Yüz yüze

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
15 Eylül 2021 Çarşamba

Yüz yüze eğitim-öğretim mi?

Ben ona perşembeden sonra; yan yana, el ele, can cana, demek istiyorum. Öğretmenler olarak yaptığımızın adı “iş” değil zaten ama adı her neyse yüz yüze olmaktan çok daha ilerde bir yerdeymiş, bugün bir daha anladım.

Son üç senedir sadece son sınıflara derse girmemenin keyfini yaşıyorum. Son sınıflara bayılıyorum. Onlar bizim kollarımızda büyümüş, hayata kanat açacak barış güvercinleri gibiler, yerleri apayrı benim için.

Ama dokuzlar, onlar… Edebiyat nedir demeyeli, elektronik posta nasıl yazılır diye öğretmeyeli, şiir bilgisi nedir diye anlatmayalı, uzun zaman olmuştu. İki sene önce çocuk olanlar, uzaktan eğitim sürecinde, oturdukları sandalyede birer genç kız ve delikanlı olmuşlar. Boyları uzamış, sesleri karakter değiştirmiş, akılları olgunlaşmış; kalpleri sevgiden, özlemden kocaman olmuş.

Son sınıflarıma pazartesi, Kipur’dan önce kavuşacağım. İnsan her sene, okulu ilk defa açar gibi ilk gün heyecanı yaşar mı? Her sene; ilk gün neler anlatacağının, neler yapacağının üstünden geçer mi? Oluyor inanın. Tuhaf bir yenilenme, farklı bir başlangıç, her sene başka yüzlere bakacak olmanın ve bildiklerle yol alacağını düşünmenin tadı nasıl başkadır, anlatamam.

Uzun zaman sonra, geçen sene dokuzuncu sınıfların iki tanesi bendeydi. Müthiş bir sabır, olgunluk, anlayış ve kararlılık gösterdiler uzaktan eğitim sürecinde. Belki de benden bile daha iyi göğüslediler ipi… Bu sene bir tane onuncu sınıf almamı rica ettiklerinde düşündüm. İki sınıfı tamamen, diğerini de yaptığımız bölüm çalışmalarından çok iyi tanıyordum. Karışacak, üçe bölüneceklerdi mevcut olarak. Kafamda bir sınıf oluşturmaya çalışsam da yapamıyordum, çünkü hiçbirinden vazgeçemezsiniz, eğer öğretmenseniz. Zaten bu listeler bizim irademiz dışında gerçekleşir. Bir şube belirdi ders programımda. İlk dersim, onlaraydı. Sınıfa girdim. Ayağa kalkan öğrenciler, bir buçuk senden sonra ilk defa sınıftayız ve ilk defa maskeliyiz ama ilk defa birbirimizi bu kadar ama bu kadar çok özlemişiz. Bildiğim ve tanıdığım yüzler, adını soyadını -okutmasam da- ezbere bildiğim çocuklar… Hepsi sınıf olmuş, karşıma oturmuşlardı. İlk ders; ilk bilgiler, tanışma filanla geçti. Zaten tanıyoruz birbirimizi… İkinci ders bir daha aynı sınıfa girdiğimde ve onlar yeniden aynı şekilde yağa kalktıklarında dedim ki: “Çocuklar, öğretmenler öğrencilerine sarılmaz, öpmez. Biliyorsunuz bunu. Ama şu COVID derdi olmasa inanın hepinizi alnından tek tek öpesim var, o kadar iyi geldiniz bana! Meğer ben ne kadar yarı kalmışım siz olmadan! İzin verin sizi yazayım bu haftaki yazıma!”

Bazıları farkındaydı köşemin, bazılar değildi. Olsun… Bu hafta hepsi gazeteye bakar, diye düşünüyorum. Belki internetten, belki gazetenin kokusunu burunlarına farkında olmadan da olsa çekerken…

Ne büyülü bir durum, hiçbiriniz bilemezsiniz! Adını bile bilmediğiniz insanların çocuklarını alıyor, kendi çocuğunuz yapıyorsunuz sanki… En az aileleri kadar kafa yoruyor, dua ediyor, düşünüyorsunuz onlar üzerinde. Asla bana ne, diyemiyor, tam tersi tam da bana ait bir şey, diyerek tutuyorsunuz elinden, mezun olana kadar hatta olduktan sonra bile bırakmıyorsunuz o eli.

İyi geldiler bana…

İlk günün geçen seneki hatırlatmalarının arasında, üstünde çok durduğum bir sözcük vardı -ki bana göre bütün dil ve edebiyat derslerinin temelidir-üslûp… Üslûp, her şey demek… Geçtiğimiz bir gün içinde bunu daha da iyi anladım. Sosyal medya hesaplarımdan birini ele geçirdiler. Daha doğrusu geçirmişler. Yeni evimize taşınma koşturmacası içinde telefonuma bakmadım bile gün boyu. Günün sonda baktım ki yüzlerce mesaj... Herkes bana haber vermeye çalışıyor. Yakınlarım, mezunlarım, arkadaşlarım hatta onların arkadaşları bile! Bu kadar sinir bozucu durumun içinde olsam da bile beni sevenlerin, düşünenlerin sahici gayreti karşısında çok mutlu oldum. En önemlisi de yapılan yorumlardan bazılarının tam da üslûp üstünden olmasıydı. Arkadaşlarımdan biri, gruplarımızdan birinde: “Bana yazılan soru cümlesinin sonunda soru işareti olmadığı için, gönderenin Tülay olmayacağını anladım hemen” yazıyordu. Doğrudur. Nerede yazarsam yazayım, böyle yazarım. Elimde olmadan… Yorumlardan birinde de şu vardı: “Üslubundan, sen olmadığını hemen anladım zaten.”

Kötü bir deneyim yaşarsınız; şahane sonuçlara, doğru duruşlara varırsınız. Her şeyi öğretirsiniz gençlere… İsimleri, fiil çatısını, paragraf yapısını, şairleri, şiirlerini, dönemleri, akımları… Edebiyat öğretmeniyseniz, ilk işiniz üsluba bakmaktır. Buna sahip olmalarını sağlarsanız, her konuda hayata imzasını atan insanların yetişmesinde pay sahibi olursunuz.

Doğru yerindeyim hayatın.

Bildiğim sadece bu…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün