Sormak-Öğrenmek

Avram VENTURA Köşe Yazısı
27 Ocak 2016 Çarşamba

Stefan Zweig’ın Gömülü Şamdan kitabını okurken, yazarın Haham Eliezer’e söylettiği şu sözler ilgimi çekti:

“İstediğin kadar cesurca sor, ben yanıt vereceğim. Bir insan için bilmemek sormaktan daha kötüdür. Çok soran insan çok şeyi anlayabilir ancak. Yalnızca çok şeyi anlayan biri adil bir insan olabilir.”

Öncelikle sormayan, sorgulamayan bir çocukluktan geldiğimi söylemek isterim. Nedeni belki yetiştiğim aile ve çevre koşullarıydı, belki de çekingen yapım buna daha çok eğilimliydi. Artık üstünden uzun yıllar geçti. Özgüvenimi ne zaman kazandım diye düşündüğümde, gençlik dönemimi geride bıraktıktan çok daha sonra olduğunu anımsıyorum. Çocukluk yıllarımda evin içinde politikadan hiç söz edilmezdi. Dinsel konular, günlük uygulamaların dışında tartışılmaz, bunlarla ilgili sorulara olsun izin verilmezdi. Aile büyükleri yanıtını bilmedikleri konularda, yaşımın küçüklüğünü öne sürerek beni sustururlardı. Tüm bu çevrenin olumsuz etkenleri bir yana, ders kitaplarının dışında da bir şey okumazdım. Ne zaman ki farklı alandaki kitaplara olan eğilimim yoğunlaştı, el yordamıyla karanlıkta yürüdüğüm yollar aydınlanmaya, sorular yeni soruları doğurmaya, onların yanıtlarını kendimce bulmaya başladım.

Şimdiki çocuklara bakıyorum da… Çoğunun özgüvenleri yüksek, ne istediklerini bilen, sormaktan kaçınmayan, girişken bir yapıları var. Onların teknolojik konulardaki yeteneklerini konuşmak bile gereksiz, hele düşünsel alandaki gelişmelerini kendi çocukluğumla hiç kıyaslayamam bile. Başvuru kaynakları o denli zengin ki, bizlere soru yöneltme gereksinimi olsun duymuyorlar. Akıllarına gelebilecek soruların yanıtlarını, arama motorlarından en kısa zamanda indirerek, bizleri her konuda şaşırtabiliyorlar.

Gençliğimde en önemli başvuru kaynaklarım ansiklopedilerdi. Büyük bir heyecanla satın almış olduğum, sıkça yararlandığım bu ansiklopediler, bilgilerin son hızla değiştiği bu çağda, güncellenemediği ve her an elimizin altında olamadıkları için artık işlevlerini yitirdiler. Nitekim birkaç yıl önce, kitaplığımdaki iki rafı dolduran ve uzun zamandır sayfalarını açmadığım bu kitapları zorunlu olarak elden çıkardım.

Kitaplar önemlidir, ancak onlar kadar, bilgi ve deneyimleriyle bize ışık tutan insanlar, sorularımıza yanıt bulmakta etkin olmaktadırlar. Çoğu kez yaşanmış bir olay, bir deneyim, sayfalar dolusu bir bilgiden daha özlü ve çarpıcı bir yanıt ortaya koyabiliyor. Yeter ki doğru soruyu sorabilelim! Engelsiz, önyargısız yaklaşımlar bizi aydınlattığı gibi adımlarımızı daha yüreklice atmamızı sağlıyorlar.

Leo Buscaglia, ABD’nin tanınmış konuşmacı ve yazarlarından. Bir söyleşisinde, çocukluk dönemindeki şu anısından söz eder. Akşam ailesiyle birlikte sofraya oturduklarında, annesi ya da babası, ona yeni olarak ne öğrendiğini sorarmış. O da o gün öğrendiklerini onlarla paylaşırmış. Şayet öğrendiği bir şey olmamışsa, gidip ansiklopediyi açarak bilmediği bir konuyu araştırmasını sağlarlar, sonra da yemeğe başlarlarmış. Ailenin çocuk yetiştirirlerken bilgiye ne denli önem verdiklerinin güzel bir örneği!

Özetle şunu söylemek istiyorum:

Bir düşünce kıvılcımının beynimizin kıvrımlarına yerleşmesi, soruya dönüşmesi, yanıtının aranması önemlidir. Bir soruyu ister kendimize, isterse bir başkasına yöneltmiş olalım, bulacağımız yanıt bizi yalnız o konuda bilgilendirmekle kalmıyor, mutlaka yeni arayışlara da sürüklüyor.