Özür dilerim, umutluyum

Hırsızlar Mağarası ve Survivor yarışması...

Köşe Yazısı
2 Eylül 2020 Çarşamba

Mart ayının ortasından itibaren karımla birlikte eve kapandık. Sosyal yaşantımız durdu. Çocuklarımızla, torunlarımızla ilişkilerimiz sanal ortama taşındı. O kadar ki yeni yeni bilinçlenmeye başlayan iki yaşındaki torunum Alp, korkarım bizi ‘sanal karakterler’ zannediyor! Televizyon ise akşamları evdeki tek müşterek eğlence kaynağımız. Dizilere ve spor müsabakalarına ara verildiğinden, haziran sonuna kadar Acun Ilıcalı’nın ‘Survivor’ programına takıldık. Dominik Cumhuriyetinin doğal parklarından birinde, yirmi kadar genç insan, hemen her gece evimize konuk oldular. Bu programda televizyon dizilerini aratmayacak her şey mevcuttu: Kıskançlık, iftira, dedikodu, ihtiras, hırs, kavga, gözyaşı, panik, korku, komedi, entrika ve tabii aşk! Tüm bunlara ek olarak, hasretini çektiğim futbol, basketbol, voleybol, tenis, atletizm, yüzme gibi spor müsabakaları programın içine ustalıkla entegre edilmişti. Evet, oyunlar dejenereydi, ama olsun, heyecan vardı ki bu da hiç yoktan iyiydi!

Survivor 2020 yarışma programının dikkate değer bulduğum özelliklerinden biri de iki ayrı takımda yer alan yarışmacıların birbirlerine karşı tutumlarıydı. Bir yandan takım içi çekişmeler, diğer yandan rakip takımla düşmanlığa kadar vardırılan kötü ilişkiler... En ilginci de yarışmacılar elendikçe takımlar arasındaki dengeyi korumak amacıyla takım değiştirmek zorunda bırakılan yarışmacıların davranışları... Nasıl olur da insan haftalardır birlikte yarışıp aynı güçlüklere göğüs gerdiği, aynı tabağı paylaştığı eski takım arkadaşının bir anda can düşmanına dönüşür?  

Survivor sosyologlar tarafından mercek altına alınması gereken bir program diye düşünüyordum ki, temmuz ayında Cumhuriyet Gazetesinde kısa bir yazı dizisi yayınlandı. Siyaset bilimci Cavlı Çulfaz’ın kaleme aldığı ‘Muzaffer Şerif Başoğlu 114 Yaşında’ başlıklı yazı dizisinde sorularımın çoğuna yanıt buldum diyebilirim.

Deneysel psikoloji metotlarını uygulamadaki başarısıyla tanınan Muzaffer Şerif Başoğlu (1906-1988) ya da ABD’de bilinen adıyla Muzafer Sherif, 1954 yılında yüzyılın sosyal psikoloji alanındaki en önemli deneylerinden birini gerçekleştirmiş. Hırsızlar Mağarası (Robbers Cave) adı verilen bu deney, meğer televizyonlarda yayımlanan Survivor yarışmasının da esin kaynağı sayılıyormuş.

Nazi döneminin faşizm karşıtlarından Muzaffer Şerif Başoğlu’nun ilginç yaşam öyküsünü ve Robbers Cave deneyini bu köşede uzun uzadıya anlatabilmem için darbe yapıp sayfanın dört köşesini birden ele geçirmem gerekir ki böyle bir şey aklıma nereden gelir bilmem... Her neyse, dileyenler birkaç tıklamayla bu bilgilere internet ortamında kolaylıkla erişebilirler. Ben sadece 66 yıl önce gerçekleşen bu deneyi özetlemekle yetineyim.

Denekler iki ayrı gruba ayrılan 11-12 yaşlarındaki 24 erkek izciden oluşmuş. Çocuklar, üç hafta boyunca Güneydoğu Oklahoma’nın San Bois Dağı eteklerindeki bir doğal parkta kurulan iki ayrı kampta kalmış ve birbirleriyle yarıştırılmışlar. Her iki grup, yarışmalardan önce bayrak ve arma gibi sembollerle kendi ‘kimliklerini’ yaratıp birer hiyerarşi oluşturmuş. Yarışmalar sırasında çocukların hepsi olağanüstü performans göstermiş. Önceleri rakip iki takım gibi hareket etmişler, fakat çok geçmeden rekabet düşmanlığa dönüşmüş, geceleri birbirlerinin barakalarını basıp, bayrakları flamaları yakıp çevreye zarar vermişler.

Hırsızlar Mağarası deneyi, ayrımcılık ve ötekileştirmenin toplumlarda nasıl kolayca tetiklenebileceğini, farklı gruplar arasında düşmanlığın nasıl büyük bir hızla büyütülüp savaşa dönüştürülebileceğini ortaya koyduğu için bilim tarihinde çok önemli kabul ediliyormuş. Fakat çözümü de kendi içinde taşıyan bir deney olmuş bu. Zira üçüncü aşamada, yapay bir tehlike her iki kampı birden tehdit edince, işbirliği zorunlu olmuş, ayrımcılık ve düşmanlık mucizevi bir şekilde ortadan kalkmış.

Cavlı Çulfaz, Nobel Ödüllü yazar William Golding’in ünlü ‘Sineklerin Tanrısı’ adlı romanına da atıfta bulunuyor. Bu romanın Muzaffer Şerif’in deneyinden esinlenilmiş olabileceğini söylüyor. Golding’e göre nefret ve şiddet insanın doğasında var. Sineklerin Tanrısı’ında olaylar gerçek olmayan bir nükleer savaş sırasında geçer. Roman, ıssız bir adaya düşen bir grup çocuğun yaşam mücadelesini ve aralarındaki liderlik savaşını anlatır. Çocukların gaddarlıkları ve yaptıkları kötülükler dudak uçuklatan cinstendir. Yıllar önce bu kitabı okuduğumda uzun süre kendime gelememiş, sonrasında kendimi sorgulamadan edememiştim; çocukluğumda ben de gaddar mıydım acaba?

Yazları aynı sokakta oturan tamamı erkek arkadaşlarımla oynardım. Börtü böceğe karşı acımasızdık. Solucanları topraktan çıkartır kuşlara balıklara yem ederdik. Pencerede yakaladığımız sineklerin kanatlarını kopartır, aralarında yarıştırırdık. Ateş böceklerini yakalar, kavanozlara hapsederdik. Kertenkelelere, kaplumbağalara, kirpilere ve hatta kedi ve köpeklere bile pek dostça davrandığımız söylenemez. Bitkilere de öyle... Komşularımız olan öğretmen hanımların gül bahçesine dalar, ortalığı talan ederdik. Karşı sokağın çocuklarıyla sürekli savaş halindeydik. Topluca saldırır, taş, sopa, toprak, elimize ne geçerse fırlatırdık. Onlar da aynı şekilde mukabele ederlerdi. Tek başına yakaladıklarımızı ağaçlara bağlar, çizgi-romanlardan öğrendiğimiz şekilde işkence ederdik... Evet, gaddardım! Ama zamanla değiştim. Çocukluğumda yaptıklarım için tüm börtü-böceklerden, bitkilerden, hayvanlardan özür diledim. Madem eylül ayındayız, istemeden kırdığım, üzdüğüm, zarar verdiğim insanlar varsa, onlardan da şimdi özür diliyorum!

Golding’in aksine Muzaffer Şerif iyimserdi. Nefret ve şiddetin doğuştan gelmediğine, çevrenin yarattığı koşullardan beslendiğine, sonradan öğrenildiğine inanmıştı. Tedavisi vardı; bunu deneyinin üçüncü aşamasıyla kanıtladı. Aslında Survivor 2020’nin final bölümünde de yarışma boyunca birbirlerine kıyasıya rakip olanların son aşamada nasıl kenetlendiklerine tanıklık ettik. 

İnsanlar değişebiliyor. Nefret ve şiddet tedavi edilebiliyor. Bu da gelecek için ufak da olsa bir umut demek! 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün