Dia De Muertos

Arkeolojik kazılar incelendiğinde mağaraların duvarlarında bulunan figürler, hiyeroglif yazılar aslında bireyin, unutulmaması ve ölümsüzleşmesi anlamında yaptığı bir başkaldırıdır.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
6 Kasım 2019 Çarşamba

İnsanın varoluşunun en temel trajedisi ölüm, daha doğrusu ölüm korkusu olsa gerek. Ölüm geldiğinde zaten kişi orada olmayacak. Lakin tüm yaşamı boyunca, son tahlilde, yaşadığı ‘mutlu’ yaşamının biteceği korkusu insanın ruhunu kemirir.

Çağlar boyunca insanoğlu bu korkuyla mücadele edecek, başta dinsel kavramlar olmak üzere, ezoterik kavramlar ve de bilimsel metotlarla da bu temel içgüdüyü bertaraf etmekle uğraşacaklardı.

Büyük düşünürler de bu konuda kafa patlatacak, sadece Friedrich Nietzsche, ölüm korkusunu giderecek, anlaşılması ve ulaşılması bir hayli zor olan felsefi bir proje geliştirecekti.

Ona göre, ‘güç istenci’ ile yola çıkan birey, kendi ‘omuzlarının üstüne çıkacak’ kadar ruhsal evrim geçirdikten ve tüm acılara karşı çıkabilecek cesarete kavuştuktan sonra hayatı sonsuz bir döngüye girecek; içinde oluştuğu ‘üstinsan’ formuyla birlikte bu sonsuz dönüş, etik düzeyde, insanı, hayatının en yüksek noktasına, ‘onu bir daha yaşamayı isteme’ noktasına eriştirecektir. Bu noktada, ölüm sonsuz dönüş ile olumlanabildiğinde korkutuculuğunu yitirir. Nietzsche’ye göre insanın yaşamı bu evreye girdikten sonra ölümden korkması da sona erecektir. Zira, artık hayatına sadece kendisi yön verebilecek ‘tamamlanmış’ bir ruh, hem hayatı hem de ölümü de olumlayacaktır…

↔↔↔

Arkeolojik kazılar incelendiğinde mağaraların duvarlarında bulunan figürler, hiyeroglif yazılar aslında bireyin, unutulmaması ve ölümsüzleşmesi anlamında yaptığı bir başkaldırıdır.

Günümüzde ise insanoğlunun unutulmaması ve başka bir anlamda ölümsüzleşmesi ve buna paralel olarak ölüm korkusundan kurtulmasına yönelik, Meksika coğrafyasında 14. ve 15. yüzyıllarda görkemli bir uygarlık kurmuş Azteklerden kalma önemli bir kültürel festivali, belki de din ve bilim öğelerinden yoksun ama mitolojiden hareketle en önemli ölüm korkusu karşıtı eyleme dönüşmekte.

‘Dia De Muertos’, diğer bir deyişle ‘Ölüler Günü’ festivalinde pagan inanışa göre ölenler bu günlerde yakınlarının ‘yanına gelmekte’.

Aztek kültüründen gelen Meksikalılara göre, ölüm korkulması gereken bir son değil, hayatın bir döngüsü. Bu nedenle ölülerini hüzün ve gözyaşı ile değil, kutlama ve şenliklerle anıyorlar, bu ‘Ölüler Günü’nde.

Meksikalılar, ölen yakınlarıyla birlikte olduklarına inanıp bu günleri çiçeklerle ve sunaklarla karşılıyorlar, mezarlarının önünde yiyecek ve içkiyle hem ölüleriyle ‘birlikte oluyorlar’ hem de aslında onları unutmadıklarını gösteriyorlar. Bütün bunlar alabildiğince renkli görüntüler ve maskeler hatta müzik eşliğinde yapılırken Azteklilere ait o kadim sözün gereğini yerine getiriyorlar:

Bir insan, ancak onu hatırlayacak insan kalmadığı zaman gerçekten ölür.” Ölüm korkulması gereken bir olgu değil, hayatın döngüsünün içinde belki de son doğal bir evre. Lakin, gerçek ölüm unutulma ile gerçekleşiyor.

Ünlü psikanalist İrvin Yalom, ‘Aşkın Celladı ve Diğer Psikoterapi Masalları’ eserinde şöyle der:

“Bir gün, belki de kırk yıl içinde, beni tanıyan hayatta kimse olmayacak. O zaman gerçekten öleceğim - hiç kimsenin hafızasında yokken. Çok yaşlı birinin, bir kişiyi veya bir grup insanı tanıyan en son yaşayan birey olduğu hakkında çok düşündüm. Bu kişi öldüğü zaman, bütün sistem de ölür, yaşayan hafızadan kaybolur. Acaba o kişi benim için kim olacak?

Kimin ölümü beni gerçekten ölü yapacak?”

Karamsar felsefesiyle ünlü Schopenhauer ise bu konuya benzer bir şekilde yaklaşacak ve “Öldüğünde, doğmadan önce ne isen o olacaksın. Adını hatırlayan son kişi öldüğünde de hiç doğmamış olacaksın” diyecekti.

Ernest Hemingway ise şöyle buyuracaktı: “Her insanın iki ölümü vardır. Biri öldüğünde, diğeri ismi son kez söylendiğinde. Bir anlamda insan ölümsüz kalabilir.”

Bir Kızılderili atasözü de der ki, “Hatırlandıkça devam vardır, ta ki, bir gün hiç anılmayıp unutuluncaya kadar…”

Dia De Muertos’ pagan bir kültürden yola çıkmasına rağmen insanlığa hem ölüm korkusunu yenmeyi hem de gerçek ölümün unutmakla gerçekleştiğini renkli dünya formları içinde bize hüzünle değil sevinçle ve neşeyle hatırlatıyor.

Meksikalıların çoğunun sürekli güler yüzlü olması, Batı kültüründe olan yapay iyi dilek sözlerinin aksine, kalplerinin derinliklerinden gelen içten dilekleri onlara Aztek kültüründen miras kalmış olsa gerek.

Onlar, Nietzsche’nin hayatı hep olumlayan ve gerektiğinde ölümü bile neşe ve hatta cümbüşle karşılayan varoluş formatına yaklaşmış bir kadim kültürün insanları olarak gözükebilmekteler.

Lakin dünyanın ve insanının ruhen kirlenmeye devam etmesi bu güzel, renkli, sanat aşığı ve neşeli insanları da yıpratmaması mümkün olamayacak.

Kimsenin masum kalmadığı gibi, kimse de ne ‘temiz’ ne de ‘mutlu’ olamayacak bu kaosta.

Yine de, “Muchas gracias por tu cara siempre sonriente, o Mexicano!”

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün