İl dolce far niente (Hiçbir şey yapmamanın hoşluğu)

Eğer siz de hayatın hızı ve yoğunluğundan şikâyet ediyorsanız belki siz de benim gibi boş kalmaya tahammül edemeyenlerdensinizdir. Sürekli boş boş oturmanın hayalini kurup asla kendine izin vermeyenlerdensinizdir.

Aylin GERON Yaşam
8 Aralık 2021 Çarşamba

Kızımın sekiz yaş doğum günüydü. Kalabalık bir kız grubunu eve davet etmiştik. Sabahtan akşama sürecek etkinlikler planlamıştık:

Önce herkes toplanana kadar serbest zaman. Ardından mutfakta kurabiye atölyesi, kurabiyeler pişerken Just dance ile dans yarışması, kolye, bilezik, vb. yapmak için boncuk dizme, ardından tak takıştır moda şov ve en son pişen kurabiyeler eşliğinde High School Musical izlemek…

Harika ‘dolu dolu’ bir gün bizi bekliyordu.

Bütün kızlar toplandı. Mutfağa girdik. Ellerimiz unlu, hamur yoğuruyoruz. Kızlardan biri yanıma geldi. “Aylin bir bakar mısın?” dedi. “Ben çok sıkıldım.”

Sıkılmış.

Daha yeni başlıyorduk hâlbuki…

Sıkılmış!

“Sıkı can iyidir; çıkmaz!” demek istiyorum… Ama “Aa, gerçekten mi?” deyiveriyorum. Şaşkınım. Bu hesapta yoktu. Daha hiçbir şey yapmadan sıkılmış olabilir miydi?

Hırslı programımdan anlaşılıyor olmalı; boş kalmayacaksınız! Bir dakika boş bırakmadım sizi… Her anı planlı ve dolu dolu!

“Şimdi bak bu hamura şekil verelim sonra tam senin sevdiğin dans yarışması başlıyor” dedim. Bir sonraki etkinliğe de gönderme yaparak.

“Ama ben çok sıkıldım” dedi.

***

Zaman geçirecek bir şey bulamadığında, boş kaldığında, sıkılır insan. Boş kalmadık ki?

Kurabiye yapıyoruz. Meşgulüz.

Peki bana ne oluyor? Neden tahammül edemiyorum?

Neden sürekli her anı dolduracak programlar yapıyorum?

Neden hem kendime hem de çocuklarıma boş kalacak zaman, alan bırakmıyorum?

Neden hiç boş kalamıyorum?

Sıkılmak neden bana bu kadar yabancı?

***

Bu farkındalık anı yıllar önceden de olsa kendimi zaman zaman aynı döngüye girmiş buluyorum.

Boş duranı Allah sevmez.

Boş zaman yoktur; boşa geçen zaman vardır.

Boş bir zihin şeytanın çalışma sahasıdır.

Boş kalmanın olumsuz algısı, başarı odaklı, çalışmayı ve üretmeyi hayatın en önemli değerleri olarak algılayan bir nesil için hiç de şaşırtıcı değil!

Sıkılmak, sıkılmaya vaktinin olması zaten bir çeşit başarısızlık, tembellik, uygunsuzluk değil mi?

Bakın bir kendinize, iş arkadaşlarınıza ya da yan odadaki evladınıza. Boş oturan, hiçbir şey yapmadan duranlara karşı nasıl yargılar akın ediyor zihninize?

Belki de bu yüzden gündelik işlerimiz, sorumluluklarımız bitince bize hayatı kolaylaştırmak için elimizin altında olan akıllı telefonlarımız ve tabletlerimize uzanıyoruz… Aman sakın can sıkıntımız olmasın! Oyunlarla, 15 saniyelik sınırsız akışta TikTok videolarıyla, sürekli yenilediğimiz Instagram story’leriyle ya da Netflix binge ile oyalanıyoruz.

Kendimizle kalmaya vaktimiz kalmıyor. Yine de can sıkıntımızı alıp götürmüyor.

Tahmin edersiniz ki, can sıkıntısı ile baş etmek için sadece telefon ve tablete başvurmuyoruz. İhtiyacımız olmayan şeyleri almak üzere alışveriş yapmak, dağınık olmayan oda, dolap ne varsa toplamak, saatlerce spor yapmak, çeşit çeşit yemekler yapmak, yapılacak işler listeleri hazırlamak…

Çözümü dışarıda aramak hayatımızın mimarı olarak kendimizin potansiyelini yok saymak da sayılmaz mı?

Peki öyleyse nasıl sağlıklı sıkılalım?

Can sıkıntısı sandığımız gibi basit bir his değil, bilişsel bir süreç.  Bir an önce kurtulmak istediğimiz, ‘işe yaramaz’, rahatsızlık veren bir ruh hali. Bilinçli olarak uzaklaştırmak istiyoruz ama ne yapsak kurtulamıyoruz çünkü zaten bir isteksizlik hali var, bir şeyler yapmaya motive değiliz.

Gerçek şu ki bir an önce bu histen kurtulmaya çalışmak yerine bize ne anlattığını duymaya çalışmak can sıkıntısının kendisi kadar zorlayıcı bir durum.

Kendinle baş başa kalmak.

Hiçbir şey yapmadan, kendini oyalamadan, dikkatini dağıtmadan sadece kendinle kalmak

Zihninden geçenleri yavaşlatmak, sürüklenmeden, olan her ne ise onunla hemhal olmak…

Hayal etmek…

İç sesini duyacak sessizliği yaratmak…

Kendinin bir hatırını sormak…

Merakı tetiklemek.

Yaratıcılığa yer açmak…

Diğer bir deyişle can sıkıntısına kabul vermek.

***

Mindfulness, Türkçe karşılığı ile bilinçli farkındalık çalışmaları düşünceleri ve hisleri takip etmeyi, olanla kalmayı ve olanın içindeki “beni” görme becerisini geliştiren tutumlardır. Bunun için gözlem ve meditasyon pratikleri kullanılır. 

Zorlayıcı bir his/durum olan can sıkıntısı için de mindfulness pratikleri çözüm sunuyor:

Mindfulness’ı Batı dünyasına tanıştıran Jon Kabat-Zinn can sıkıntısına izin verdiğinizde ne kadar ilginçleştiğine inanamazsınız diyor.

Her gün 5-10 dakika oturmak.

Hiçbir şey yapmadan oturmak.

Nefesinle ve tüm bedeninle.

Zihninden sana akın eden sayısız düşünce ile

Ve

Kendinle baş başa kalmak…

Kabul ediyorum, paradoks bu…Kulağa çok can sıkıcı geliyor.

Zaten kaçmak niyetinde olduğumuz bu durumu günlük hayatımıza bilinçli bir şekilde sokmak can sıkıntısının ‘ilginç’leştiği yer…

O his geldiğinde onu karşılamak ve onunla kalmaya çalışmak…  

Ayrıca,

  • Can sıkıntısı yaratıcılığı geliştirir.

Zihnini serbest bırakınca, yapılacak işlerden, sorumluluk ve görevlerden uzaklaştırınca farklı fikirler, çözümler bakış açıları geliştirebiliriz. İşte belki de bu yüzden duş alırken ya da diş fırçalarken bir anda daha önce hiç aklımıza gelmeyen bir fikir geliverir. 

  • Can sıkıntısı sağlıklıdır.

Hızlı, talepkâr ve dinamik hayatlarımızda kendimizi tüketmemek için mola almak, uzaklaşmak kendi kendimizle kalmak hem akıl hem de fiziksel sağlığımız için kıymetli. Belki de ihtiyacımız olan sıkılmak için fırsat yaratmak.

Biz yetişkinler için durum böyle …

Peki ya çocuklar ve gençler?

Burada sözüm yine biz ebeveynlere.

Kendimizde can sıkıntısına tahammül etmeye çalışmak ne kadar önemliyse çocuklarımızın hayatında da sıkılmaya yer açmak o kadar önemli. Hayat sürekli eğlence ve hareketten oluşmuyor. Durmak, düşünmek, planlamak ve yalnız kalmak hayatın gerçeği ve dahası yetişkin dünyasının önemli yönetsel becerilerini edinmek ve geliştirmek için de gerekli. Can sıkıntısı ile neler yapabileceklerini göstermek, kendi orijinal fikirlerini fark ettirmek, kişisel plan ve programlarını yapmaları için cesaretlendirmek ve son olarak bu süreci gözlemlemek, geribildirim vermek… İşte can sıkıntısının verimli geri dönüşümü.

Unutmayın, sizin can sıkıntısına verdiğiniz tepki onların da kendi dünyalarında verecekleri tepkiye modellik ediyor.

Tahammül…

Kabul…

Ve keşif…

Dilerim ki, bir dahaki sefer kasa sırasında, doktorunuzun muayenehanesinde ya da okul kapısında beklerken o ‘boş’ anın kıymetini bilir, kendinizle baş başa kalırsınız.

Not: Bu yazıda kronik can sıkıntısı ve depresyondan bahsetmediğimi hatırlatmak isterim. Kronik can sıkıntısı çekiyorsanız bu konuyu bir yakınınızla paylaşın. Belki bir profesyonelden destek almanız gerekebilir.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün