“Bazen susmak ihanettir”

Amy Coney Barrett’i aday göstermek Cumhuriyetçileri kadın hakları savunucusu yapmaz.

Dünya Sesli Dinle
14 Ekim 2020 Çarşamba

Selin Milano Barlas / ABD’de seçimlere doğru

 

Yine laptop… Bir fincan kahve… Amerika haberleri sessizce ekranda ışıklarını saçıyor…

Son yazımda bir hayli eleştiri aldım. Daha tarafsız olmam gerektiğini söyleyenler oldu… Şimdi sesli düşünür buldum kendimi… 

Martin Luther King’in “Cehennemin en sıcak köşesi çatışmalar olduğunda vicdandan yana durmayan tarafsızlar için ayrılmıştır” dediği aklıma geliyor…

Taraf değilim tabii… Ama…

Bir insan, bir anne, bir kadın olarak ülkemde gördüğüm değişimden endişe duyuyorum… 

Bunu söylememeyi vicdanen yanlış buluyorum…

Pandemi sürecinin iyi yönetildiğini iddia etmem mümkün değil. Şeffaf bir idareden bahsetmem bunca yalanın söylendiği bir iktidarda gülünç olur.

İşçi sınıfı fakirleştikçe, ölüme ve açlığa terk edildikçe benim “Trump iktidarının hakkını yiyemeyiz çünkü dünyadaki en zengin 25 adamı daha da zengin yaptı” demem tarafsız olduğumu söyleyecekse söylemeyiversin! Âdil olmak adına saçmalayamayacağım!

Hepimizin insan olarak birbirimize karşı sorumluluğu var…

Bunu yok saymayı yetiştirilişime aykırı buluyorum…

Bana yöneltilen sorulardan biri “Cumhuriyetçiler bir kadını Yüksek Mahkemeye aday gösterdi, daha ne istiyorsun?” oluyor. Amy Coney Barrett’i aday göstermek Cumhuriyetçileri kadın hakları savunucusu yapmaz. Bir kadının seçilip seçilmemesinde değilim. Ancak cinsiyet ayrımcılığına veya kayırmacılığına karşı duran biri RBG’nin halefi olmalı. Barrett bu konuda güven veren bir Yüksek Mahkeme Adayı değil. Mesele Katolik olması veya kadın olması değil. Mesele tamamıyla kadınların kanunlar önünde kendilerini koruyabileceği ve haklarından olmayacakları bir sistemin muhafızı olup olamayacağıdır!

Şüphesiz Barrett çok kalifiye, tahsilli ve saygı gören bir hukukçu. 

Fakat bu Barrett’ın ‘originalist’ olduğu gerçeğini değiştirmez. ‘Originalist’ derken Amerikan Anayasasını yazan ‘kurucu babaların’ 1700’lerde yazdığı şekilde kalmasını isteyen yani anayasanın yeni dünyaya adapte olmasını doğru bulmayan muhafazakâr bir bakış açısına sahip.

2020’de rengârenk bir Amerika’da ve dünyada hepimize uygun bir hayat inşa etmeye çalışmak varken cevabı 1700’lerde aramak mı doğru? 

Doğru ise Amerikan Devletinin mottosu olan “E pluribus unum/ Çokluktan birliğe” anlamsızlaşıyor.

Ruth Bader Ginsburg gibi insanların fedakârlıkları daha özgürlükçü ve eşitlikçi bir düzen yarattı. Bu düzen şimdi tehlikede.

RBG ölüm döşeğinde yerine gelecek kişinin kadın olmasını değil ama bir sonraki seçilmiş Başkan tarafından aday gösterilmesini doğru bulduğunu söyledi. 

Cumhuriyetçiler feminizmi ve kadın haklarını yanlış anlamış olacak ki “Kadın aday seçtik daha ne istiyorsunuz?” diyor. RBG yerine gelen kişinin cinsiyeti değil herkesin hakkı için eşit ve adil bir yaklaşım sergilemesi beklentisi endişelerin temelinde yatıyor.

Şimdi başka bir konu daha ciddiye alınmalı…

17 Nisan 2020’de Amerikan Başkanı en sevdiği mecra Twitter’da, “Liberate Michigan” dedi.“Michigan’a hürriyet” derken gözler Vali Gretchen Whitmer’a çevrildi. 

Whitmer, COVID-19’a karşı sıkı önlemler almış bir Demokrat. Cumhuriyetçilerin ve birtakım örgütlerin tepkisini topladı. Hatta Trump’ın hürriyet çağrısından bir ay sonra onlarca silahlı ‘adam’ hükümet binasını basıp anayasal haklarının COVID önlemleri tarafından yok sayıldığını iddia etti.

Bu silahlı grupların sessiz kalmayacağı zaten bekleniyordu. Ancak artık iş çığırından çıkmışa benziyor.

Geçtiğimiz günlerde FBI,13 silahlı örgüt/milis mensubunun Whitmer’i kaçırıp öldürme planını ifşa ederek bir faciayı önledi. Tutuklulardan yedisi daha önceden çetecilik ve terör suçlarından ceza almış. Suçluların Whitmer’i vatana ihanet suçuyla yargılayıp, idam edecekleri yönündeki planları ortaya çıkınca birçok konu hortladı.

Bu milisler kimdir? Kim tarafından destekleniyorlar? Ne kadar kalabalıklar?

Tarihe bir dönelim. 

1903’te ‘Milis Kanunu’ yürürlüğe girdi. Bu kanun COVID zamanı adını sıkça duyduğumuz ‘National Guard’ güçlerini meydana getirdi. Ulusal güvenlik için federal devletin yetiştirdiği 17-45 yaş arası düzensiz silahlı güçlerini orduya takviye olarak hazır tutma amacını taşır. Hatta National Guard doğal afetlerde ilk müdahalelerde bulunur.

Gel gelelim milislere…

Milislerin ne kanunla ne de ulusal güvenlikle alakalı olduğunu söyleyemeyiz. Hükümet karşıtı bu güçlerin arasında çelişkili üyeler var. Trump karşıtı olanların yanında onu destekleyen fakat devlet idaresine karşı duranlar da mevcut. Kendilerini devletin yegâne koruyucuları olarak gören bu silahlı örgütlerin çoğu neo-Nazi grupları da barındırıyor. Güçlerini anayasanın ikinci maddesinden aldıklarını ve dolaysıyla anti- hükümet olsalar bile Cumhuriyetçilerin kurucu babalara daha yakın durduklarına inandıklarından zaman zaman ortak durdukları konular oluyor.

2008’de Bush’un iktidarının son yılında 149 anti-hükümet örgüt varken, 2009’da Obama’yı Amerika’nın varoluşu için tehlike sayan bu örgütlerin sayısı 512 oldu. 2012’de ise sayı 1360’a ulaştı.

Cumhuriyetçi eski başkan adaylarından John Kasich ve müteveffa John McCain’in karısı Cindy resmen Biden’a oy verdiklerini açıkladı. Buyurun şimdi, bu taraf olmak mı yoksa vicdanen doğru şeyi yapmak mı?

Gece gece Martin Luther King’in dedikleri yine kulaklarımda çınlıyor “Ömrümüz mühim meselelerin karşısında sessiz kalmaya başladığımız gün tükenir.”

Gördüklerimi söylemek zorundayım… Çünkü sessizlik bazen ihanettir.

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün