Kadın şiddetinin önündeki engel: İstanbul Sözleşmesi

İstanbul Sözleşmesi kadına karşı şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımlayan, bağlayıcı nitelikte ilk uluslararası düzenlemedir.

Toplum
28 Temmuz 2020 Salı

Av. Ela Cenudioğlu


Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, kısaca İstanbul Sözleşmesi (“Sözleşme”), kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet konularında temel standartları ve devletlerin bu konudaki sorumluluklarını belirleyen bir uluslararası insan hakları sözleşmesidir. İstanbul Sözleşmesi olarak bilinmesinin sebebi 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmış olmasıdır. 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren Sözleşme Temmuz 2020 itibariyle 46 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalandı. 12 Mart 2012’de ilk imzalayan ülkenin Türkiye olması açısından da ülkemiz için önemli bir sözleşmedir. Ülkemizdeki kadın cinayetleri dolayısıyla da gündeme gelen bu Sözleşme, Pınar Gültekin cinayeti ile hâlihazırda en çok tartışılan konulardan biri haline geldi.

Sözleşme, kadına karşı şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımlayan, bağlayıcı nitelikte ilk uluslararası düzenlemedir. En önemli özelliği, biyolojik veya hukuki, ailevi bağ olup olmadığına bakılmaksızın ev içi şiddetin (örneğin eski veya mevcut eşler, evlilik dışı partnerler, birlikte ikamet edilen aile fertleri, akrabalar veya birlikte ikamet edilen başkaları tarafından yöneltilen şiddet) ve kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin standartlar öngören ve Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk resmi belge olmasıdır. Sözleşme, hem özel alandaki hem kamusal alandaki şiddeti yasaklıyor. ‘Tanımlar’ başlıklı Madde 3/a’da tanımı yapılan “kadına yönelik şiddet”, ister kamusal ister özel yaşamda meydana gelsin, toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri olarak açıklanır. Madde 4/1 uyarınca, taraf devletler, gerek kamusal gerekse özel alanda tüm bireylerin özellikle de kadınların şiddete maruz kalmaksızın yaşama hakkını sağlamak ve korumak için gerekli olan hukuki ve diğer önlemleri alacaklardır. Yani, yalnızca aynı ev içerisinde yaşanan değil aynı zamanda kamusal alandaki (örneğin aynı evi paylaş­masa bile eski eşin veya partnerin kamusal alanda yönelttiği) şiddeti; işyerleri, okullar, karakollar, hapishaneler gibi kurumlardaki kadınlara yönelik şiddeti de yasaklar. Sözleşmenin bir diğer dikkat çekici özelliği mağdurun haklarının korunmasına yönelik tedbirlerin, ‘cinsel yönelim’ ve ‘toplumsal cinsiyet kimliği’ ne olursa olsun ayrımcılık gözetilmeden alınmasını garanti eden ilk uluslararası sözleşme olmasıdır.  Taraf ülkelerin “ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin” etmelerinin düzenlenmesi ülkemizdeki azınlıkları ve mülteci statüsündeki kadınları da kapsaması açısından önemlidir. Dikkat çekici bir diğer özellik de aile içi şiddet tanımının fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddetin yanı sıra ekonomik şiddeti de içermesidir.

Sözleşmenin amaçları arasında kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, kovuşturulması ve ortadan kaldırılması; şiddet mağdurlarının korunması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele etme yönünde politikaların ve tedbirlerin hayata geçirilmesi; bu amaçla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak ve kolluk kuvvetlerinin birbiriyle işbirliği yapmalarına yardımcı olmak bulunur.

Kadınlar ve erkekler arasında hukuki ve fiili eşitliğin gerçekleştirilmesinin kadına yönelik şiddeti önlemede anahtar bir unsur olduğunu benimseyen Sözleşmede eşit olmayan güç ilişkilerinin erkeklerin kadınlara üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığı belirtiliyor. Sözleşme ile kadın erkek eşitliği hedefleniyor. Ayrıca ‘Giriş’ kısmında “Kadınların ve genç kızların aile içi şiddet, cinsel taciz, ırza geçme, zorla evlendirme, sözde ‘namus’ adına işlenen suçlara ve kadınların ve genç kızların insan haklarının ciddi bir biçimde ihlalini oluşturan kadın sünneti gibi ciddi şiddet türlerine sıklıkla maruz kaldığının çok büyük bir kaygıyla bilincinde olarak” ifadesi yer alıyor. Bu ifade ülkemizde işlenen namus cinayetlerine ve zorla yapılan evliliklere de dokunur ve bu cinayetlerin önlenmesi ya da cezalandırılması açısından büyük önem taşıyor. Sözleşmenin 42. maddesinde taraflara bu Sözleşme kapsamında kalan şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan ceza davalarında kültür, töre, din, gelenek veya sözde ‘namus’un gerekçe olarak öne sürülmesinin önlenmesi için gerekli tedbirleri alması yükümlülüğü öngörülür.

Taraf ülkelerin sözleşme kapsamında vermiş oldukları taahhütler, bağımsız uzmanlar grubu olan ve kısaca GREVIO olarak bilinen ‘Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzmanlar Grubu’ tarafından izlenip denetleniyor. GREVIO, ilk ülke değerlendirmelerine 2016 yılında başladı.

Sözleşme ile taraf ülkelere birtakım tedbirler alarak koruma yükümlülükleri getirildi. Buna göre taraf ülkeler şiddet mağdurlarına özellikle kadın ve çocuklara, kalacak güvenli yer sağlamak üzere uygun, yeterli sayıda kolayca erişilebilir barınaklar oluşturmak ve mağdurların yardımına önceden hazırlanmış bir biçimde koşmak üzere gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklar. Tüm şiddet mağduru kadınlara ve çocuklarına uzmanlık gerektiren kadın destek hizmetlerini sağlayacak ve bu yönde gerekli düzenlemeleri yapacaklar. Taraf ülkeler aynı zamanda risk içeren durumlarda mağduru veya risk altındaki kişiyi korumak için şiddet failini uzaklaştırma yönünde yasal tedbirleri almalıdır. Taraf ülkeler, soruşturma süresince mağdurun cinsel geçmişi ve davranışlarıyla ilgili detayların davayla ilgili olmadıkça dâhil edilmemesini sağlayacak yasal düzenlemeleri yapmakla yükümlüdür. Taraf ülkeler, yargı süreci boyunca mağdurun çıkarlarını gözetecek yasal tedbirleri almalı ve iç hukuk kurallarının izin verdiği şekilde mağdurun hukuki destek sağlamalıdır. Yukarıda bir kısmı sayılan tedbir ve koruma yükümlülüklerine bakıldığında Sözleşmenin risk altındaki kişileri veya mağdurları gizlilik çerçevesinde korumayı ilke edindiği görülüyor. Taraf devletler, bu alanda çalışan devlet dışı aktörler ve sivil toplum örgütleri de dâhil olmak üzere, kadına şiddeti önleme çalışmalarını maddi olarak desteklemelidir. Ülkemiz açısından bakıldığında sivil toplum örgütlerinin ve toplumsal hareketin önemi bir kez daha anlaşılmaktadır.

 

 


Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün