Aklımda hep sen

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
7 Ağustos 2019 Çarşamba

Böyle güzel roman adı var mı? Aslında onun bütün kitaplarının adı çok güzeldir. Kalemi güzeldir, kimseye benzemeyen tavrı güzeldir, yaratıcılığı güzeldir.

Duygusallığı güzeldir.

Kürşat Başar’dan söz ediyorum.

Son kitabı çıkalı çok az bir zaman oldu.

Hiç ummadığı bir yaşta ve anda, çok değer verdiği babasını, kimsenin neredeyse aklına gelmeyecek bir sebeple kendi içinde kaybettiği Ebru’nun romanı ‘Aklımda Hep Sen’. Sahip olduğu amansız hasatlıkla da mücadele ederken çok sevdiği anneannesinin evinde neredeyse ömür boyu hiç mi hiç anlamadığı ve içten içe anlaşamadığı annesiyle beraber kurduğu hayatı, bir gün bir adam alt üst eder. Eder ama sanki altı, üstünden daha güzel olacaktır bu hayatın.

Adına neredeyse ilk kez aşk diyebileceği bu tutkunun; aradaki yaş farkına, tarz farkına, imkânsızlıklara rağmen onu nasıl büyüttüğü, nasıl olgunlaştırdığı; neyi istediğine ama en önemlisi neyi istemediğine nasıl karar verdiği var romanda. Kısacası, hayat var.

Yatağında akan sakin bir suyu izler gibi okuyorsunuz romanı.

Okuyor, sonra okuduğunuz cümlenin güzelliğine bakıp aynı cümleyi bir daha okumak istiyorsunuz.

Her zaman iddia ettiğim gibi; erkekler kadınları, kadınlardan daha güzel anlatıyorlar. Onları yakından tanımak için verdikleri mücadeleden midir, yaşadıkları tutkulu aşklardan mıdır, hayallerinde yarattıkları kadınlardan mıdır bilmiyorum ama bu işi bizden daha iyi yaptıkları kesin. Hiç zorlanmadan, bizim tâ içimize işleyecek cümleleri art arda diziyorlar, sonra yazdıkları bu diziler roman oluyor sanki.

Kürşat Başar’ın o kadar güzel, o kadar ciddi, o kadar sahi ki anlattıkları, hepimizin başına gelebilir. Belki, sizin başınıza gelmiştir.

Aşkı tüm imkânsızlığına rağmen yaşamayı seçip hayatı onun yolunda şekillendirmek istemenin güzelliği, hayatın getirilerini ve götürülerini göğüslerken elde kalanlarla mutlu olmayı seçmenin büyüklüğü, tutkunun peşinden gitmenin cesareti ve zenginliği… Ailesini terk eden babanın af isyanlarıyla yüzleşmenin ruhta açacağı derin yaralar, aldatılmış olmanın şaşkınlığıyla yaşattığı hafifliğinin tuhaf tezatı, aşkın nerede olursa olsun hiç kaybolmayacağı, bir yerlerden çıkıp gelip kaldığı yerden devam edeceğinin ümidi…

“O benim yazımdı.

 Her iki anlamda da…

Galiba hayat romanlara benzemiyor. Sokağa çıkıyorsunuz ve aniden hiç beklenmedik bir şey oluveriyor. Birine deli gibi âşık oluyorsunuz ve o birden bire ortadan kayboluyor. Birinin hep yanınızda kalacağını sanıyorsunuz ama işte akşamüstü bavulunu toplayıp yolculuğa çıkıyor.”

Böyle bir tanıtım yazısı var kitabın.

Tanıdık geliyor mu size?

Biri her iki anlamda da ‘yazınız’ oldu mu hiç?

Hem alnınızda hem aklınızda hem kaleminizde oldu mu biri?

Benim oldu.

Şahane bir şeydir ve bunu uzun uzun anlatmak bir romana sığabilir.

Büyük şanstır bu ve herkese nasip değildir.

Bir aşkın tamamına ermesi, asla tesadüf değildir.

Gayrettir, istektir, kararlılıktır ve galiba az da olsa önce kendine sonra hayata müsaadedir.

Yürünecek yolda engel yoksa hayatın anlamıdır, şansıdır.

Ama engel varsa o zaman o yaşanan tam bir cehennem azabıdır.

Ebru, bu ikisini de yaşıyor zaman içinde ama roman; bambaşka bir yerde, bambaşka bir şekilde sonuçlanıyor.

Ben uzatmayacağım.

Sadece düşündüreceğim sizi.

Ama siz ne olursa olsun uzatın.

Alın ve okuyun.

Romanların hayatı nasıl bire bir anlattığını bir kere daha görün.

Kürşat Başar’a da benim gibi bir kere daha hayran olun.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün