Zeki bir medya eleştirisi

74. Cannes Festivaline ´France´ ile katılan Bruno Dumont medya üzerinde isabetli tespitlerde bulunuyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
4 Ağustos 2021 Çarşamba

Bir kadının, bir TV programcısının portresini çizen film bizleri aynı zamanda medya dünyasının mutfağına götürüyor. Bu eleştirel filmiyle Dumont basının toplumsal hayatımızdaki yerini araştırırken TV gazeteciliğinin ipliğini pazara çıkarıyor. Siyasi hiciv ile melodram arasında gidip gelen filmde ironi ve alayın dozu çok iyi ayarlanmış. Léa Seydoux tek kelimeyle muhteşem.

Bu yıl Cannes Film Festivaline rekor sayıda (7) filmle katılan Fransız sinemasının bir temsilcisi de France’ ile Bruno Dumont’du. Bir kadının, bir TV programcısının portresini çizen ‘France’, aynı zamanda medya dünyasının işleyişinin de portresini çıkarmaya soyunan bir film.

Medya dünyasını mercek altına alan eleştirel filmiyle B. Dumont basının toplumsal hayatımızdaki yerini araştırırken TV gazeteciliğinin ipliğini pazara çıkarıyor. Siyasi hiciv ile melodram arasında gidip gelen ‘France’ta ironi ve alayın dozu çok iyi ayarlamış. Filmi şok bir final ile noktalayan B. Dumont, Guy de Maupassant’ın ‘Une Vie’ romanında söylediği “Hayat her şeye rağmen yaşanmaya değer” deyimini akla getiriyor.

Bruno Dumont Cannes Film Festivali müdavimleri arasında, zira evvelce altı filmiyle yarışmalara katıldı. Kariyerinin ilk filmi ‘İsa’nın Hayatı / La Vie De Jésus’ ile 1997’nin Altın Kamera Ödülünü kazanıp iki yıl sonra İnsanlık / L’Humanité’ (1999) ile Jüri Büyük Ödülünün sahibi oldu. Aynı ödülü 2006’da Flandres’ ile ikinci kez kazandı. Bruno Dumont’un elinden çıkma Müzik Partisyonu Ödülüyle ‘Ma Loute’ 2016’da Cannes’dan eli boş dönmedi. Joan of Arc’ın 2019’da Belirli Bir Bakış bölümünde bir Özel Mansiyon’u var.

Yetenekli, karizmatik, kadın gazeteci

74. festivale ‘France’ ile katılan Dumont’un kahramanı ülkenin en ünlü gazetecisi, acar TV programcısı France de Meurs (Léa Seydoux). Tabanca gibi bir sahneyle açılan filmde France’ı sağ kolu, her derdine çare bulan sadık sekreteri Lou (Blanche Gardin) ile Elysée Sarayına Başkan Emmanuel Macron’un basın konferansına giderken görürüz. Macron, hıncahınç dolu salona girdiğinde herkes ayağa kalkarken, en ön sırada oturan France patavatsızca yanındakiyle sohbetini sürdürür. Macron, kibarca ismiyle hitap ettiği France’ı uyarınca, güven patlaması yaşayan gazeteci kadın kendini temize çıkaran bir cevap verir.

Film, TV programlarıyla başarıdan başarıya koşan France’ın, popüler bir gazeteci olmanın yolunun bir tiyatro veya sinema oyuncusu gibi rol yapmaktan geçtiğini ispat eden sahnelerle devam eder. TV söyleşilerinde, savaş muhabiri olarak katıldığı savaş bölgelerinde, France aynı zamanda bir yönetmen gibi mizansenler uygulayarak teknik ekibine komutlar veriyor, beğenmediği çekimleri olay yerinde tekrarlatıyordur.

Kariyerinin zirvesine ulaşan, her gün yeni bir başarıya imza atan France’ı evinde gördüğümüzde ise, yazar kocası Fred (Benjamin Biolay) ve on yaşındaki oğlu ile mutlu bir aile yaşantısı olmadığına kanaat getiririz. Yakışıklı kocası, kendisinden daha ünlü bir insanla hayatını sürdürmenin ezikliğini yaşıyordur. France yaptığı bir harcamaya eleştiri getiren kocasına “Senden beş kat daha çok kazanıyorum, harcamalarıma karışma” diye ayar çeker.

Başarıdan başarıya koşsa da, etrafı hayranlarıyla dolu olsa da, France aslında yalnızlık çeken mutsuz bir kadındır. Hep bir yerlere yetişmenin telaşıyla arabasını dalgınlıkla kullanırken önündeki motosikletliye çarparak devirir. Hastaneye yatırdığı motosikletlinin, aslında boş gezenin boş kalfası, ünlü gazeteciden para koparma peşindeki bir fırsatçı olduğunu görürüz. Gencin kendisi gibi işsiz anne-babası, durumu istismar edip, kazayı fırsat bilerek France’tan yüklü bir çek almayı başarırlar.

France, hem kişisel hem profesyonel olarak, düşüşüne yol açan bir olaylar sarmalı içine girer. Bu durumu ardında bırakmak isteyen France, çok çalışarak hatalarından arınır ve eski yaşamına geri döner. Ancak bu sefer farklı sorunlara yüzleşmek durumunda kalır.

Motosikletli tarafından aldatıldığını bile bile France, usta bir oyuncu gibi istismar edildiğini gizler, kızgınlığını dile getirmez ve medyanın bu olayı abartmasının önüne geçer. Kimyası bozulan genç kadın sivri dilli bir politikacıyla yaptığı TV röportajında hakarete uğrayınca kontrolden çıkar. Radikal bir karar alıp canlı yayında gözyaşları içinde mesleğini bıraktığını açıklar.

 

Bir ünlünün yalnızlığı ve çıkışsızlığı 

İşten çekilince, huzur bulmak, başını dinlemek, hayata yeni bir başlangıç yapmak için İsviçre Alplerinde lüks bir kliniğinde istirahate çekilir. Başarısının, şöhretinin bedelini pahalı ödeyen France yeni bir başlangıç yapmaya kararlıdır. Ama bu kolay değildir. Kliniğe depresif bir hasta kimliğiyle yatan, skandal peşinde koşan bir gazeteci France’ın gönlünü çelmeyi başarır. Birlikte tutkulu ve çılgın bir aşk yaşarlar.

Makyavelist bir gazeteci için her yol mubahtır. France ile yaşadıklarını anlattığı bir yazı ile genç kadına ihanet eder. France kendisine şöhreti getiren mesleğinin bir mensubunun ihanetini affetmez. Kendisini delice sevdiğini söyleyen genci terk eder. Bu olay France’a mesleğine dönme kararını aldırır. Mesleğinin tüm hilelerini kullanarak, figüran göçmenlerle Akdeniz’de kurtarılmayı bekleyen köhne bir teknede hileli bir reality-show TV programı yapar. Ancak bir canlı yayın programı esnasında verilen arada, bir teknisyenin ihmali ile açık unutulan bir mikrofon, France’ın gerçek yüzünü ortaya çıkartır.

France “Mesleğim beni öldürüyor, ancak bana acı çektirse de bu benim mesleğim” der. Ünlü bir kadın gazeteci üzerinden medya dünyasının mutfağına giren film, bu dünya insanlarının çalışma şekillerini, başarı ve zaaflarını gözlere seriyor. Bruno Dumont senaryosunda medya üzerine zeki tespitler eşliğinde başarılı karakter tahlillerine yer veriyor. Ünlü gazeteci kahramanının kariyerinin zirvesine ulaştığı günleri, yalnızlığını, bazen içine düştüğü çıkışsızlığı, itiraflarını, mutsuzluğunu akıllı tespitlerle dile getiriyor.

Senaryo iyi bir gazeteci olmanın zor şartlarını, savaş muhabiri acar ve korkusuz bir TV programcısı üzerinden işliyor. Mizansenle yaratılan sahte savaş sahneleri, gerilla liderlerini manipüle ederek kaydedilen görüntüler, mülteci botlarına giren kadın gazetecinin sahte gözyaşları gibi sekanslarla, film medya dünyasının sahtekâr yüzünü ekrana getiriyor.

Görüntü yönetmeni David Chambille ustalığını filmin müthiş araba kazası sekansında gösteriyor. Filmin müziklerinde (asıl adı Daniel Bevilacqua olan) söz yazarı, müzik yapımcısı (sahne adıyla) Christophe’un imzası var. 70’li yılların sonlarında ‘Aline’ adlı şarkısıyla uluslararası şöhret yapan müzisyen, geçen yıl 74 yaşında hayata veda etmişti.

L. Seydoux her role eldiven gibi uyuyor   

‘L’Humanité’, ‘Flandre’, ‘La Vie De Jesus’ gibi başyapıtlarında genellikle amatör oyuncularla çalışmayı prensip edinen Bruno Dumont bu alışkanlığını bazı filmlerinde terketti. ‘Camille Claudel’de Juliette Binoche, France’ta Léa Seydoux ile çalıştı. Şaşkınlık yaratan uçuk komedisi ‘Ma Loutte’ta Fabrice Luchini, Valérie Bruni Tedeshi ve yine Juliette Binoche küçük rollerde gözüktüler.

Dumont’un, senaryoyu kendisini düşünerek yazdığı Léa Seydoux filmin bütün yükünü omuzlarında taşıyor. Bu birliktelikten memnun kalmış olacak ki, Dumont çekmekte olduğu yeni filmi ‘Par Ce Demi-Clair Matin’ filminde (Benoit Magimel’in yanında) Léa Seydoux’ya başrolü teslim etmiş. Dumont senaryosunda Seydoux’ya güzel, zeki, yetenekli, sevimli, hazır cevap, karizmatik, polemik ustası France de Meurs karakteri ile müthiş bir portre çizmiş.

Léa Seydoux her role eldiven gibi uymadaki becerisini kullanarak, kusursuz bir kadın gazeteci kompozisyonu çiziyor. France’ın zirvedeki günlerini, yalnızlığını, mutsuzluğunu, depresyon dönemini, yaşadığı travmayı adeta yaşayarak canlandırıyor. Ünlü, güzel, zengin olmanın mutluluk getirmediğini kanıtlarken, Seydoux yüzünü solgun gösteren makyajı ve kıpkırmızı dudaklarıyla ekranda ilk kez çirkin gözükmeyi de kabulleniyor.

Léa Seydoux Cannes Film Festivali tarihinde, 2012’de Michael Haneke’nin ‘Aşk / Amour’unda Emmanuelle Riva - Jean Louis Trintignant’dan sonra, 2013’te ‘Mavi En Güzel Renktir / La Vie D’Adele’de Adele Exarchopoulos ile birlikte, Altın Palmiye Ödülüne dâhil edilen dört oyuncudan biridir. 74. Cannes Festivalinin yapıldığı günlerde Seydoux, COVID’e yakalanıp karantinada olduğu için Cannes’da bulunamadı. Sekreterini inandırıcı bir performans ile canlandıran, stand-up sanatçısı ve deneyimli aktris Blanche Gardin oyuncu kadrosunda öne çıkıyor.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün