Edebiyat deyince cümle eksikler biter

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
30 Eylül 2020 Çarşamba

Divan Edebiyatı güzeldir.

Ama sakin ve yumuşak başlamak lazımdır onu anlatmaya…

Yoksa eski lise anılarının en sevimsiz dersi olur, haksızlık edilir onun yüzünden Edebiyat’a.

En büyük teması aşk olan bu edebiyat dönemi, 11. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar İstanbul’da kocaman bir saltanat yaşamıştır.

Hayali sevgililerle gerçek aşkın rüyalarda harmanlandığı uzun metrajlı bir filmdir adeta…

Bugün de adına sevgili dediğimiz gerçek; kırmızı kalpten yapılmış bir çikolata kutusundan ya da henüz açmış bir gülden çok daha derin, çok daha anlamlı, çok daha değerli izler taşır bizim hayatımızda. Farklı bir maya vardır çünkü hamurumuzda…

Biz aşkı hep uzağımızda tutarız. Aşkımıza hiç kavuşamayız. Yüzyıllar öncesinde bile aşk, bizim için ulaşılmaz, imkânsız, zor ve acı veren bir duygu olmuş, kalmıştır. Biz hep aşk acısı içinde kendinden geçip kemale eren Mecnun’a, Aslı’sına bir türlü kavuşamayan Kerem’e, sulara kapılıp giden Ferhat’a acırız. Kendimizi onların yerine koyar, onlar gibi acı çekmeyi severiz. Aşk eşittir derttir, bizim için. 

Bizim sevgilimiz, bir kutu şekerden ya da mum ışıklı bir yemekten çok daha fazlasını hak eder. Onun için şiirler yazılır, şarkılar bestelenir,  camiler inşa edilir. Sevgilinin aşkı, içimizde bir sır gibi saklandıkça mayalanır, değerlenir. Aşk, bize acı verdikçe artar, asla eksilmez.

“Aşk gelicek cümle eksikler biter”

diye tamamlanan Yunus’a; 

“Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib

Kılma dermen kim helakim zehr-i dermanındadır”

diye çektiği aşk acısına ilaç istemeyerek asıl o ilacın kendisini öldüreceğini söyleyen Fuzuli’ye;

“Hattım hisabın bil dedin gavgalara saldın beni 
Zülfüm hayalin kıl dedin sevdalara saldın beni”

diye aşka düşen Baki’ye;

“Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
Ömrün bütün ikbalini vuslatta duyanlar”

dizeleriyle sevgiliye kavuşmanın hazzını yaşayan Yahya Kemal’e;
“Ne güzel şey hatırlamak seni, 
yazmak sana dair, 
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek” 

diyerek mahpushanede bile aşkıyla yaşayan Nazım’a;

Ağaç isem dalımsın salkım saçak 
Petek isem balımsın ağulum 
Günahımsın, vebalimsin

sözleriyle aşkının vebalini boynuna alan Bedri Rahmi’ye 

“Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
Öyle vahşi bir tat ki dayanılır gibi değil
Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil
Çünkü ayrılanlar hala sevgili”

dizeleriyle sevdaları hiç bitiremeyen Attila İlhan’a alışmış bir milletiz.

Biz aşkı bir hediye paketine, sevgiliyi bir günün içine sığdırmayız. 

Aşk, bizim için çok daha kıymetli, çok daha külfetli, çok daha kuvvetli bir duygudur.

Bizim var olma sebebimiz, hayatımızın asıl temasıdır aşk.

Aşk denen o büyülü kelimenin sırrına çoktan ermiş bir toplum olarak sevgililer gününe sıkışıp kalmayı çok yadırgıyorum. Sevgiliyle yenecek bir yemeğin, ona alınacak küçücük bir armağanın, baş başa geçirilecek güzel bir akşamın yanlış bir tarafı elbette yok; ama

sırf birileri bunu yapıyor diye sazımıza, sözümüze, ruhumuza sinmiş; bizi çoktan biz yapmış aşkı bu kadar dar bir alana sıkıştırmak ne kadar doğru diye düşünmeden de edemiyorum.

Sevgililer günü olarak kabul edilen ve çok hoş bir hikâyesi olan bugün, bana hep kendi edebiyatımızdaki aşk hikâyelerini, onların zenginliğini, paha biçilmezliğini düşündürür.

Bütün bu güzel ve geniş aşk anlayışının temelinde divan edebiyatının izlerini bulmak mümkündür. Her şair, az çok bulaşmıştır onun pırıltılı yanına…

Her şair, az da olsa mucizevdir.

Her insan âşıktır bizde. 

Her sevenin sevdiğine söylediği söz, şiirdir. 

Her sevgi; eşsiz, benzersiz ve tekrarsızdır.

Sevgili, bir güne değil bir ömre sığmayan bir hazinedir.

Ve mahvoluşumuz, aşk derdimize ilaç bulunduğu gün başlar.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün