Kan ritüeli

Kan her kültürde mistik ve ruhani bir yere sahip. Levililer 17:11’de Rab “Çünkü canlılara yaşam veren kandır. Ben onu size sunakta kendinizi günahtan bağışlatmanız için verdim. Yaşam karşılığında günah bağışlatan kandır” der. Bu ayet günümüzdeki dinlerin kurban anlayışının arkasında yatan dini gerekçeyi açıklarken, bir yandan da kanın neden kutsal ve değerli olduğunu da anlatır.

Perspektif
30 Eylül 2020 Çarşamba

Deniz Ertuğ

Sanatta kanın bir araç olarak kullanılması dinlerle ilişkilendirilse de, birçok sanat teorisyeni dindeki ayinlerle sanattaki performansın benzer olmadığını ileri sürerek bu tezi red eder. Bu açıdan haklılar çünkü ayine katılanlar Tanrı’yla ilişki kurmada kanın bir aracı olduğunu düşünürken, ortak bir değer sistemiyle hareket etmektedir. Oysa sanatsal bir gösteriye gelenlerin böyle bir ortaklığı bulunmuyor. Ayrıca sanatsal eylemi yapmanın belki sanatçı açısından daha derin anlamları olabilir ama izleyicinin örneğin bir tiyatro oyununu herhangi aşkın bir güçle bağ kurmak veya bir tür katarsis hedefiyle izlediğini söylemek pek mümkün görünmüyor. Bu yüzden dini ayinlerle sanatın bir tutulması tutarlı bir yaklaşım değil. 

İnsanlık tarihine baktığımızda, kanlı ayinlerin ilkel dönemden beri eski dinlerin bir parçası olduğunu biliyoruz. Örneğin çocukları, genç kız ve erkekleri kurban etme geleneği Mezopotamya’da Molek kültünden, İnkalara, hatta Japonya’ya kadar yayılmıştı. Geçen sene Peru’da Ay tanrısı Shi için kurban edilen çocukların iskeletleri bulunmuştu. Arkeologlar 250 çocuğun iskeletini bulduklarını ve bu alanın bu zamana kadar keşfedilen en büyük kurbanlık çocuk mezarlığı olduğunu vurgulamıştı. Hatırlarsınız, Yunan mitolojisinde Agamemnon’un kızı İfigenia’yı kurban etmesinden bahsedilir. Bir başka örnek de, Tevrat’ta Hakimler 11. bölümde kral Yiftah’ın kızını kurban etmesi. Herhalde Tevrat’ta İbrahim Peygamber’e oğlu yerine bir koç indirilmesinin bölgedeki bu yaygın inancın bir eleştirisi olduğunu anlamak güç değil. Sanatçıların bu tip kanlı ayinleri ve özelde de kan unsurunu bir araç olarak kullanmaları atalarımızdan bize miras kalan bu dinsel sürecin bizde yaptığı çağrışımlarla ilişkili sayılabilir. Sonuçta kanlı ayinler kışkırtıcı ve ilgi çekicidir. Bu yüzden sanatçıların bu tip küçük ‘gösterilere’ başvurmaları çok anlaşılabilir bir durum. 

Buraya kadar bir seyirci olarak en fazla katılmayarak kendimizi ayrı tutmamız mümkün. En nihayetinde sanatın demokratik yönü kişisel seçimlerimizi yapabilme özgürlüğümüzde yatıyor. Ama iş bir kitleyi ötekileştirme, düşmanlaştırma ve hatta insan saymama noktasına vardığında önemli hale geliyor. Kanlı ayinler ve hatta sanattaki kanlı performanslar pek çok toplumda Yahudi düşmanlarının sık sık başvurduğu bir sav.  

Bu iddiaların bir unsuru çok sık değinilen kan iftirası, ‘iğneli fıçı’ uydurmasıdır. Yani Yahudilerin çocukları dini ayinleri için öldürdükleri iddiası. Bu iddialar esasen Avrupa menşelidir. Ancak tüm dünyada Yahudileri şeytanlaştırma hedefiyle farklı biçimleriyle de olsa hala kullanılmaktadır. 

Günümüzde, birkaç Yahudi ailesinin dünyayı yönettiği ve ‘şeytana tapma’ ayinlerini sanat ve kültür üzerinden toplumlara benimsetmeye ve meşrulaştırmaya çalıştıkları iddiası da işte bu kan iftirasının güncel bir yorumu sayılabilir. Maalesef bu iddialar ülkemizdeki ekranlarda da yinelenerek aynı Yahudi düşmanlığı açıkça sürdürülmektedir.

Dünya sermayesinin belli grupların elinde olduğu doğrudur. Bunun sınıfsal bir gerçeklik olduğunu anlamak için Karl Marx olmaya gerek yok. Bu insanların bir kısmının Hristiyan ve Müslüman olması gibi, bir kısmının de Yahudi olması şaşırtıcı bir bulgu olmasa gerek. Üstelik bu ‘aileler’ şeytana taptıkları için değil, sistemdeki güçlü konumları nedeniyle sistemin sürmesini istedikleri için bize olumsuz gelen bir değer sistemine sahip olabilirler. Elbette bu tür bir analiz Yahudi düşmanlarının işine gelmiyor. En nihayetinde Yahudi’yi şeytanlaştırmak, toplumdaki sorunlarına çözüm bulamayışına karşılık küçük bir çocuk gibi kendi hatalarından başkalarını sorumlu tutmak çok daha az beceri gerektiriyor. 

Son yıllarda bu konuda şaibelerin merkezinde özellikle Marina Abramović bulunuyor. Sanatseverler hatırlayacaktır, kendisinin sergisi İstanbul’a da gelmişti ve epeyce ses getirmişti. Abramović için ‘satanist, Kabalist’ gibi suçlamalarda bulunan insanların derin sanatsal analizler yapmalarını beklemiyorum ama hiç olmazsa keşke kanın bir öğe olarak sanatçılar tarafından kullanıldığını ve beğenirsiniz beğenmezsiniz ortaya konulanın bir performans olduğunu anlayacak kadar konuyu araştırmış olsalardı. Fakat amaç üzümü yemek değil, bağcıyı dövmek olunca bundan başka tür bir davranış beklemek nafile elbette. 

Sonuç olarak, sanat özgür bir eylemdir. Sanatçılar yüzlerce yıldır kanlı ayinleri konu edindikleri gibi, vücut sıvılarını sanat çalışmalarında da kullandılar. Belki sanat zevkinize hitap etmeyebilir, şahsen bana da hitap etmiyor. Ama iş sanatçıları şeytana tapmakla suçlamaya, sanatı sansürleme girişimlerine destek olmaya varıyorsa, sorunu kendi dünya algınızda aramanız gerekiyor. Kimse artık Yahudilerle ilgili iğneli fıçı iddialarına inanmıyor, yakın zamanda bu ‘kanlı satanist ayinler’ iddianıza da inanacak kimse bulamayacaksınız. Belki de sorunlarınıza çözüm bulmak için Yahudilerden vazgeçip, “Biz ne yapıyoruz?” diye sormanın zamanıdır. O zaman mutlaka sanattan da nasiplenme ihtimaliniz artacaktır.  

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün