üç anlatıcı aracılığıyla bize duyurmaya çalışan sıradan kadınlar.

Hikayelerin hepsi Menekşe İstasyonunda son bulur.

İsmail Sağır, stilize tren dekorunda, Ayşegül Uraz, Gülhan Kadim ve Sinem Öcalır’ı, boyunlarında pastav/eşarpları ile üç kadın meddah olarak iskemlelerine oturttuktan sonra, anlatısını üç yaylı sazdan oluşan bir oda müziği eseri gibi yönetir. Aynen müzikal cümlenin bir çalgıdan ötekine atlaması gibi, öyküler, sözcükler, tümceler bir anlatıcıdan ötekine uçarcasına kayar, üç farklı ağızdan çıkan anlatı benzersiz bir bütünlüğe dönüşür.

Işık tasarımının da dramaturgisini yapan İsmail Sağır, “es”leri, bir anlatıcıdan ötekine geçişleri, hatta anlatıcıların ruh halini ışık kullanımıyla yansıtır.   

Üç başarılı oyuncunun müthiş keyifli performanslarıyla daha da zenginleşen başarılı bir anlatı. Kaçırmayın derim. 5, 6 ve 27 Kasım kumbaracı50’de, 16 Kasım Baba Sahne’de.

Hepinize sağlıklı seyirler dilerim.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün