Antisemitizmle mücadeleden cumhurbaşkanlığına

David OJALVO Köşe Yazısı
30 Eylül 2020 Çarşamba

Bu haftaki metni, Reiner Stach’ın ‘Kafka: The Early Years’ adlı kitabından derliyorum.

***

Çek Cumhuriyeti’nin Polná kentinde 4 Nisan 1899 tarihinde 19 yaşındaki terzi Agnes Hrůza’nın öldürüldüğü haberi yayınlanır. İki gün sonra Prager Tablatt gazetesi katilin 22 yaşındaki Leopold Hilsner olduğunu iddia eder. Cinsel bir saldırının izine rastlanmayan bu cinayet neden işlenmişti? Pesah Bayramı öncesinde bir Yahudi tarafından işlenen cinayet iddiası akıllara hamursuz yapmak için Hristiyanların kurban edildiği savını yeniden getirir. Bu sav, yüzyıllar boyunca ‘kan iftirası’ adıyla bilinir. 

Beş bin kişinin yaşadığı Polná kentinde olay ‘kan iftirası’ için delil niteliğinde gibidir. Hilsner’in tutuklamasıyla birlikte bölgedeki tüm Yahudilerin evlerinin camları kırılır. Habsburg Monarşisinde bu cinayet organize antisemit olayların fitilini ateşler. Praglı editör Jaromir Hušek, antisemit Alman parlamenter Ernst Schneider’in dikkatini Hilsner vakasına çeker. Schenider konuyu radikal Deutsches Volksblatt gazetesine taşır. Polná valisi ve kent konseyinden iki kişi, Alman gazetecilerle birlikte hukuki sürece müdahil olur. Cinayeti araştırmak üzere “yasal komite” kurulur. Komite görgü tanıklarına baskı kurarak ritüelle uyumsuz ifadeleri revize etmeye çalışır. Birkaç hafta içinde kentteki atmosfer öylesine zehirlenmiştir ki cinayetin ritüel uğruna işlediğini inkâr etmek imkansızlaşır. Öyle ki savcı bile bu kanıya davada yer verir. Hilsner’in suçlamaları reddetmesi nafiledir. 

Hislner vakası Viyana, Budapeşte ve Prag’daki gazetelerde her gün yer kaplamaktaydı. 12-18 Eylül 1899’da gerçekleşen altı günlük mahkeme süreci için 27 gazeteci ve iki illüstratör akredite olur. Savcı açıkça ‘ritüel cinayeti’ demekten kaçınsa da, jüri üyeleri bu savla ilgili her imayı kabullenmeye hazırdı. Davanın sonucuna Hilsner idama mahkûm edildi. Hilsner davası sınırları aşmıştı; davanın yankıları politik çevrelere ve uluslararası basına yansıyordu. 

Tüm bu kargaşada soğukkanlılığını koruyan bir akademisyen, felsefeci Tomáš Masaryk’tı. Masaryk davanın sonuçlanmasının ardından görüşünü şu cümlelerle dile getirdi: “19. yüzyılın sonunda hiç kimse, Yahudi dininin böyle bir iğrenç olaya bulaşabileceğine inanmamalı. Çek halkı ve Çek ülkesinin Avrupa’nın gözünde böyle bir konuya ev sahipliği yaptığı için üzgünüz.” 

Masaryk verdiği demecin bilincindeydi. Çocukluğunun geçtiği Moravia’da Yahudilere dair anlatılanları dinlemişti ve Yahudilerin parmaklarında kan izleri aramak üzere koşullandırılmıştı. Bu tür iddialar Çeklerin ulusal gururuna nasıl bir katkıda bulunabilirdi? Çek toplumunun düşüncesizliği ve acımasızlığı onu derinden yaralamıştı. Bu doğrultuda Masaryk ‘kan iftirasının’ bir sanrı olduğunu anlatmak için yaklaşık yüz sayfalık bir kitapçık kaleme aldı. Çek aidiyeti ona göre yalanlar ve uydurmalar üzerine kurulamazdı. 

Masaryk’ın tutumu, kendisine karşı bir kızgınlığı da beraberinde getirdi. Yüzlerce öğrenci onu protesto etti ve ülkesine ihanet etmekle suçladı. Profesör unvanının kendisine verilmesi senelerce gecikti. Derslerine başlayabilmesi için uzun dakikalar boyunca hararetin dinmesi bekledi ve korkusuzca görüşlerini açıklamayı sürdürdü. Bu linç kampanyasından tükenmişliğe kapıldı ve kendisine yöneltilen iftiraların seviyesinin düşüklüğünden büyük utanç duydu. İnsani bilimlerimde eğitim gören öğrencilerin Çek hocaların öğretilerinden çok Alman antisemitizminin karanlık hurafelerini kabullenmelerini unutamadı. 

Direniş ve sabırla geçen bu zorlu zaman, Masaryk’ın kişiliğini güçlendirecek ve o, yirmi yıl sonra Çekoslovakya’nın ilk cumhurbaşkanı olacaktı. 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün