Yuvadan uçan kuşlar…

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
22 Eylül 2021 Çarşamba

Tıpkı pazar günleri gibi, eylül ayını da çocukluğumdan beri pek sevmem. Pazar günleriyle yaş kırklara erişince bir nevi barış yaptım. Nişantaşı’ndaki ortaokulumun önünden hâlâ bugün, bu yaşta bir yetişkin ve işkadını olarak arabamla geçtiğimde bile kalbime ufak bir sıkıntı girmesine rağmen, artık pazartesileri okula gitmeyeceğimi algılayıp pazar günlerimin keyfine varmaya başladım. Ancak eylül ayları ile ilgili sıkıntım hâlâ bitmedi; güneşli havaların yerini karanlık ve yağmurlu günlerin aldığı, yazın bittiği, okulların açıldığı, yazlıkların terkedildiği, yaprakların döküldüğü, kuşların bile sürüler halinde bizlere veda ettiği bir mevsim.

***

Çocukluğumda eylül demek, Büyükada’yı terk etmek demekti. Büyükada’yı terk etmek ise her gün serbestçe ve saatlerce bahçede birlikte oynadığım arkadaşları terk etmek, plajı, denizi, bisikletimi, martıları, vapurları, Dondurmacı Yunus’un lale şeklindeki dondurmasını, mısırcıyı, o yaşlarda açık olan ay çekirdeği satın aldığım Hacı Baba’yı, iskeleyi, kulübü, yani günün sonunda bir nevi özgürlüğümü kaybetmek demekti. Eylül ayı bir gün Büyükada’da serbestçe bisikletimle gezerken, ertesi gün siyah önlüğümü ve beyaz yakamı takıp, çoraplarımı dizime kadar çekip 42 kişiyle bir odada eğitim görme mecburiyeti demekti. Her gün sabah erken kalkmaya başlamak, istediğim saatte o odadan hatta o binadan çıkamamak, eve gelir gelmez ödev yapmak zorunda olmak, akşam yemeğinden çok kısa bir süre sonra ertesi sabah erken kalkmak üzere yatmak demekti eylül ayı…

Bir Terazi burcu olduğumdan olsa gerek, 24 saat içindeki bu keskin değişim çocuk yaşta bana biraz fazla gelirdi. O yaşlarda göçmen kuşlara çok özenirdim. Aslında kendilerine daha verimli bir ekolojik ortam bulmak için göç eden kuşların avlanma, beslenme, yumurtlama için elverişli ortam bulma olaylarını düşünmez, sadece dört mevsim daha sıcağa uçma fikirlerine hayranlık duyardım. Ne de olsa küçük bir çocuk için hayat “Okul, yaz, okul, yaz” denklemi kadar basitti. 

***

Kırklı yaşlarda olduğumdan beri ise artık uçan kuşlar gördüğümde aklıma arkadaşlarımın yavaş yavaş reşit olup üniversite için evi terk etmeye başlayan çocukları geliyor. Bir anne ve baba için ne kadar zor olabileceğini tahmin bile edemiyorum. Tek bildiğim şimdiki ebeveynlerin teknoloji bakımından çok şanslı olduğu. Ben ilk cep telefonuma üniversite 3. sınıfta sahip oldum. Cep telefonu dediysem, bir ansiklopedinin yarısı ağırlığında olan, boyut olarak küçük bir çantaya sığamayan, grinin en çirkin tonunda, sohbet etmek bir yana sadece acil durumlar için kullanılabilen, her konuşmanın dünya para olduğu, görüntüsüz, mesajsız, tabiri caizse akılsız bir telefondu. Ailemle ortalama haftada bir kere ev telefonundan konuşabilir, yedi saatlik fark dolayısıyla tutturabilmek için çok uğraşırdık. Bir tık ile ailenizle görüntülü olarak konuşabilmek, anında ulaşabilmek, aslında unuttuğumuz kadar kıymetli…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün