İsrail’in parlak rakamları Netanyahu’nun tuhaf kararları

İsrail’de 9 Nisan’da erken seçim var.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
27 Şubat 2019 Çarşamba

İsrail’de 9 Nisan’da erken seçim var. İsrail’deki siyasi partilerin bölünmüşlüğü ve küçük parçalı ama geniş spektrumlu özelliği ülkede koalisyonsuz hükümet kurulmasını önlerken, ülkenin dinamik iç siyaseti sürekli olarak erken seçimleri neredeyse zorunlu hale getiriyor.

Oysaki İsrail Devleti, güçlü ekonomisi, yüksek teknolojisi, tarım ve sağlık sektörlerindeki olağanüstü devrimleriyle tarihinin en parlak dönemini geçiriyor.

Gelişmekte olan ülkeler sınıfından gelişmiş ülkeler statüsüne geçen İsrail’de kişi başı milli gelir, 42 bin dolar olurken, 40 bin dolar olan Japonya’yı geçmiş durumda. İşsizlik oranı ise ülkeye sürekli gelen onca yeni göçmene rağmen yüzde 4,2 ile olağanüstü bir seviyede.

İsrail teknolojide dünyanın devleriyle büyük bir rekabete girmiş durumda. Siber teknolojide dünya ikinciliğine yükselirken, ülkenin teknoloji firmalarını satın almak için dünyanın teknoloji devleri birbirleriyle yarışıyor. Son olarak da görüldüğü üzere, İsrailli start-up teknoloji firması SpaceIL ise büyük bir başarıyla, geçtiğimiz hafta, 40 gün sonra Ay’a inecek bir insansız uzay aracı fırlattı. Eğer misyon başarıyla tamamlanırsa İsrail; ABD, Rusya ve Çin’den sonra Ay’a uzay aracı indiren dünyanın dördüncü ülkesi olacak.

Bu arada, Filistinlilerle olan meselede milim ileri gidilmediği, barışın uzak olduğu da bilinen bir gerçek. Buna rağmen İsrail, tarihinde hiç olmadığı kadar özellikle Arap dünyasında yeni dostluklar elde etmiş durumda. Netanyahu’nun Afrika’daki bazı Müslüman ülkelerin yanında Arap körfezindeki ülkelerle geliştirdiği ilişki İsrail tarihi için öncesi olmayan bir durum. Brezilya, Çin, Rusya, Hindistan, Japonya ile dostluklar ve ekonomik ilişkiler daha önce hiç görülmemiş yüzeyde. Netanyahu’nun bu konudaki yorumu bir hayli ilginç:

“Bana, dünyada iyi bir konumda olmam için hep, ilk önce Filistin meselesini çözmen gerekiyor, denirdi. Ama ben tersini başarmaya çalışıyorum. İlk önce devletimin gücünü oluşturdum, sonra dünya ülkeleri ve daha sonra da İslam dünyası ile iyi ilişkilere girdim. Ve sonra da bu ilişkiler üzerinden Filistinlileri, eğer istiyorlarsa barışa çağıracağım.”

Bu süreçte, İsrail ekonomik olarak olağanüstü büyüyerek zenginleşirken serbest piyasa ekonomisinin yarattığı, gelirin eşit yayılamama sorunu özellikle orta kesimi çok zorluyor. Yüksek vergiler özellikle çalışan sınıfın üzerinde büyük yük getirirken, hayat pahalılığı, emlak fiyatları ve ev kiralarındaki aşırı yükseklik, ülkenin zenginliğinin eşit paylaşılmasını engelliyor ve çalışan orta kesimin, tüm başarılarına rağmen, mevcut hükümete karşı tepki koyduğu görülüyor.

Netanyahu, bu konuda bir çözüm üretmekten öte, serbest piyasa ekonomisinin bu sorunları dengeye oturtacağına inanırken şu günlerde ise sadece erken seçimlerde tekrar başarı kazanmaya ve iktidarda kalmaya odaklanmış durumda.

İktidarını korumak isterken, ekonomi konularında ve uluslararası ilişkilerde gösterdiği parlak liderliğine karşın iç siyasette kullandığı retoriğin, Ortadoğu ülke liderlerinin seviyesinde kalması, kendisi için büyük talihsizlik olsa gerek. Karşısına yeni bir rakip olarak çıkan siyasiler grubunun topunu - ki liderlerinin çoğu eski genelkurmay başkanları - ‘solcu’ olarak nitelendirip, sağdaki seçmene göz kırpması bu devirde, bu seviyedeki bir lidere hiç yakışmıyor. Üstelik Trumpvari, bir modelle ‘sol’u itibarsızlaştırma çabaları buralarda 1950’lerde duyduğumuz, “Bana oy vermezseniz bu kış komünizm gelecek” söylemi kadar içi boş bir uğraşı. Komünizmin iflas ettiği, sol’un ideolojik ve kitlesel tabanından tamamen yoksun olduğu bir dönemde sadece sosyal adalet sözünü ağzına alan her muhalifi veya “Ülkenin zenginliğinden pay alamıyoruz” diyen her eğitimliyi solcu olarak nitelemek aslında kimi, evrensel ve kifayetsiz sağ’ın bildik tek kurtuluş silahı olarak okunmalı. Bu karalama kampanyası, özgüven eksikliğinin hayali bir düşman yaratarak giderilmesi olarak da görülebilir. Oysaki Netanyahu’nun bu tür kaçış yoluna ihtiyacı yok. Uzun bir dönemdir yönettiği ülkesinin parlak tablosu meydanda. Lakin seçimleri kaybetme korkusu başka bir tuhaflığın peşinde olmasına kadar gitmekte.

Seçimlerin başa baş gideceği beklentisi, kazanılacak tek bir milletvekilinin önemini daha da fazla arttırırken Netanyahu’nun, Yahudi dünyasının neredeyse tüm sağından tüm soluna kadar olan yelpazesinde, terör destekçisi ve ırkçı olarak tanımlanan Kahanistlerin partisini Knesset’e sokmak istemesi büyük bir tuhaflık. Arapların bölgeden tamamen atılmasını ve bu yolda her şeyin mubah olduğunu savunan Amerikalı Rav Meir Kahane’nin (1990’da ABD’de Filistinli bir terörist tarafından öldürüldü) takipçilerinin kurduğu küçük partiyi başka bir küçük partiyle seçim ittifakı yaptırarak kendi partisini destekleyecek milletvekili sayısını arttırmayı hedefleyen Netanayahu’nun bu girişimine ABD’deki Yahudi kuruluşlarından bile tepki geldi. İsrail’in içişlerine bugüne kadar hiç karışmayan AIPAC, hiç beklemeden, “Bu ırkçı partinin meclise girmesi çok yanlış olacaktır” derken bir başka etkin kuruluş AJC’nin ise, “Bu parti İsrail’in kuruluş değerlerine aykırı, kınanması gereken bir partidir” demesi Netanyahu’nun bu yanlış tasarrufunun tehlikesini gözler önüne seriyor…

↔↔↔

İnsan sormadan edemiyor. Neden İsrail’de ‘büyük mutabakat koalisyonu’ kurulmaz da, küçük ve marjinal partilerin insafına kalmış bölük pörçük koalisyonlar yapılır, diye.

İsrail’in kuruluşunda elde edilen büyük uzlaşı bugün neden gerçekleşemiyor?

Karşılıklı ego sorunu mudur bunun sebebi veya marjinalliği kontrol altına alma dürtüsü müdür?

Yoksa Netanyahu’nun başka korkuları mı?

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün