Çok nostaljik gördüm kendimi

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
11 Aralık 2019 Çarşamba

Her yıl 12 - 18 Aralık tarihleri arasında kutlanan Yerli Malı Haftasında gelecek kuşaklara yerli malı kullanma bilinci aşılanıyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kuruluş yıllarında savaştan yeni çıkan bir ülke olduğumuz için Atatürk, 1923 yılında İzmir İktisat Kongresini toplamıştı. Bu kongrede ülkenin bağımsızlığının korunması, yerli mallar üretilmesi ve kullanılması kararlaştırılmıştı. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü tarafından, 12 Aralık 1929 tarihinde TBMM’de “Ulusal Ekonomi ve Arttırma Haftası” olarak duyuruldu, aslında tüm dünyada yaşanan 1929 ekonomik bunalımının etkilerini gidermek açısından düşünülmüştü.  Haftanın amacı; milli gelirimizin artışını sağlamak, lüks ve savurganlığa kaçılmadan ulusça tutumlu olma yönüne gitmek, ekonomik, zirai, ticari, sanayi ve endüstri alanlarında her şeyi kendi başımıza yapar bir hale gelmek, küçük yaştan tutumlu olmasını bilmek ve arttırmaya gereken önemi vermek, yerli mallarımıza gereken önemi vererek her Türk yurttaşının yabancı mal kullanmasından kaçınmak olarak belirlenmişti.

Bu kararların ardından 12 - 18 Aralık tarihleri Yerli Malı Haftası olarak kutlanmaya başlanmıştı. Bir zamanlar maziye bak demeden duramıyorum ve yine “Geçmişe mazi yenmişe kuzu derler” demeden de duramıyorum. İlkokulda aralık ayı geldiğinde ikinci haftada ‘Yerli Malları Haftası’ büyük bir coşkuyla kutlanmaya başlanırdı. Tabi çocuk aklımla “Oh ne güzel, her taraf mandalina, portakal, muz, ceviz doldu” derdim ve asla konunun ne anlama geldiğini anlayamazdım. Ve her yer şu yazılarla donatılırdı; ‘Yerli Malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı’. İyi tamam da o yıllarda bile kullandığımız bir sürü şeyin pek de yerli olmadığının bilincindeydim de işte portakal, mandalina, elma favorimdi.

Yine 1929’a dönersek, o yıla gelene kadar Osmanlı Devletine çok ağır ekonomik bedelleri ödetildi. Kapitülasyonlar bir yana İngiltere 1838 yılında Osmanlı Devleti ile Baltalimanı Anlaşmasını imzaladı. Anlaşmayla beraber iç ve dış ticaretteki her türlü sınırlama kaldırılarak yabancı malların ülkeye girmesi, Osmanlı hammaddelerinin dış ticarete açılması kolaylaştırıldı, yabancı tüccarlar iç gümrük vergilerinden muaf tutulmalarına rağmen yerli tüccarlara bu vergiler ödetilmeye devam ettirildi. Osmanlı entelektüeli Ziya Paşa durumu şöyle anlatır: “Verilen müsaadeler üzerine Türkiye ticareti, Avrupa tüccarına öteki bölgelerden daha kârlı ve kolay gelmekle beraber, memleketin havası, suyu ve ucuzluğu hoşgörünüp; Avrupa fabrikalarından çıkan çürük eşyayı gemi gemi getirip altına tebdîl ve birçok tüccar dahi familyalarıyla beraber evlerini İstanbul’a tahvîl eylediler. Bizim halk dahi cicili bicili ucuz şeylere mâil olmakla, mesela arşını altmış paraya kırmızı allı basmayı gördüklerinde, Şam çitarisinin yüzüne bakmaz oldular. Uşak ve Gördes halıları, Selanik ve Bursa ehramları artık nazarımızda kaba görünüp Avrupalıların mazharı ihtiramı oldu. Biz ise onlara bedel çiçekli frenk halılarını ve ottan mamûl peşkirleri ucuz alâ zannederek aldık bu şeylerin iptidaî maddesi çürük ve kalpolarak az zamanda yıprandığından, sık sık yenilemeye mecbur olduk. Böylelikle ucuz olsun kâr edelim derken birkaç kat zararlı çıktık. Hükümet dahi mebzul tuttuğu müsaade ve imtiyazlarla bu hali desteklediğinden yerli sanayi yıkıldı. Tüccarımız iflasa çıktı.” Dönemin yazarlarından Lütfi Efendi ise Baltalimanı Anlaşmasını şöyle yorumlamıştı: “Çalı süpürgesi, ağaç kaşık ve tahta taraklara kadar muhtaç olduğumuz eşyanın cümlesi yabancı memleketlerden gelip ve ucuzluğu cihetince revaç bulup servetimizi ecnebiler, sülük gibi çekmekte...”

Tabii köprülerin altından çok çok sular aktı… 21. Yüzyıldayız ve artık ekonomi başka bir yolda. Her ne kadar ekonomist olmasam da görünen köy kılavuz istemez. Kahveyi dünyaya öğreten Osmanlı İmparatorluğunun torunları olarak artık kahveyi Starbucks’tan içiyoruz hatta yetmiyor dünyaca ünlü perakende zincirlerinden Starbucks’ın Ortadoğu ve Türkiye’deki mağazalarının patronu Muhammed Alshaya, Türkiye’de yeni iş imkânlarını araştırdıklarını söylüyor. Son dönemdeki reformlar sayesinde Türkiye’de kendilerini güvende hissettiklerini belirten Alshaya, Türkiye’ye 100 milyon doların üstünde yatırım yaptıklarını, 150 milyon dolar ciroya ulaştıklarını kaydetmiş. Alshaya, Türkiye Starbucks’ın Avrupa’nın en iyisi olduğunu ve hizmet kalitesinden kendilerinin de müşterilerin de çok memnun olduğunu vurgulamış. Yine aynı şekilde köftenin kralını yapan ceddimiz ekmek arası köfteye McDonalds satınca yılda 840 milyar ödeyip, dünya çapında faaliyet gösterdiği 119 ülkeyi kapsayan değerlendirmesinde en hızlı büyüyen ülke olmuş. Artık bu saatten sonra yerli malı yurdun malı filan gibi sloganlar tarihin derin sularına gömülmüş duruyor. Ne diyelim haydi hayırlısı…

 

 

 

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün