Yalanlar

Avram VENTURA Köşe Yazısı
22 Haziran 2016 Çarşamba

Yalan, Âdem ve Havva’dan bu yana yaşantımızın her döneminde, insan ilişkilerinin bulunduğu her alanda, mutlaka bir şekilde yer almıştır. Ona beyaz, pembe, kuyruklu gibi adlar vererek yaklaşsak da, olumsuzluğu hiçbir zaman yadsınmamıştır. Erdemli bir davranış olmadığını, tüm dinsel ve ahlaksal öğretilerin toplumu ve insanları yıkıma sürükleyen yalana ve yalancılığa karşı çıktıklarını zaten biliyoruz. İnsanın var oluşuyla birlikte ortaya çıkan bu davranışın, yaşantımızdan hiçbir zaman eksilmeyeceğini de öngörebiliriz. Bu eylemin ortaya koyduğu bütün olumsuzlukları bir yana bırakalım. Konu üstüne düşünürken, nedense şu sorunun çengeli beynime takıldı:

Başta siyasetçiler olmak üzere kimi insanlara yalan söyledikleri için neden kızıyor, onlara niçin aşırı tepkiler veriyoruz?

Aslında çok doğal! Tepki vermiyor olsak, bu yaklaşımı tartışmamız daha doğru olurdu. Belki “niçin” sorusunu açmak gerekiyor.

İlk aklıma gelen yanıt şu oldu:

Kuşkusuz hiç birimiz küçük düşmekten, aldatılmaktan, kandırılmaktan hoşlanmayız. Sanırım bu davranış karşısında asıl kızgınlığımız, o anlarda düştüğümüz bu türdeki olumsuz durumlardan çok, artık yalan söyleyen insanlara hiç güvenemeyecek, inanamayacak olmamızdır. Bir bakıma, bugün yitirdiklerimizden daha çok, gelecekle ilgili kaygılarımızı çoğaltmış oluyoruz.

Nietzsche’nin şu sözleri, söylemek istediklerimi daha iyi vurgulayacaktır: “Bana yalan söylediğine üzülmedim, bundan sonra sana inanamayacağıma üzüldüm.”

Yalan sinsidir, pusuda bekler, gizlenir; ama bir kez ortaya çıkmaya görsün… Hele bunu söyleyen yakın çevremizden, sevdiğimiz biri olursa… Öğrendiğimiz anda daha çabuk yıkılıyor, daha çok zarar görüyoruz. En önemlisi de, beynimize yerleşmiş kuşku virüsünü uzun yıllar boyunca bir türlü söküp atamıyoruz.

Biz yalnız sevdiğimiz değil, inandığımız, güvendiğimiz insanlarla yaşantımızı dolduruyoruz. Bunlar her zaman çevremizde, bir telefonun ucunda ya da her sıkıştığımızda yanı başımızdadırlar. Onlarla birlikte seviniyor, acımızı paylaşıyor, hayatımıza bir anlam katıyoruz. Duygusal ve düşünsel alanda birbirimize yaslandığımız bu insanların çoğalmaları ile varsıllaşıyor, eksilmeleriyle de yoksullaşıyoruz. Hiç kuşku yok ki, bu ilişkilerin harcında mutlaka sınırsız bir güven unsuru yer almaktadır. Böyle bir ortamda, taraflardan birinin söyleyeceği bir yalanın, ortaya çıktığında karşısındaki insana onulmaz yaralar açacağı açıktır.

Özdemir Asaf ünlü Lavinia şiirinde, sevdiğine şöyle sesleniyor:

“Sana gitme demeyeceğim, / Gene de sen bilirsin / Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim / İncinirsin”

Kurcalarsak, her birimizin anılar sepeti içerisinde kim bilir kabuk bağlamış yalanların, aldatılmaların açtığı ne çok yara vardır. Üstünden zaman geçtikçe bunları unutuyoruz, belki de unutmaya çalışıyoruz… Yoksa onların sürekli ağırlaşan yüküyle yaşamımızı sürdürmenin bir anlamı yok!